İki muhalefet partisinin kafa kafaya verip cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu üstünde anlaşmaları ilginç bir olaydı.
“Cumhurbaşkanı adayı” ibaresi yeterince önemli bir içeriğe sahip. Telaffuz edilir edilmez, “Seçilir mi” sorusu ortaya atılıyor. Doğal olarak, herkesin aklını kurcalayan soru bu.
Ben buna bir cevap bulmaya, “bulmak” değil, aramaya da çalışmayacağım. En azından seçimin kendisine daha çok yaklaşıncaya kadar. Türkiye bu, iki gün içinde neler olur, neler biter.
Ama Ekmeleddin İhsanoğlu’nun özellikle de CHP’nin adayı olmasının, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bağımsız bir anlamı ve muhtemel uzantıları var. Nitekim, ortak adayın İhsanoğlu olduğu açıklanır açıklanmaz partiden muhalif sesler yükseldi, bundan hoşnut olmayanlar toplantılar yapmaya başladı. Bu, beklenmedik bir durum değildi.
Tarihte önemli işler gerçekleştirmiş, “büyük adam” sıfatına lâyık görülmüş siyaset adamlarının “taraftar”ları olur. Magazin dünyasında “fan club” falan diyoruz da, siyasette üzerinde anlaşabildiğimiz bir terim yok. Belki Troçki’nin kullandığı “epigon” iyi bir kavramdır, ama bilen yok.
Siyasî kültürü demokratikleşmemiş toplumlarda bu “taraftarlık” olgusu daha yaygın görünür. Zaten, yumurta ve tavuk hesabı, bunun yaygın görünmesi demokratik olmayan kültürün yalnız “sonucu” değil, çok zaman “nedeni”dir de. Churchill’in İkinci Dünya Savaşı’nda oynadığı muazzam rolü yoksayacak bir Britanyalı bulabilir misiniz? Bulamazsınız. Ama Savaş kazanıldıktan hemen sonra yapılan seçimde Churchill kaybetti, Attlee kazandı.
Demokrasiyi bilen toplumlarda “epigon” olmaz.
Türkiye’de Cumhuriyet boyunca “Atatürkçülük” oldu. Bunun nihai kaynağı, özellikle 1960 sonrasında, Silâhlı Kuvvetler’di. Ama “sivil” beşiği de CHP’ydi.
Çin’de Mao’nun “Devrim Muhafızları” ya da İran’da Humeyni’nin “Devrim Muhafızları”, birbirinden birçok bakımdan hayli farklı değerlere “muhafızlık” yapıyorlar; ama “muhafızlık”ta bazı ortak özellikler var. Kutsanan olay eskidikçe, kutsanan önderin ölümünden sonra zaman geçtikçe işin coşkusu tavsamaya başlıyor; Muhafızlar, daha çok, yaptıkları işin kendilerine toplumda verdiği statünün muhafızlığını yapmaya başlıyor.
Atatürkçülük, bunların en eskilerinden biri. Öyle olduğu içindir ki, ideolojinin başlıca aygıtlarından biri olan CHP’de bile, bu hesaba sığmayan davranışlar görünebiliyor. CHP, bir dönem “Sosyal-demokrat” olmayı denedi ya da dener gibi yaptı. Olmadı. Gene “Atatürkçü” kaldı. Baykal’a, kendisini birden fazla halatla bu iskeleye bağladı.
Şimdi bu İhsanoğlu seçimi tipik CHP davranışının dışında kalan bir seçim. Çünkü günümüzdeki Kemalizm’in tanımlayıcı özelliği, kendi deyimleriyle “Kemalist laisizm” karşı cephenin teşhisiyle de “din ve İslâm düşmanlığı”. Dolayısıyla, Kemalistler hemen şiddetli bir muhalefet pozisyonu aldılar. Ama bu kararı verenler kim; onlar da Kemalist değil mi? Şüphesiz öyleler. Öyle ise, Kemalizm’in içinde, bu din sorunu karşısında, bir strateji farklılığı oluştu; buradan bir “görüş ayrılığı”na fazla bir mesafe yoktur.
Hemen bugünlerde, aday seçimi üstüne, basın Doğu Perinçek’e her zamankinden geniş bir yer ayırdı. Belli ki Doğu Perinçek bu “radikal Kemalizm” çizgisinin ideolojik ve sonra da pratik önderliğini ele geçirmeye çalışacak. Bu “çizgi”, gerçekten de, “Atatürkçü” müdür?
İdeoloji dünyasında böyle “gerçekten” gibi sıfatların fazla bir anlamı olmaz. “Görece” işlerdir bunlar. Sorun, pratik bir sorun: Ekmeleddin İhsanoğlu’nu bu koşullarda, belirli bir strateji çerçevesinde “uygun aday” olarak onaylayan Kemalizm’in mi, bunu Atatürkçülüğe ihanet olarak yorumlayan Kemalizm’in mi şansı daha yüksek?
Ya da, Kemalizm’in toplumda sürükleyici olma şansı ortadan kalktı mı?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.