Almanya'nın Türkiye'deki istihbarat faaliyetleri hiçbir zaman sorgulanmaz. ABD sorgulanır, İsrail sorgulanır, bütün boyutlarıyla tartışılır ama konu Almanya olunca herkes sessizliğe bürünür. Alman istihbaratının bu ülkenin kılcal damarlarına kadar işlediğini bildiğimiz halde, Mossad, CIA ve Rus istihbaratının en gizli operasyonlarından bir şekilde haberdar olduğumuz halde bu konuda neden kimse bir söz söyleyemez? Yıllardır bunu hep şaşkınlıkla izledim. Sarsıcı olaylar oldu, suikastler işlendi, etnik ve mezhep eksenli çatışmalar çıkarıldı ama Alman istihbaratına tek söz söylenmedi. Mesela; Alevi-Sünni meselesinin merkezinde hep Almanya vardır ama herkes bunu bilmezlikten geldi.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; "Bazı Alman vakıflarının belediyeler ve müteahhitler üzerinden teröre dolaylı para aktardığı"na dair cümleleri, sadece PKK'nın para kaynaklarını değil, Alman istihbaratının, derin devletinin Türkiye operasyonlarını da tartışmaya açması gerekiyor. Bu fırsat da suskunlukla geçiştirilirse Türkiye adına gerçekten talihsizlik olacak.
Bugün, Türkiye'nin etkisini artırma, pozisyonunu güçlendirme, küresel güç olma yolunda karşısına dikilen en belirgin ülke Almanya. Fransa ile birlikte önce Türkiye'nin Avrupa Birliği projesini işlemez hale getirdiler. Yine Fransa ile birlikte, Türkiye kamuoyunun birkaç haftadır izlediği ancak uzun zamandır devam eden, Doğu Akdeniz'deki krizin mimarı da Almanya. Akdeniz'de ve Balkanlar'da; İsrail, Fransa, Yunanistan ve Rum Kesimi ile Türkiye karşıtı eksen oluşumunun mimarlığını da Almanya yapıyor. Türkiye'yi bütün bölgelerden tecrit etmek, Anadolu'ya hapsetmek, Anadolu'da ise PKK üzerinden Kürt meselesiyle ve Alevi-Sünni sorunlarıyla bu ülkenin bütün enerjisini tüketmek Alman dış politikasının önceliklerinden. Böyle olunca da, istihbaratıyla, vakıflarıyla, ekonomisiyle Türkiye içinde belki de en etkin güç haline geliyor.
Şaşırdığım bir nokta daha var. Konu Almanya olunca, hemen her siyasi kesimden vakıflarda, insan hakları örgütlerinde, kitle iletişim araçlarında bir sessizlik oluyor. Sanki ortak bir yaklaşım, tek merkezden uyarı gibi bir görüntü var. Bu alana elini uzatan yanıyor, kimse de uzatmıyor zaten.
Geçtiğimiz yıl; Almanya Cumhurbaşkanı Christina Wulff "İslam Almanya'nın parçası" diyerek bir tartışma başlatmıştı. Kendisi Türkiye'yi ziyaret ederken Angela Merkel keskin açıklamalarıyla tartışmayı bitirdi. "İslam'ın ve Müslümanların Avrupa'nın parçası olmadığını, olamayacağını, bu gerçeğin hiçbir zaman kabul edilmeyeceğini, bu güne kadarki sessizliğin ve bir arada yaşama söyleminin yanılsamadan ibaret olduğunu, Batı'nın bu yöndeki gerçek niyetinin hep izlendiğini" söylüyordu Merkel.
Aslında bu sözlerin altında başka bir şey vardı: Almanya ve üzerinden Avrupa Birliği, İslam karşıtlığı tezini ABD'den devralıyordu. Bu sefer Atlas Okyanusu'nun doğu yakasında şiddetli bir İslam karşıtlığı yükseliyor, beraberinde aşırı sağın yükselişini, yabancı düşmanlığını tetikliyordu. Eskiden bunu aşırı sağ gruplar yaparken şimdi, özellikle de ekonomik krizin sarsmasıyla, hükümetler, devletler yapıyor, yabancıların bir an önce Kıta'dan sürülmesi planlanıyordu. Tartışma Almanya olunca, konu sadece PKK ile sınırlı kalmıyor.
Yine; geçtiğimiz Şubat ayında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) yapılan Türkiye karşıtı protestoları yaptıranlar, "Türkiye defol" sloganları attıranlar da onlardı. Yani Almanya işin merkezindeydi. Bir çarpıcı örnek daha vereceğim.
Türkiye'de tam Ergenekon operasyonları başladığı günlerdi. Almanya'da bir anda Türkler'in oturduğu evler yakılır oldu. Almanya'nın bir çok eyaletinde, Avusturya'ya kadar yüzün üzerinde ev kundaklandı. Birkaç örnek vereyim: 3 Şubat 2008: Ludwigshafen'deki yangında 9 kişi öldü, 60 kişi yaralandı. 14 Şubat 2008: Aldingen'de bir Alman, Türklerin apartmanını ateşe verdi. 19 Şubat 2008: Marburg'da yine bir Türk ailenin evi 2 saat arayla 2 kez kundaklanmak istendi. 21 Şubat 2008: Münih'te evleri kundaklanan Türk aile ölümden döndü. Öyle ki, Almanya'dan Türkiye'ye cenazeler geliyor, kundaklamalar hız kesmiyordu. Oysa aynı dönemde ışırı sağ grupların bir taşkınlığı, yürüyüşü izlenmiyordu. Kim yapıyordu bunları? Neden hiç kimse yakalanmıyordu? Tam bir derin devlet operasyonuydu bu.
Uzun süre devam eden yangınların failleri bulunamadı, gizlendi. Bırakın hepsini, bir kişi bile ceza almadı. En son Alman Federal Savcılığı, bir açıklama yaptı ve bütün dosyaları kapattı. Eğer Türkiye'de böyle bir şey olsa dünya yağa kalkardı.
Almanya'ya kimse ses çıkaramadı. Türkiye'de onca dernek, vakıf, insan hakları örgütü, medya organı, yazar-çizer sadece sustu. Saldırılarla ilgili bütün dosyalar kapatıldı. O zaman sorular sormuştuk. Cevaplarını alamadık. Belki, Başbakan'ın bu açıklamasının başlattığı tartışmalarla bu soruların cevapları da ortaya çıkar. Sorular şöyleydi:
Alman devleti ya da AB, Türkiye'deki STK'ları da mı susturuyor? Türkiye kamuoyunun tepkisi satın mı alındı? Yıllardır suskun kalan Alman aşırı sağı, çeteleri, neden Ergenekon operasyonu başladıktan sonra harekete geçti? Kontrolden çıkmış ırkçı tahrikler sokaklarda hissedilmezken, saldırılar devlet içinde bir yerlerden mi yönetiliyor? Avrupa'da yabancı düşmanlığı eskiden halk kesimindeydi. Şimdi yönetimler bunu yapıyor. O zaman devlet böyle tehditlerle bu "sorun"dan kurtulma yolunu mu tercih ediyor? Türkiye'deki saldırılarla, operasyonlarla Almanya'daki saldırılar arasında bir bağ var mı? Birileri Türkiye'de Alman derin devletine yakın unsurları tasfiye etmeye girişti de, bunun intikamı mı alınıyor?
Almanya'nın Türkiye operasyonları üzerindeki sis perdesi daha doğrusu perdeleme kaldırılmalı. Türkiye'yi her alanda köşeye sıkıştırmaya çalışan bu ülkenin, sivil toplum kuruluşları üzerindeki kontrol edici pozisyonu tartışmaya açılmalı. İnsanlarımız yanarken, cenazeleri Anadolu'ya taşınırken bile, bu cinayetlerden sorumlu Alman derin devletini, "Alman Ergenekonu"nu sorgulayamıyorsak, PKK'ya para transferinin önüne geçme şansımız yok!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.