Gelinen nokta ürkütücü.
Fiili ve sembolik şiddeti içeren, asayiş ve sokak meydan okumaları ile kaosu öne çıkaran, siyaset dışına doğru seyreden bir ortamı soluyoruz.
Farklı niyetler ve kesimlerin, Aleviler, Kemalist gruplar, tepkisel gençler, legal, illegal sol örgütlerin isyankar siyasallaşmasına tanık oluyoruz…
Muhafazakar kesimde buna karşı tepkiden kaynaklanan, iktidar gücüne referans ve bunun doğrulanmasıyla tek bloklu otoriter başka bir siyasallaşma yaşanıyor.
Toplumsal ve siyasal kutuplaşma her unsuru, her aktörüyle had safhada...
Risk pek çok:
Sıcak karşılaşmalar, kimlik ayaklanmaları, siyasetin ve meşruiyetin, fikrin tahribatı, askerin sokağa inmesi, polis faşizmi...
Evet, gelinen nokta ürkütücü...
Ve soru şu:
Siyasi iktidar, bunca adım attıktan sonra, referanduma gitmeyi dahi kabul ettikten sonra, neden bu kadar acele etmek zorunda hissetti kendisini?
Asıl önemlisi Gezi Parkı'na son müdahalesinin, şiddet kullanımının yaratacağı sonuçları nasıl hesap edemedi?
Toplumsal psikolojiyi ve hassasiyeti nasıl okuyamadı? Müdahale, yargı kararı ve halk oylaması ilanı sonrası yasal açıdan haklı görünse de, siyaseten, zamanlama olarak hatalı meşruiyet bakımından sorunluydu.
Sonuç, devlet şiddetini tekrar sahaya sürmek, hatta bu şiddetle özdeşleşerek, karşı-şiddeti ve öfkeyi beslemek, güvensizlik yaratmak, beteri arı kovanına çomak sokmak oldu.
İslami kesimden bir arkadaşım,'planlanmış bir toplumsal ayaklanma ve bunu meşru müdafa çerçevesinde devlet gücüyle bastırma' teorilerini bir kenara iterek şunları söylüyordu:
'Hükümet kendi ayağının altındaki halıyı çekti, Türkiye'nin her hücresini uyandırdı...'
Evet, öyle oldu, oluyor...
Siyasi iktidar farklı tepki ve girişimleri ayrıştırmak yerine, tezgah ile doğal olanın iç içe girmelerine vesile oluyor.
Diğer arayışların yeniden heveslenmesini, DİSK'e, KESK'e sokağa inme bahanesini veren siyasi iktidar değil midir?
Siyasi iktidar toplumsal nitelikli hareketlerinin içerdiği enerjiyi göremiyor.
Komplo teorilerine aşırı vurgu yaparak kutuplaşmayı bastırmak yerine arttırarak güç arıyor. Bu durum Nilüfer Göle'ye, haklı olarak, 'İktidar partisi, devletin tüm güçlerini arkasına almış, ama iktidarda değilmiş gibi davranıyor… Müslümanlara mazlum kimliği biçiliyor… Ötekilere terörist muamelesi reva görülüyor…' tespitini yaptırıyor…
Göle'nin şu cümlesini bir kenara yazmalı sorumlu muhafazakarlar:
'Türkiye demokrasisi kötü bir görüntü veriyor. Bu görüntüyü iktidarın kendisi veriyor. Sağır ve zalim bir iktidar görüntüsü kalabalıkla, sandıkla, seçimle silinemez…'
Doğru, ancak iş hükümetle bitmiyor...
Öte taraf da hükümet kadar vebal altında...
Nitekim Cumartesi tüm gün Gezi'nin boşaltılmasını telkin edecek, 'mücadele kazanıldı, meşruiyet çizgisi burada bitiyor' diyecek bir ses beklendi. Bu istikamette bireysel sorumluluk alabilecek bir kaç Taksim Dayanışma üyesi görmek istendi.
Tersine zirve yapan 'sorumsuzluk' oldu.
Kimi örgütlerin yelkenlerini karmaşayla şişirme, Gezi Parkı'nı ve Taksim'i içten içe bir siyasi üs olarak korumak refleksleri galebe çaldı.
Alev topunu önce onlar şekillendirdiler.
Ayrıca halk oylaması kent ve çevre projeleri için yeni bir katılım aracı olarak, üstelik bir mücadele ve bir müzakere sonucu ortaya çıkmışken, bunu gelecek için işlevsiz hale getirmek sorumsuzluktan başka hangi kelimeyle açıklanabilir...
Ve bu hafta sonu Gazi mahallesinde Alevi gençler, şehirde sahaya inen illegal örgütler, on binlercesi her yerde ayaklanma havası ve beklentisiyle sokağa dökülen kentli ulusalcı orta sınıflar, Taksim dışında, başka ve gerçek bir siklet merkezi ağırlığı oluşturmaya başladılar.
Bunları görmemek, bilmemek, sahayı onlara teslim etmek ya da onlardan istifade etmek ağır sorumsuzluluk değil midir?
Kötü gidiyoruz...
Devlet şiddeti de eylemler de kısa sürede bitmeli...
Bu ülkeye yazık etmeyelim...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.