Zaman zaman, Türkiye’de son 10-12 yılda olanları bir çeşit “devrim” olarak nitelendiğine tanık oluyoruz. Bu niteleme en çok da Etyen Mahçupyan’ın kaleminden çıkıyor. Etyen, bu durumu uzun zamandır adına “devrim” demese de yazıyordu, AKP siyasallaşmasının, kendisi öyle olmasa da ülkedeki demokrasiyi ilerlettiğine ve İslami kesimin sekülerleşmesini sağladığına vurgu yapıyordu. Doğrusu birçok işaretten ben de benzer sonuçlar çıkarıyor olsam da, Etyen’in “devrim” ya da “ihtilal” vurgusunun ve dolayısıyla AKP yorumunun tartışılmaya muhtaç olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki son 10-12 yılda ülkede önemli ekonomik ve siyasal değişimler olduğu ortada. Özellikle “Anadolu sermayesi” denilen sermaye içi farklılaşmaya işaret eden, ilk tespitleri yapan insanlardan biriyim. Ülkedeki “büyük sermaye”nin (siz bunu “laik” burjuvazi olarak da okuyabilirsiniz) “tekelci” ve “devletçi” olduğuna “serbest piyasadan” hoşlanmadığına ve bu çerçevede Özal’la bile çatıştığına işaret eden yazılarım oldu. Özellikle “büyük sermaye”nin kendisinin sahip olduğu bankalar aracılığıyla elinde tuttuğu kredi musluklarını istediğine açıp istediğine kapadığına dikkat çekerek, fikri olup da yeterli sermayesi olmayanların (genel olarak KOBİ’ler veya Anadolu sermayesinin) büyük bankaların kapılarında mağdur edildiğine işaret etmiş ve bu “eşitsizliğin” doğru olmadığına vurgu yapan yazılar yazmıştım.
Bütün bu gelişmelerin 2000 öncesinde, bir yandan bir ekonomik krize, diğer yandan da siyasi krize yol açacağı ortadaydı. Nitekim hayat da öyle gelişti ve Anadolu sermayesi diyebileceğim bir sermaye kesiminin AKP’yi iktidara getirmek üzere davranmasıyla ülkede bir değişimin de başladığına tanıklık ettik. İlk işaret 1996 yılı Avrupa Birliği ile “Gümrük Birliği” kararının imzalanmış olması oldu. Gümrük birliğinin getirdiği yeni ekonomik koşullar “büyük sermaye”nin devlet tarafından korunma imkanlarını büyük ölçüde bitirdi. Bu aslında Anadolu sermayesinin de gelişmesinin yollarını açtı vs. Bu gelişmelerden sonra geçen birkaç yılda “eski rejimin” siyaset mekanizmasının çökmesi ve böylelikle de 2001 seçimleriyle AKP’nin iktidara gelmesi mümkün oldu.
Bu süreci böyle bir perspektiften değerlendirince AKP’nin iktidara gelmesinin ardında Anadolu sermayesinin gücü olsa da aynı zamanda eski ekonomik rejimin kendini tüketmiş olduğu gerçeğinin de yattığını görmemiz gerek. Bir başka deyişle AKP’nin iktidarı, AKP’nin önümüze koyduğu toplum tasavvurundan çok, özellikle ülkedeki liberallerin, solcuların ve demokratların yükselttiği, eski rejimin adaletsizliklerine ve eşitsizliklerine ilişkin itirazların da bir sonucudur. Hatta daha ileri giderek şunu söyleyebiliriz ki, bu ülkede liberallerin, solcuların ve demokratların yarattığı itiraz iklimi olmasaydı AKP’nin iktidar olması bile pek mümkün olamazdı.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendini “mağdur” hissetmiş bir kesimin siyasileri ve aydınları, İslami kesimin dışında duran insanlara onların da kendilerini içinde hissedebilecekleri ciddi bir vizyon, ciddi bir toplum tasavvuru sunmamışlardır. O nedenle de AKP siyaseti neredeyse başından beri İslami bir kimlik siyaseti olarak oluşmuş ve fakat toplumun büyük çoğunluğunun, liberallerin, solcuların ve demokratların eski rejimle ilgili itirazları üzerine oturmuştur.
Dolayısıyla AKP ile İslami kesimde olan değişim, ekonomik ve siyasi alanlarda bir değişime işaret ediyor olsa bile, bu değişimin bütün toplumu kuşatan (ya da etkisi altına alan) bir söylem bütünlüğü taşımadığı ortada. Aksine toplumda birikmiş bir yüzyıllık sessizliği bozmaya çalışan ve İslami kesimden olmayanların yarattığı itiraz çabaları olmasaydı belki de bu noktaya kadar da gelebilmiş olmazdık. Bu nedenle de bütün bu değişim fikri ve enerjisini yalnızca İslami kesimin aktörleriyle tanımlamak gerçeği tam olarak yansıtan bir yaklaşım olamaz.
Bu konuya haftaya devam edeceğim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.