Hrant Dink cinayetinin, aynen diğer gayrimüslim cinayetleri gibi, Türkiye'de milliyetçi bir ortamın üretilmesi ve 'gayri milli' ilan edilecek AKP karşısında darbenin psikolojik zemininin oluşturulması amacıyla yapıldığını atık herkes anlamış durumda.
Aslında bu, AKP'liler için baştan beri apaçık bir gerçeklik. Nitekim cinayet gecesi bazı hükümet mensupları, bu eylemin doğrudan hükümete karşı olduğu yorumunu yapmışlardı. O zaman iktidar partisinin bugüne dek Dink davasındaki en hafif tabirle 'çekingen' tavrını nasıl açıklamak lazım? 'Yargının yürütmeden istediği her şeyin yapıldığı' söylemi ancak hüzünlü bir gülümseme ile karşılanabilir. Eğer hükümet üyeleri gerçekten de kendilerini vicdan rahatlığı içinde buluyorlarsa, yetkileri konusunda epeyce bihaber olmaları gerekir. Çünkü hükümet hiçbir idari soruşturmayı sonucuna götürmediği gibi, İçişleri Bakanlığı'na yönelik soruşturmayı açamadı bile. Hrant'ı dolaylı olarak tehdit eden MİT mensuplarından delil karartanlara kadar onlarca kişinin açığa alınması bile düşünülmezken, bu kişilerin çoğu terfi ettirildi. Kısacası AKP iktidarı Dink davasında olabildiğince mesafeli kalmaya, gözlerini kapalı tutmaya çalıştı, bu rüzgârın gelip geçeceğine ve kendisine dokunmayacağına inanmak istedi.
Ama yargının izan tanımayan kararı, ister istemez hükümeti bütün sorumluluğu ile davanın parçası yapıyor ve o kaçınılmaz soru yeniden karşımıza çıkıyor: Acaba bizzat kendisine karşı bir eylem olarak gördüğü bu cinayette, AKP niçin iktidarsızlığı ve hatta duyarsızlığı tercih etti?
Bunun zihniyetten siyasete uzanan dört nedeni var gibi gözüküyor. İşin zihniyet tarafında, İslami muhafazakâr kesimin kadim devlet yüceltmesini ve bağımlılığını zikretmek gerek. Sadece Sünni/Hanefi gelenekteki otoriteye biat etmenin olumlu rezonansı nedeniyle değil, kaotik yapılardan korkunun da etkisiyle ve tabii ki yüzyıllara dayanan Osmanlı deneyiminin sonucu olarak, Türkiye'deki dindarların devleti son kertede kayırma, ona toz kondurmama, devletin yanlışlarını ille de sistem dışına çekerek kişisel yanlışlara indirgeme eğilimi var. Bunun nedeni toplumun kendi kimliğini bizzat kendi kültürü üzerinden sahiplenememesi ve söz konusu kimliğin varoluş ve bekasını devletin varlığına dayandırmasıdır. Bu anlayış devleti eleştirmek bir yana, devlete nesnel bakabilmeyi de engellediği gibi, devletin kuruluş felsefesinden gelen hak ihlallerinin de 'yabancıların niyeti' üzerinden gerekçelendirilmesine neden oluyor. AKP de sonuçta bu kesimden geliyor ve devlete mesafe alması pek de kolay bir siyasi teşkilata sahip değil.
İkinci neden zihniyetle siyasetin buluştuğu bir noktayı temsil etmekte. AKP art arda seçim kazanan ve oylarını yüzde 50'ye getirmiş bir parti. Lideri artık 'ustalık dönemlerinde' olduklarını söylüyor... Yani AKP iktidarı artık devlete hakim olduğu, arka planda bir çekişme yaşanmadığı izlenimini vermeye çalışıyor. Bu anlaşılır bir istek, çünkü arkasında böylesine toplumsal destek olan bir hükümetin, topluma dönüp 'bürokrasiyi yönetemiyorum' diye şikâyet etmesi düşünülemez. Böyle bir durum varsa, hükümetin de acilen tedbir alıp o bürokrasiyi 'düzeltmesi' beklenir. Diğer taraftan AKP hükümeti kendi özgüveninin parçası ve düşündüğü reformların güvencesi olarak, devleti 'hırpalamadan' değiştirmenin peşinde. Değişim dinamiğini, devletin AKP altında yeniden konsolide edilmesiyle paralel bir süreç olarak tasavvur ediyor. Bu durum, hükümetin bürokrasinin üzerine gitmesini zorlaştırıyor.
Diğer iki neden tamamen siyasi nitelikte... Bunlardan biri Ergenekon dava ve soruşturmalarının sağlıklı sürebilmesinin bürokrasinin bir bölümünün desteğini gerektirmesi. Nitekim Dink cinayetinde en azından 'ihmalkârlar' arasında adı geçen birçok kişi, bugün Ergenekon'un askerî kanadının deşifre edilmesinde hükümete önemli destek veriyor. Oysa Dink davasının derinleşmesi, bu kişilerin sorgulanmasını ve belki de dolaylı Ergenekon bağlantılarını ortaya çıkaracak. Dolayısıyla hükümet özellikle Emniyet teşkilatına ilişkin olarak kendi elini bağlı hissediyor. Son neden ise niçin bizzat askerî kanadın üzerine yeterince gidilemediğini söylüyor: Çünkü ortada bir 'Kürt meselesi' var... Karşılıklı güvensizliklere ilave olarak PKK'nın masa başında verilebilecek hiçbir şeyle yetinmeyeceği kanısına varılması, reformlara girişilmeden önce PKK'nın zayıflatılması gerektiği tezine yol açtı. Bu ise askerin desteğini zorunlu kıldı ve 'askere güvenen' bir hükümet olmayı ima etti. Eğer Kürt meselesi müzakere yoluna girmiş olsaydı, belki hükümet de Dink davasında ahlakı siyasetin önüne alan, daha cesur bir çizgi izleyebilirdi. Ama PKK ile mücadele hükümeti bürokrasiye mahkûm etti ve bu da bürokrasinin iç dengelerini deşmeme stratejisiyle sonuçlandı.
Böylece Dink davasında paralize olmuş bir hükümetle karşılaştık. Çünkü bu davada suç bir devletçi konsensüsü ima ediyor. Yargının kararı belki şimdi bu dengeleri zorlayabilir. Hükümetin bir şansı daha var. AKP'nin 'ahlak omurgası' bir kez daha sınavda....
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.