Abdullah Öcalan 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili olarak “darbeye karşı direnmek lazım” deyince duydukları memnuniyeti neredeyse “Bijî Serok Apo” sloganı atmaya vardıracak bazı çakma Kürt sorunu uzmanları, aynı Öcalan’ın son görüşmede hükümete yönelik sert sözlerini ise muhtemelen üzüntü ve şaşkınlıkla karşıladılar.
Mevzunun özünde “barış” imkân ve ihtimali olmasa hayli eğlenceli bir durum diyeceğim, ama değil elbette.
Gündeme gelen rüşvet ve yolsuzluk iddialarını “darbe girişimi” adı altında bastırma kampanyası tam gaz devam ederken, bu “darbe girişiminin” gerekçesi olarak öne sürülen “Çözüm Süreci’ni sabote etmek istiyorlar” senaryosu da giderek hükmünü yitiriyor. “Süreci” rüşvet ve yolsuzluk iddialarının gölgesinden kurtulmak için istismar etmek, eskisi kadar kolay olmayacak.
“Esas mesele Çözüm Süreci” diyenlerin bugüne değin “sürecin” ilerlemesi için ne tür bir yol haritasına, plan veya projeye göre hareket ettiklerini öğrenme imkânımız olmadı. Çünkü kamuoyuna deklare edilen böyle bir plan yok. Olan şey, malum, MİT Müsteşarı Hakan Fidan başkanlığında bir heyetin PKK lideri Öcalan’la görüşmeler yapıyor olması ve Öcalan üzerinden örgütün “eylemsizlik” konumuna geçmeyi kabul etmesi. Akan kanın durması adına önemlidir, anlamlıdır, ama bunun adı “barış” değildir.
Sürecin Öcalan üzerinden başlamasında bir acayiplik yok. Stratejik ve kritik kararlar alma noktasında PKK üzerindeki etkisinden dolayı. Ancak örgütün “başmüzakerecimiz” dediği Öcalan’la kapalı kapılar ardında yürütülen görüşmelerle varılacak yer, bugün bulunduğumuz yerden ötesi değildir, olmayacaktır. Sürecin ilerlemesi, Öcalan’ın son görüşmelerinin tamamında vurguladığı üzere artık “müzakere” aşamasına geçilmesine bağlıdır. Ve müzakerelerin Öcalan’dan başka aktörleri de olması, tarafların kalıcı barışa dair yaklaşım ve önerilerinin, projelerinin müzakereciler tarafından tartışılarak yol alınması gerekli.
Sürecin ilerlemesinin diğer bir gereği de, yine Öcalan’ın ısrarla vurguladığı gibi, sürecin hukuki bir temele, güvenceye kavuşturulmasıdır. Bu, aslında iktidar partisinin süreci ne denli ciddiye alıp almadığının da ölçüsü olma anlamı taşıyor.
Çözüm Süreci’nin eşit, onurlu, kalıcı bir barışa evrilmesi, bu adımların atılmasına bağlı olarak yürünecek yoldur. Bunlar sürecin asgari gerekleridir.
Fakat bütün bunlar gündeme geldiğinde söylenen, sürecin yegâne güvencesinin Başbakan Erdoğan olduğu. Herhangi bir yasaya, hukuka veya başka bir güvenceye gerek yok... Bu yaklaşım her şeyden önce ciddiyetten yoksundur.
Çünkü Kürt sorunu büyük bir barış sorunudur. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, yeniden yapılandırılması, haydi Erdoğan’ın sevdiği şekilde ifade edelim, bir “yeni Türkiye” olabilmek sorunudur. Ama bir başbakanın yolsuzluk şaibesi altındaki iktidarını ve kişisel siyasi istikbalini kurtarma sorunu değildir.
“Çözüm sürecini sabote etmek istiyorlar” senaryosu yazanların, yakın geçmişteki üslup ve anlayışlarını yutup Öcalan’a övgüler düzenlerin ve Öcalan’ın itibarsızlaştırılması üzerinden Kürtleri karıştırma çabası içine girenlerin ortaklaşa “kör” oldukları bir gerçek var ve o da şu: Kürt sorunu artık daha fazla ertelenemeyecek, ötelenemeyecek, oyalanamayacak şekilde “çözüm” dayatmaktadır…
Yolsuzluk iddialarını Çözüm Süreci ile gerekçelendirerek bastırmaya çalışmak, sanıldığı kadar “parlak” bir fikir değil. Çünkü iddia sahiplerinin ne tür bir çözüm öngördüklerini açıklaması, daha fazla erteleyemeyecekleri bir yükümlülük hâline geldi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.