• BIST 9295.18
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 15 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 21 °C
  • Berlin 3 °C

Amasız, fakatsız demokrasi

Nabi Yağcı

Herkes aynı şeyi söylüyor bugün. Silâhın panzehiri siyasettir.

Geçmiş deneyleri unutmayalım, yapılan hataları da öyle ama şimdi, bütün bunları tartışma gündeminin önüne çıkarma değil kafamızın içinde tutarak ne yapılması gerektiği üstüne düşünme zamanı. Zira hatalar tek taraflı değil, yalnız Kürtler hatalı devlet masum değil. Tersi de geçerli. Fakat basına baktığımızda Kütlere karşı neredeyse topyekûn bir savaş çağrısı var. Bazı manşetler şöyle: “Kandil sönmeden bu acı dinmez” (Güneş), “Yılanın başı ezilmeden bu acı dinmez” (Sözcü), “Bitene kadar devam” (Akit)... “Kana kan intikam” diyen köşe yazılarından söz etmiyorum bile. Her halde mitingler de yine başlayacak.

Bu manşetlere, tepkilere şaşmıyorum, acılar elbette tepki doğuracak, intikam duygularını ateşleyecek. Hep böyle oldu, dünyanın her yerinde de böyle olmuştur. Fakat intikam duyguları kitleselleşip aklı teslim aldığında akılcı çağrılar hiçbir işe yaramaz, peygamberce barış vaazları da öyle. Yugoslavya bu dediğimin yakın tarihteki sarsıcı örneğidir. Bizde de ilk örnekleri görülmedi mi? Zeytinburnu’nda, Eskişehir’de. Bu olayların kendiliğinden, spontane çıkmadığı da saptandı. Öyleyse?

Yakın tehlikenin adını koyalım

Tehlike, daha da yakınlaşmış olan tehlike kardeş kavgası yani iç savaştır. Çoğu zaman insan yakın kötülüğü görmek istemez, insani bir refleksle öteleriz. Ötelediğimiz kötü şey bir gün bir köşeyi döner dönmez birdenbire karşımızda bir zebani olarak beliriverir. Tekil tepkilerin kitlesel histeriye dönüşmesi korkarım ki an meselesi haline geldi.

Zeytinburnu’nda provokasyona kapılıp sokağa dökülenlerin fotoğraflarına bakın, hepsi çok gençtiler. Diyarbakır’da taş atan çocuklara bakın...
Bu ülkenin geleceği ellerinde olan gençlerimiz kin ve nefret duygularının çemberine hapsoldular. Bana kimse sayıdan, istatistikten söz etmesin, bunların sayılarının geneli içinde azlığından da. Elbette biliyorum bunları.

Fakat bir şeyi de unutmuyor ve yeri geldikçe hatırlatıyorum. 12 Mart ve sonra 12 Eylül öncesinde mahalle kavgaları biçiminde başlayan sağ-sol çatışmasının nasıl hızla büyüdüğünü, nasıl silâhlı saldırılara dönüştüğünü içinde yaşayarak gördüm. Birdenbire bu silâhların nasıl ortaya çıktığına, bu gençlerin bu silâhları nereden bulduğuna şaşıyorduk. Bir süre sonra silâha karşı olduğumuz halde, kendi gençlerimizin de can güvenliği için silâh talep ettiklerini iyi biliyorum. Önledik ama önlemeye çalıştığımız için bazılarının bizi nasıl “pasifistlikle” suçladıklarını da. Neymiş efendim, silâhlı devrimin şartları oluşmuş muş!..

O günlerde ki yanıtsız sorularımızın yanıtlarını bugün darbe hazırlık plânlarının ortalığa dökülmesi ve yargı konusu olmasıyla biliyoruz artık. Biliyoruz da bunu göremeyenlere şaşıyorum. Sözüm gençlere değil elbet, dünü yaşamış koca koca adamlara...

Siyaset. “Evet” ama nasıl bir siyaset?

Demokrasiyi “amasız fakatsız” savunma siyaseti, amasız fakatsız barışı savunma siyaseti. Ancak bu temelin üstünde farklılıklarımızı, ayrılıklarımızı, daha ilerisini konuşabiliriz. Fakat genellikle ve geleneksel olarak bizde tersi oluyor. Demokrasi anlayışımız “özsel” olduğu için ilkin karşımızdakinin demokrat olup olmadığını ölçerek yaklaşıyoruz. Şu sıra çok sorulan soru “AKP demokrat mı” ya da “PKK demokrat mı” sorularıdır. Bu soru tarzı, özseldir ve yanlıştır. Demokrat olmak hiç kimse için kendinden menkul bir haslet değildir. Ne tek tek kişiler ya da topluluklar için, ne de siyasetler için.

Demokrasi normatiftir, ne Atina demokrasisi zamanındayız ne de Roma hukuku zamanında. İnsanlık büyük acılar ve yıkımlar içinden geçip, bunlardan ders çıkararak demokrasi normları geliştirdi. Bugün evrensel insan hakları hukukundan söz etmekteyiz. Bu hukuk sözleşmelerle artık pozitif hukuk kertesine yükseldi ve giderek ulusal hukukları bağlayıcı normatiflik kazandı. Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi var, Uluslararası Ceza Mahkemeleri de.

Bugün bir devlet silaha başvurmaksızın kendi toprak bütünlüğünü savunabilir ya da o devlet içinde bir azınlık veya bir etnik, kültürel topluluk özerk hak taleplerini bu hukuka dayandırabilir. Bu meşru talepler için halk, kitleler Mısır’da olduğu gibi sokağa da dökülüp silahsız bir devrim de yapabilir. Ulus-devlet demokrasileri işte bu yollarla ulus-devlet ötesi demokrasisine doğru evrimleşiyor. Radikal demokratik siyaset bu doğrultuyu gözeten siyasettir.

Önceki yazımda “BDP Meclis’e dönmeli” derken bu perspektifi gözetmiştim. Yazım son saldırılardan, askerî operasyonlardan önceydi. Şimdi bu dönüş daha da zorlaştı ama kanımca daha da önemli ve değerli hale geldi.

Silâhların karşısına gözyaşıyla değil, iktidarın otoriterleşmesine nasihatle değil insan hakları hukukumuzu silâh yapan siyasetlerle çıkmalıyız.

Bunun aması, fakatı yok.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89