Geleneksel medyanın has bir evladı olarak “sosyal medya” adı verilen yeni olgunun bariz hakimiyetini kabul etmemek için epey direndiğimi itiraf etmeliyim. Ancak son genel seçimlerin arifesinde bizzat yaşadığım bir olay nedeniyle artık kaçacak daha fazla yerim kalmadığını kabullenmek zorunda kaldım.
AKP lideri Erdoğan’ın genel seçimler öncesi son olarak katıldığı Ağrı’dan yapmış olduğumuz NTV canlı yayını kastediyorum. Özellikle de Hopa’da bir protesto gösterisinde hayatını kaybeden akrabam emekli öğretmen Metin Lokumcu konusundaki tartışmayı.
Yayının ardından Başbakan Erdoğan, eşi, kızı ve danışmanlarıyla bir müddet sohbet ettik. Onlar gittikten sonra bilgisayarın başına geçince, yayın sırasında bir refleks olarak kurmuş olduğum “Ama öldü efendim” cümlesinin benden bağımsız bir şekilde alıp başını gitmiş olduğunu şaşkınlıkla fark ettim. Kuşkusuz olayın özünde geleneksel medya, yani bir haber kanalında yapılan bir canlı yayın vardı. Ama bir cümlenin o kadar kısa süre içinde yayılmasını ancak “sosyal medya” adı verilen yeni mecra sağlayabilirdi.
Fırsat ve riskler
“Ama öldü efendim” meselesini şimdilik noktalayıp “sosyal medya” ile gazetecilik ilişkisi üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle bir meslek olarak gazeteciliğin can çekiştiğini vurgulamak lazım. Sadece Türkiye’ye özgü olmayan bu durumun içiçe geçmiş sayısız nedeni var. Akla ilk olarak medya sahipleri ile siyasi iktidarlar arasındaki ilişkiler, sansür, otosansür gibi konular geliyor doğal olarak. Ardından yeni iletişim teknolojileriyle birlikte haber ve yoruma daha hızlı, daha çabuk ve daha özgür bir şekilde ulaşılabilmesinin geleneksel medyayı hayli zorladığını kabul etmeliyiz.
Yeni medya ortamının en olumlu yönlerinden biri, vatandaşın bundan böyle haber ve yorumun sadece tüketicisi olmaktan çıkmasıdır. Şöyle ki internete erişme imkanı olan herkes herhangi bir konuyu haberleştirme, bunların görsel malzemelerini başkalarının paylaşımına sunma, akan haberleri yorumlama ve süren tartışmalara aktif olarak katılma imkanına sahip.
Vatandaşın haber-yorum ağına aktif olarak katılır olması olumlu olmakla birlikte haberin deformasyonuna, buna bağlı olarak dezenformasyon, manipülasyon gibi risklere de son derece elverişli bir zemin hazırlıyor. Öncelikle gazeteciliğin temelini oluşturan (son dönemde ülkemizde yaşananlara bakılırsa “oluşturması gereken” demek daha doğru olabilir) haberi kaynağından doğrulatmak, haberi birden fazla kaynaktan kontrol etmek, haberin olabildiğince tüm unsurlarını kullanmak gibi ilkeler sosyal medya ortamında kolaylıkla berhava olabiliyor. Bu arada geleneksel medyanın da, sosyal medyaya ayak uydurma telaşıyla eskisi kadar titiz ve dikkatli davran(a)madığını gözlüyoruz.
Vatandaş denetimi
Devletlerin, hatta ekonomik güç sahiplerinin sosyal medyayı denetleme imkanları hayli geniş. Buna karşılık sivil toplumun bu konuda eli kolu büyük ölçüde bağlı. Örneğin her türden ırkçı, ayrımcı, kışkırtıcı haber görünümlü manipülasyonlar ve görüşler sosyal medya üzerinden hızla ve geniş bir şekilde yayılıyor. Bu konuda ülkemizden bir çırpıda sayısız örnek verebiliriz. İşin acısı, özellikle ırkçı-ayrımcı kişilerin kimliklerini bile gizlemeye ihtiyaç duymuyor olmaları hatta bu sayede daha da popüler oluyorlar.
Sosyal medya konusunu daha çok konuşuruz, konuşmaya, tartışmaya mecburuz. Şimdilik son olarak şunu vurgulayalım: Son dönemde işlerini kaybeden çok sayıda meslektaşımızdan bir bölümü pes etmeyip sosyal medyada mesleklerini sürdürmeye çalışıyor. Onların bu çabalarını desteklememiz ve kendilerini tebrik etmemiz gerekiyor. Şu aşamada sosyal medya üzerinden geçimlerini sağlamaları mümkün olmayabilir ama çok geçmeden o noktaya da ulaşacağımız kesin.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.