Bütün ulusal kimlikler, gerçeklerden ziyade kurgulara dayanır. Türk kimliği ise, ziyadesiyle öyledir. Zira, gerçeklere baktığımızda, (1) Orta Asya tarihinde Türk kelimesinin etnik değil, jenerik bir mana ifade ettiği, (2) Oğuzlar’ın Orta Asya’dan Malazgirt’e gelene kadar zaten melezleşmiş oldukları, (3) Malazgirt’e gelenlerin o gün itibariyle Anadolu nüfusunun (takriben) sadece yüzde 10’unu oluşturdukları, (4) toplumların lisanlarının değişimine tarihte sıklıkla rastlandığı ve dolayısıyla, bir toplumun lisanından hareketle etnik aidiyeti hakkında bir hüküm verilemeyeceği gibi bir dizi gerçekle karşılaşıyoruz. (Bu konulardaki detaylar için bkz. 26 Şubat 2012 tarihinde Taraf’ta yayımlanan “Biz Türk değildik, sonradan olduk” başlıklı yazım.)
Türklüğün genel kabule dayanan (ya da hayal edilen) bir kimlik olduğuna işaret eden gerçekler bunlarla da sınırlı değil. Bugün Türkiye olarak bildiğimiz toplumun, ana hatlarıyla, 1913 ila 1918 yılları arasında (yani Cumhuriyet’ten de önce) İttihatçılar tarafından şekillendirildiğini söylemek mümkün. Şöyle ki, 1913’te bir darbeyle işbaşına gelen İttihatçılar, imparatorluğun kaybedilmiş topraklarından Anadolu’ya doğru akan büyük göç dalgalarını da yönetmek durumunda oldular. Gelen göçmenler Müslüman’dı, ancak farklı etnik kimlikler taşıyorlardı. Sayıları toplamda iki milyonu bulan ve önemli bir kısmı Türkçe dahi bilmeyen bu grupların Türklüğe asimile edilmeleri, İttihatçılara göre, Anadolu’nun bir Türk yurdu hâline getirilebilmesi için şarttı. Bu nedenle, İttihatçılar, Müslüman göçmenlerin iskân politikalarını, onları Türkleştirecek şekilde yürüttüler.
İttihatçıların hedefinde, Arnavutlar, Boşnaklar, Çingeneler, Çerkesler, Gürcüler ve Lazlar gibi (eski ve yeni) göçmenlerin yanısıra, Araplar ve Kürtler gibi yerli halklar da vardı. Türkleştirme adına uygulanan temel yöntem, bu etnik grupların her birini küçük kafilelere bölerek Anadolu’nun farklı yerlerine dağıtmak ve bu şekilde çoğunluğun içinde eriyerek Türklüğe asimile olmalarını temin etmekti.
İttihatçılar, bu planın işleyebilmesi için, sivillerin kendi ikâmet yerlerini seçme ve seyahat etme gibi temel özgürlüklerini askıya aldılar. Örneğin, iskân yerlerini terk edenler, yakalanıp aynı yerlere geri götürüldüler. Hükümet, Anadolu’nun her yerine sürekli şifreli telgraflar çekerek sevkleri yakından kontrol etti. Örneğin, İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından 26 Nisan 1914 tarihinde çekilen bir şifreli telgraf, “Ankara’da iskân olunmak üzere 23 hanede 92 nüfus Arnavut” ve Konya’da iskân olunmak üzere “27 hanede 108 nüfus Boşnak muhacir” gönderildiğini bildiriyor ve ilgili kimselerin “bir tarafa savuşmalarına meydan verilmeyerek” iskân mahallerine sevk edilmelerini talep ediyordu.
Takip, sevkin ardından da sürdü. Hükümet, yerel yetkililere, bulundukları bölgelerdeki etnik grupların Türkçe bilip bilmediklerinin, biliyorlarsa etraflarındaki Türk köylülerle etkileşmeye başlayıp başlamadıklarının ve hatta etnik kıyafetlerini giymeye devam edip etmediklerinin dahi düzenli olarak takibini yaparak asimilasyon sürecini uzaktan gözlemledi. Ayrıca, her bölgeden düzenli olarak gelen raporlarla, Anadolu’nun farklı bölgelerindeki yeni etnik dağılım tetkik edildi ve müteakip sevk kararları bu bilgiler doğrultusunda alındı.
1918 yılına dek, Anadolu halkının yarıdan fazlasının yeri değişti. Göçmenler, ekseriyetle, (aynı yıllarda tehcir edilen) Rum ve Ermenilerin evlerine yerleştirildiler. (Bakanlar Kurulu, 20 Mayıs 1915 tarihinde bu yönde bir karar almıştı.) Bu süreçte, Türkçe olmayan köy isimleri de değiştirildi ve 1071’den beri Türk yurdu olan Anadolu konsepti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Zira, İttihatçıların sistemli çalışmalarından da anlaşılabileceği gibi, asıl değiştirilen, insanların yerleri değil, kimlikleriydi. Benzeri İttihatçı politikaları Cumhuriyet de sürdürdü ve Anadolu halkı, böyle böyle Türk oldu. Bir Arnavut ile bir Gürcü evlendi; çocukları Türk doğdu.
Kitap notu:
Konu hakkındaki detaylara, Fuat Dündar’ın 2001 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918) adlı kitabından ulaşılabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.