Dün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya gezisi sürerken, Türkiye’de de vicdanları rahatsız eden son KCK tutuklamaları nedeniyle ‘Kürt Sorunu’ en önde koşuyordu...
KCK bağlamındaki son tutuklamalar, ‘demokratikleşme’ ve ‘güvenlik’ ile ‘dağa adam çıkarma’ ve ‘dağdan adam indirme’ yöntemlerine yönelik tartışmayı yoğunlaştırarak farklı bir saflaşmaya da katalizörlük ediyor.
Ben, soruna çözüm ararken, hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Alman yönetimine yaptığı eleştirileri, hem de Hillary Clinton’ın Türkiye’ye yönelik tavsiyelerini önemsemek gerektiğini düşünüyorum...
Her ikisinin karmasının, Türkiye’nin Kürt Sorunu’nu çözmekle kalmayıp, rahmetli Turgut Özal’ın değişiyle bize ‘çağ atlatacağına’ da inanıyorum...
***
Almanya’da yaklaşık üç milyon Türk yaşıyor ve bunların yaklaşık 700 bini Alman vatandaşı...
Başbakan Erdoğan, önceki gün Almanya’daki ‘üç milyonluk Türkiye’ için taleplerini şöyle vurguluyordu:
“Almanya’nın sosyal dokusunda tartışmasız yer edinen Türklerin, fırsat eşitliğinden, eşit katılımdan ve birlikte yaşama imkânından ne kadar istifade ettiğini sormak ve sorgulamak bizim hakkımızdır.
Ben her fırsatta ifade ettim, bugün burada da söylüyorum; benim buradaki kardeşim Almanca’yı muhakkak ama muhakkak öğrensin. Benim buradaki kardeşim, hak ediyorsa Almanya vatandaşı olsun. Ama hiç kimse bizden, kendi ana dilimizi unutmamızı beklemesin. Biz, 50 yıl sonra, sadece soyadlarıyla Türk olan, asimile olmuş bir toplum görmek değil; diliyle, kültürüyle, gelenekleriyle, inançlarıyla var olan ve ayakta duran ve yaşadığı ülkeye her yönden önemli katkılar yapan bir toplum görmek istiyoruz.”
Aslında...
Almanya’daki Türk vatandaşlarımız için istediklerimizi kendi Kürt vatandaşlarımıza versek, Kürt Sorunu’nun ve şiddetin zemini çok büyük ölçüde eriyecek...
Cumhuriyet demokratikleşecek; devlet, Türkiye Kürtlerinin de devleti haline gelecek...
***
Aslında ‘dünya’ da bizden bunu biran önce yapmamızı gittikçe artan bir şekilde talep ediyor...
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın bizim gazeteye de manşet olan Washington’daki Türk Amerikan Konseyi’nde yaptığı konuşma adeta bir yol haritası gibi...
Clinton, liberal ekonomik değerlere atıfta bulunarak, sağlıklı ve canlı bir ekonominin dayanaklarını, ‘görüşlerin serbestçe tartışılabilmesi, bilginin serbestçe akışı ve hukukun üstünlüğü’ olarak sıralıyor...
Kadın ve etnik azınlık haklarının geliştirilmesinin öneminden söz ediyor...
Clinton ayrıca, yargıda hukukun gereklerinin gözetildiği bir ortamı güçlendirmenin ve yolsuzlukla mücadelenin her ülkenin kalkınmasına katkıda bulunacağını, bunun için bir diğer ihtiyacın ‘hür ve bağımsız bir medyayı korumak’ olduğunu tekrarlıyor...
“Demokrasiyi mükemmelleştirme süreci asla bitmez.
Kendi deneyimimizden de biliyoruz ki bunun için yılmadan çaba göstermek ve geri gidişi önlemek için dikkat gerekmektedir” diyor...
Ben bu konuşmada sadece bir yol haritası görmüyorum, bir ikaz da hissediyorum...
***
Yukarıdaki konuşmalar ışığında, son KCK tutuklamaları da dâhil, Kürt Sorunu’nu çözmek için şu iki soruya cevap vermek gerekiyor:
Dağa adam mı çıkaracağız, dağdan adam mı indireceğiz?
Ve demokratikleşmeye mi öncelik vereceğiz, güvenlik anlayışına mı?
Dağdan adam indirmeyi hedefleyen ciddi, kapsamlı, tutarlı ve sistemli bir demokratikleşmeyi savsaklamak Türkiye’yi cehenneme çevirir...
Demokratikleşmenin savsaklandığı, güvenlik vurgusunun eskiyi aratmadığı yeni bir dönem endişesi herkesi korkutmaya başladı çünkü...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.