2007’de Radikal Gazetesi’nin cumartesi ekine bir yazı yazmıştım. Muhafazakâr kesimin tesettürlü kadınlarının nasıl denize gi-reme- yeceğini anlatan yarı otobiyografik bir yazıydı. Daha da girmem denize demiştim, ama sözümü üç yıl tutabildim. Geçtiğimiz hafta beynimde bir nokta karıncalandı ve biri düğmeye basmış gibi arama mood’una geçtim, internete girdim ve baktım. İstanbul sınırları içinde bir imkân var mı, sadece kadınlara özgülenmiş, denize girilebilecek bir alan? Evet bulmuştum. Çok daha fazlasını.
Diyeceğim o ki, asker-sivil geriliminin nedenlerine ilişkin bir saha araştırması yapılacak olsa, Sarıyer’in bittik yerindeki Altınkum Kadınlar Plajı rahatlıkla pilot bölge olabilir. Her an “olay yeri”ne de dönüşebilir bu alan.
300 Spartalı’nın Pers Kralı Xerxes’in ordusu ile omuz omuza cenkleştiği o dar geçidi gözlerinizin önüne getirin. Oliver Stone’un “Any Given Sunday/Kazanma Hırsı”nda yer alan proaktif Amerikan futbolunu, “Er Ryan’ı Kurtarmak” filminin denizde geçen ilk sekansına ekleyin: İşte öyle bir şey...
JANKURTARAN!
Maksimum 300 metre uzunluğunda ve 8- 10 metre genişliğinde bir alana 2000 kadının tepiştirildiğini, insanların orada pek tabii yüzemediklerini, sadece ıslandıklarını ve bundan eğlence çıkardıklarını düşünün. Başlarında da Cankurtaran ile Jandarma kırması, Führer’in kadın yaverlerini andıran bir “Jankurtaran” olsun. Ve son derece ciddiye alınan “boy ver bakiim” sınırının dubalarına dinlenmek için yaslananın bile şiddetle refüze edildiğini, terörize edildiğini de ben aktarayım. Ayağımda paletim var ve ben yüzmeye geldim arkadaş, deyip dubaların ötesine iki tur attığım için, Türkiye-Yunanistan sınırını geçen Surinamlı mülteci kadar büyük sorun haline getirildim ve bir sırtımdan vurulmadığım kaldı, dövülmekle tehdit edildim, kovuldum, sülalemin nasıl hamile bırakılacağı gayet kaba ifadelerle tek tek ibraz edildi. “Güvenlik” o derece.
Mesele, plajın en uç kısmına gidip kolaçan ettiğim korunak duvarının ötesindeki alanı “Jankurtaran bağyan”a örnek göstermemle alevlendi. “İnsanları üst üste yığarak tonla para kaldırıyorsunuz ve yaptığınız iş bir şeye benzemiyor; bakın plaj dediğiniz yan taraftaki gibi olur” dememle başladı her şey. Meğer örnek verdiğim yer, “askeriyeye ait” imiş... Sıkıyorsa oraya gidip yüzseymişim yani, oraya zaten alınmazsın, madem karma plaja gitmek istemiyorsun, buraya mahkûmsun ama mademki kurallara uymadın, defol.
Bir yanda yüzme bilip bilmediği meçhul bir “kurtarıcı” tarafından terörize edilen binlerce kişi. Bir yanda o mahşeri kalabalığa tahsis edilmiş çalışan tuvalet sayısının üçü geçmemesi ve çişini tutamayan küçük çocuklar. Ve hemen yan taraftaki ferah feza alanlarında buradan yapılan “Dikkat dikkat, soyunma kabinlerine işemeyiniz” anonsunu bütün gün işiten asker insanı, aileleri.
*
Beyazlaşan muhafazakârlar, güzel yatlarına binip bronzlaşmaya gidiyor. Geride kalanlar ise sadece kararıyor. Kalkınmanın rüyasını görerekten, kalkınmaya benzer birşeyleri ucundan idrak ederek ve çaresizliklerinden neşe temin ederek...
Alibeyköylü, Tepeüstülü, Bağcılarlı, Avcılarlı kadınlar, çocukları ve bir yerlerde baretsiz çalışmakta olan eşleri. Cankurtan tarafından hizaya getirilen, şiddete uğrayan, plaj medyası tarafından adeta bir hayvanmış gibi lanse edilen, sıkıştırıldığı dar alanda, eğlencesi bile savaş gibi görünen bu halkı, yan taraftaki bürokrasiperver askerler ve eşleri; onların siyasetteki medyadaki uzantıları anlayabilir mi dersiniz? Maddi engelleri, dini endişeleri, kültürel-ekonomik sınırlılıkları ama aynı zamanda hayata tutunma, yaşayabilmek arzusu olan bu insanların kahkahalarını tercüme edebilecek kodlara sahipler mi? Elbette hayır.
Bunların verdiği oylar şimdi yargıya da sirayet edecek, işe bak, diyorlar.
“Bunlar” diyorlar, “üstelik, soyunma kabinlerine işiyorlar hâlâ”...
*
Türkiye’deki asker-sivil, laiklikmuhafazakârlık, cumhuriyet-demokrasi tartışmalarının ilk hanesinin yanında duranların kaygılarının çoğu “etik” değil “estetik” kaygılardır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.