Bugünlerde hakkımda kötü bir şey söylemek modası çıktı nedense. Bunu, söylemediğim bir söz üstüne yapmak da işin kuralı halinde. Eh, ben de bir başkasının sözünü Sırrı Önder’e mal ettiğime göre “ilahi adalet” çalışıyor diyelim. Yalnız benim mal ettiğim sözle onun kendi söyledikleri arasında fazla bir mesafe yok. Bana izafe edilenler ise benim söylediğimin tam tersi oluyor.
Geçenlerde Türkiye’de “sosyalizmin yerlileşmesi” üstüne yazdığım yazıyla ilgili, Aytek Soner Alpan adında biri tam bunu yapıyor. O yazıdan çıkardığı sonuç, benim sosyalizmi Türkiye’de “yerlileştirmek” için, onu burada varolan, “yerli” sayılan bir ideolojiye bir şekilde yamamak istemem. Bunu kanıtlamak için kullandığım bir kelimeye, “monte” etme kavramına dört elle sarılmış. Bu öyle bir sarılma ki, Türkçede bunu ancak “mal bulmuş Mağrıbî” deyimi canlandırabilir: “Bu nedenle mekanik bir çağrışım yaptığı için kulak tırmalayan ‘monte’ sözcüğü bu tartışmanın genel gündeme geliş biçimi ve amacı düşünüldüğünde aslında tam da aranan sözcüktür. Çünkü bu tartışmalarda sosyalizmin doğruculuk, Kemalizm ya da dine (ya da İslamcılık) ‘montesi’ yerlileşmenin anahtarı olarak sunuluyor. Böyle bir bakış açısına göre sosyalizme hem fikrî düzlemde hem de bir siyasî proje olarak ancak bu ilişkilendirmeler içinden ulaşılabilir.”
Görüldüğü gibi, bütün mantık bu “monte”ye dayanıyor. Mağrıbî’nin bulduğu “mal” bu. İyi de, ben o kelimeyi, ironik etki yaratması için özellikle seçtim. Bunca yıldır yazı yazan ve bir dil duyarlılığına erişmeye çalışan biri olarak, “monte” kelimesinin yaratacağı “yapaylık”, “eğretilik” ve “ecnebilik” çağrışımlarının elbette ki farkındayım.
İyi, ironiyi kaçırdı, yanlış anladı. Falanca filanca hakkında böyle iri iddialarda bulunacaksan, o kişinin nasıl biri olduğu hakkında biraz bir şey öğrenirsin. Kendimi bildim bileli, bu zatın benim yaptığımı söylediği şeyin yapılmasına karşı çıkmış ve bununla mücadele vermişimdir. Kemal Tahir Devlet Ana’da Marksist terminoloji içinde çalışır gibi yapıp buradan “kerim devlet” gibi bir “montaj”a geldiğinde ben karşı çıkmıştım (1969 olsa gerek). Ecevit, “sosyal-demokrasi”ye de biraz Marksizm bulaştığı için “demokratik sol” demenin daha iyi olacağını söylediğinde, solu Marx’tan ayırmak üzere bunca çabalayan birinin “sol” kavramından da vazgeçmesinin yapabileceği en iyi iş olacağı tavsiyesinde bulunmuştum. Deniz Baykal, Tarık Buğra’nın romanında Edebali’ye söylettiği sözlerden “Anadolu solu” diye bir kavram çıkarmaya kalkışınca, bu projeyle dalga geçen kaç yazı yazdığımı hatırlamıyorum. “İslâm sosyalizmi” diye bir şeye inanmam. Sosyalizmi Kemalizm’e “monte” etmekse (bu dahi ima edilmiş), Kemalizm’in kendisinin otoriterlik dışında bir “yeterliliği” olduğunu düşünmem.
“İroniyi kaçırdı” da, yıllar önce bu sorun üstüne yazdığım “Marksizm’in Millileşmesi mi, Yerlileşmesi mi?” yazımı da okumuş. Oradan da buna benzer parçalar çıkarmış.
Teorik düzeyde “yerlileşme”den anladığım, bir toplumun kendi sorunlarını Marksist toplumsal-politik analiz yöntemiyle incelemesidir. Başka toplumların analizinin sonuçlarını kendi toplumuna “monte” etmek değil, analizin yöntemini uygulamak! O yazıda bu işi en iyi yapanların Rusya’da Plekhanov, İtalya’da Labriola olduğunu yazmıştım. Bu adamlar neci, “adaptör” mi? Yoksa ülkelerinin erken Marksistleri mi (kafası Alpan gibi çalışan biri bu sözüme de, “İşte, revizyonist Plekhanov’u salık verdi” diye bir sonuç çıkarabilir)?
Ancak asıl derdim teorik değil, pratikti. Yerlileşmenin, toplumun demokratik-sosyalist mücadelesinde somut bir yer almak ve rol oynamakla gerçekleşeceğini anlatmaya çalışıyordum. Bu da, sözgelişi, korporatizmle, ırkçılıkla vb. ittifak kurarak olmaz.
Bu konuda söyleyeceğim daha bitmedi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.