Kafa kesenlerin hortladığı bir zamanda aşkın eleştirisini yapmak biraz ayıp değil mi? Hem aşktan daha duyarlı, daha mütevazı bir yol mu var ki aşkı sorguluyorsun? Mesela, Rumi’nin aşkından daha güzel bir şey olabilir mi bu dünyada?
Evet olabilir.
İnsan, adresinden gurbete gerilmiş bir varlıktır.Bir yolcudur. Önüne kâinat kadar geniş bir yol açılmıştır. İnsanın varmak istediği Zat insanla kendi arasına varlığı bir perde olarak koymuştur. Bu perde, onun sembolikliği anlaşılmadıkça insanın karşısına bir duvar olarak çıkar. Perdeyi aşma yolculuğu gerilimli ve meşakkatlidir.
Bu yolculuk bir sınanma, bir imtihandır: Okuma’yı ve geçme’yi gerektirir. Yolculuk okunması gereken semboller ve trafik işaretleri ile doludur. Şehrin içinden geçmek gerekir. Kalabalıktan, kesretten geçmek gerekir. Bu yolculuk için gerekli cihazlar (dil, akıl, kalp, duyular) yolcuya verilmiştir.
Yolcu için cazibeli bir yol aşk yoludur.
Aşk, kendisini yola çağıran yara ve berelerini (duyularını) sararak kapatır. Âşık, görmenin acısına karşı gözünü çıkarır. Duymanın çağrısı karşısında kulağını patlatır. Bilmenin labirentli dolaylılığı karşısında aklını ibtal eder. Kendi kafasını kendi eliyle kopartır. Geriye sadece çarpan bir kalp bıraktığı için iki anlamıyla da âşık, bir gönüllü hayvan olur. Aşk “dünyalı” olmadığı (yola açılmadığı) için aşkta insan hayvan olur. Hatta taş ve toprak olur. Sevgiliyle dolsun diye ve sadece dolan bir cihazla, kalp ile gider. Yürümesine gerek yoktur. Çünkü olduğu yerde durur. Aşk âlemi istila ettiği için bilmek ve yolculuk anlamında ilim bir kiyl-u-kal olur. Aşkın nihilizmi, dünyadan geçmeyip (belki üzerinden atlayıp), kendi içine düşmek(te)dir.
Aşkta tarih yoktur. Çünkü Sevgili zamanı doldurur.Çokluğu hep yeniden vahdet ile aşma ve çözme yükünü taşıyan bir hayattan bir seferlik intiharla kurtulup Esma’nın ötesine geçer. Sevgiliye sığınır. Aşkta Esma yerine sadece Zat vardır. Aşkın konuşması bir yapışma çırpınışıdır. Aşkta söz gereksizleşir. Konuşma bir ayrılık iniltisi yahut kavuşma çarpıntısıdır.
Özetle, aşk dünyaya hakettiği ihtimamı göstermez. Vahdet-i Vücud’çu âşık, Sevgili dışındaki varlığı “idam”a mahkûm eder. Ondan daha çevreye duyarlı olan Vahdet-i Şuhud’cu ise varlığı bir “yüzey”(sel)liğe hapseder. Biri perdeyi yoksayarcasına geçer, diğeri perdeyi şeffaflığa mahkûm tutar. Perdeden geçmeyi talep eden kesafet ve engebe, Sevgili’den başkasına kör bir duygu ile hoyratça fena değirmenine atılır. Özetle aşk, perdeyi akıl yerine duyguyla yırtar, atar. Herkesin ve her şeyin üstüne basarak Sevgili’ye uzanır. Renklerin ve eşyanın (perdenin) hukukunu tanımaz. Hepsini sevgi(li)yle bir eder. Sevgiliden başkasını göremez. Aşkın gözü kördür. Aşk, sevgilinin sahilinde duyularını metruk gemiler gibi ateşe verip yakmıştır.
Geçilecek yol olan şehri de yakar aşk. Çünkü şehir aşka kesinti verir. Aşk, kesintiyle gelen vahiy yerine duraksamasız açılan ilhama taliptir. Dili kalbe indirir, tefekkür yerine zevkte kayıptır. Sadece hisseder. Aşk savaşmayı değil sevişmeyi tercih eder. Aklı yoktur; okumayı istemez. Soru’dan cevab’a, niyaz’dan naz’a “atlar”. Soruda cevabı görmek ister. Aşkta teklif olmadığı için aşk şehre ait değildir. Terk eder. Huzuru, dünyaya kapanmakta, sevgiliye açılmakta bulur.
Evet,aşktan daha mütevazı, aşktan daha yeşil bir yol acz yoludur.
Acz, aşktaki tutku ve “iddia”dan yoksundur. Esmanın ötesine geçmez. Varlığı ne yokluk kuyusuna, ne de hamallık hapishanesine atar. Sembolleri istihdam ederek yolun hakkını verir. Gerilimleri açık tuttuğu duyularıyla tecrübe ederek imtihanını yaşar. Şehrin içinden geçer. Perdeyi varlığı israf etmeden kaldırır
Aşk, intiharla ölümü ister; acz, tefekkürle hayatı. Evet, Rumi’nin aşkından daha selim, daha yeşil bir acz var.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.