Bir toplum için en büyük tehlikelerden biri, “saçmalıkların” saçma olduğunu fark edemeyecek bir körlük içine hapsedilmesidir.
Böyle bir körlüğün sağlanabilmesi için de “saçmalıkların” üstü “kutsallık” şalıyla örtülür.
O yüzden en büyük saçmalıklar “kutsallıkların” altına gizlidir.
Biz çok uzunca bir zamandır “kutsallık” şalının altında kör bir halde yaşadık.
Nice anlamsızlığı “tartışılmaz” tabular olarak kabul ettik.
Şimdi bu şalın yırtıldığı, parçalandığı bir dönemdeyiz.
Kutsallıkların altından çıkan saçmalıklara dehşetle bakıyoruz.
En büyük tabularımızdan biri de askerlikti ve milyonlarca genç insan hayatını bu yüzden zedeledi.
Hepimizi alıp alıp askere götürdüler.
Bunu sorgulamayı da yasakladılar.
“Niye bizi askere götürüyorsunuz” diyemedik.
Başımızı eğip gittik.
Ben tam bir sene boyunca bir dağın başındaki bir kerpiç odada oturarak yaptım askerliğimi.
Benim orduya pek bir faydam olmadı, ordu benim hayatımdan bir buçuk yılı çaldı.
Buna gerek yoktu.
Şimdi genç insanlar kutsallık tabusunu yırttılar ve altından çıkan gerçeği gördüler.
Eskiden kimsenin söyleyemediği, söylemenin büyük bir “günah” sayıldığı, utanç olarak kabul edildiği cümleyi rahatlıkla söylüyorlar.
“Ben askere gitmek istemiyorum. Neden hayatımı tam kurduğum sırada askere gitmek zorundayım?”
Bunun manalı bir cevabı yok.
Çünkü ordu, askere aldığı gençlerin yaklaşık iki yüz bin tanesini zaten “askerlik dışı işlerde” kullanıyor, berberlik, şoförlük, aşçılık, marangozluk yaptırıyor.
Bir kısmını da Güneydoğu’ya gönderip, koruyamadığı karakollarda öldürtüyor.
Neşe Düzel’le konuşan Doç. Dr. Suavi Aydın’ın söylediği gibi gençleri askere almak ordu açısından “ideolojik” bir amaç taşıyor.
Ordu, “gizli iktidarını” askere aldığı milyonlarca genç üzerinden topluma yayıp sağlamlaştırmaya uğraşıyor.
Generallerin amaçlarını biliyoruz.
Peki, siyasilere ne oluyor?
Toplumun temsilcisi olan siyasetçiler, toplumun haklı taleplerini gerçekleştirmekle yükümlü değil mi?
Bugün neredeyse bütün toplum “zorunlu askerliğin” kaldırılmasını istiyor.
Kimse çocuğunu cephelerde öldürsünler istemiyor.
Toplumun bu isteğine sahip çıkan siyasi parti hangisi peki?
Öyle bir parti yok.
Referandumdan önce “bedelli” askerlik çıkaracağına televizyon programında söz veren Başbakan, referandumdan sonra “ben söz vermedim” dedi.
De ki söz vermedi.
Toplumla ordunun istekleri çatıştığında Başbakan ve diğer siyasiler, kimin temsilciliğini üstlenecek?
Halkın mı, generallerin mi?
Eğer generallerin temsilciliğini ve sözcülüğünü üstleneceklerse, halkın sözcülüğünü ve temsilciliğini kim yapacak?
Bizi temsil etsinler, isteklerimizi gerçekleştirsinler diye Ankara’ya gönderdiğimiz insanlar, başkente varınca taraf değiştireceklerse, biz kendimizi “ihanete uğramış” hissetmez miyiz?
Lale Kemal, geçen gün “bedelli askerlik” hazırlıkları yapıldığını yazdı, haberi de kuvvetli bir kaynağa dayanıyordu.
Başbakan “pişmemiş aşa su katmayın” dedi.
Ben, Lale Kemal’e inanıyorum, haberine de güveniyorum.
Benim anlayamadığım, “bu pişmemiş aş” neden halkın gözlerinden uzakta kotarılıyor, mesele bu halkın meselesi değil mi?
Bu aş, sadece “generallerle siyasetçilerin” kendi aralarındaki konuşmalar ve pazarlıklarla mı pişecek?
Bu halk, Ankara’daki başrol oyuncularına “figüranlık” mı edecek?
Bence askerlik meselesi açıkça tartışılmalı ve önce bedelli çıkartılıp arkasından da “zorunlu askerlik” tümden kaldırılmalı.
Ölen çocuklar bu halkın çocukları olduğuna göre, “son söz” de bu halkın olmalı.
Halktan habersiz pişen aşların “tadı” olmaz zira.
Çoğunlukla da “yanlış” pişirildiğinden halkın bünyesine dokunur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.