İlk duyduğumda ne olduğunu anlamamıştım, sonra “alışveriş merkezi” olduğunu öğrendim. Amerikan yaşam tarzının belki de en tipik sembollerinden biri olan, içinde her türden dükkânın, lokantanın, eğlencenin bulunduğu “mall”ların Türkiye versiyonu.
AKP’nin on yıllık iktidarının en parlak başarılarının da bence en somut simgelerinden biri.
Dünyanın en büyük krizlerinden birinin ortasında ekonomiyi büyütürken, serveti de varoşlara ve Anadolu kentlerine doğru yaymış, halkın alım gücünün artışına paralel olarak her yan bu AVM’lerle dolmuştu.
Bunlar hem zenginleşmenin sembolleri, hem de yoksul bırakılmış yığınların “zenginleştiklerini ve önemsendiklerini” en fazla hissettikleri yerler olmuştu.
AKP’yi “yenilmez armada” hâline getiren “büyümenin ve zenginleşmenin” ekonomik mabetleri gibiydi buralar.
Varoşlardaki AVM’lerde insanların memnuniyetini görmek her zaman mümkündü.
Ege Cansen dünHürriyet ’te, Cumhuriyet tarihinin ortalama büyümesinin yıllık “yüzde beş” olduğunu, AKP’nin on yıllık ortalama büyümesinin de yıllık “yüzde beşle” bu geleneksel rakamla uyumlu olduğunu yazmıştı.
Ama AKP bunu yanı başımızdaki ekonomik krizlerle Avrupa köklerinden sarsılırken gerçekleştirdi.
AKP’nin bu büyük başarısını görmeden, anlamadan, alkışlamadan, hiçbir parti gerçekçi bir muhalefet yapamaz bence.
Şimdi bu büyüme ve zenginleşme “duraklama” dönemine giriyor.
Bu, AKP’nin bir hatasından ya da eksikliğinden değil, dünya krizinin Türkiye’nin yapısal sorunlarını ortaya çıkarmasından kaynaklanıyor.
Ben çok güvendiğim bir iktisatçıya, “Ekonomik durum nedir” diye sormuştum, bana “İyi olanların çoğunluğu konjonktürel, yani geçici, kötü olanların çoğu da yapısal, yani kalıcı” demişti.
Türkiye, kendi üretip biriktirdikleriyle zenginleşemiyor, mutlaka dışarıdan para gelmesi, bu paranın da büyümeyi finanse etmesi gerekiyor.
Bu, Türkiye’nin hiç değişmeyen “yapısal” sorunu.
Bunu kıramıyoruz bir türlü.
Dışarıya bağımlıyız.
Bu bağımlılığa rağmen AKP, dünya krizinin ortasında değişik kaynaklardan para bulmayı başardı.
Ama bunun da sınırlarına geliyoruz.
Kazandığımız parayla, harcadığımız para arasındaki fark çok açılmıştı, şimdi bu “farkın” büyük bir krize neden olmaması için AKP bilinçli bir şekilde büyümeyi yavaşlatıyor.
Daha az para harcayacağız bir süre.
Büyüme ve zenginleşme en iyi ihtimalle yarı yarıya azalacak.
İçinde bulunduğumuz durumu en çarpıcı biçimde Mavi Jeans’in yöneticisi ifade etti, “Her ay bir AVM’nin kapanmasını bekliyorum” dedi.
Buna itirazlar geldi, AVM’lerin kapanmayacağı söylendi ama “harcamalarımızın ne ölçüde azalabileceğini” gene de en sarsıcı biçimde bu cümle ortaya koyuyordu.
Geçmiş yıllara kıyasla biraz daha yoksul bir hayat süreceğiz.
Bu sadece bir ekonomik gerçek olarak kalmayacak elbette.
Siyasi ve sosyal sonuçları olacak.
AKP, “en sağlam direği” sallanacağı için bundan sonra siyasi adımlarında eskiye kıyasla çok daha ürkek olacak, somut tatminler sağlamakta zayıfladığını hissettiğinde bunu “söylemle” kapatmaya, “milliyetçiliğe” daha fazla abanmaya başlayacak.
Zaten bunu yapıyor da.
Bu, özellikle Kürt meselesinde “radikal” çözümlerin gerçekleşme ihtimalini çok azaltacak.
Zenginleşirken yapamadığı siyasi reformları, bir iktidar partisinin fakirleşirken yapabilmesi çok daha zor.
Eleştiriye karşı dayanıklılığı ve hemen hemen hiç kalmamış gibi görünen sabrı daha da zayıflayacak.
Bu da baskının artabileceğini gösteriyor.
Bunların işaretlerini çoktandır zaten yaşıyoruz da bundan sonrasının daha da beter olma ihtimalinin yüksek olmasından çekiniyorum.
Daha beteri, “zenginliğin” yatıştırdığı kitlesel öfkenin orada burada çatışmalara dönme ihtimalinin büyümesi.
“Birileri” bu kartı oynamaya hazırlanıyor.
Kürt düşmanı kitlesel gösterilere rastlıyoruz, bunların daha da fazla kışkırtılması çok mümkün.
Beni en çok da bu korkutuyor.
Bu öfke iki yandan birden besleniyor çünkü.
PKK, Kürtleri öfkeye ve sertleşmeye iterken, AKP yönetimi de aynı öfkeyi Türk tarafında besleyecek konuşmalar yapıyor.
Fakirleşirken öfkeyi beslemek olabilecek en tehlikeli iş herhalde.
Hâlbuki bunun tam tersini denemek ülkeyi daha güvenli kılardı.
Büyüme yavaşlarken, bunun getirdiği rahatsızlığı “milliyetçilik” nutuklarıyla yatıştırmaya kalkıp, öfkeyi büyütmek yerine, bunu “ümitle, huzurla, demokratik adımlarla” yatıştırmaya çalışmak çok daha güvenilir bir ortam yaratırdı.
Ama öyle olmayacak gibi gözüküyor.
Belki benim analizlerim yanlıştır ama ben fakirleşmeyle “milliyetçi öfkenin” birarada bulunmasının bir ülke için olabilecek en ürkütücü karışım olduğunu düşünüyorum.
Karşımızdaki tablo beni epey endişelendiriyor.
AVM’ler kapandıkça, kitlesel gösteriler ve çatışmalar büyüyecek diye çok korkuyorum.
Umarım, bu korku sadece benim korkak olmamdan kaynaklanıyordur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.