Siyaset felsefesi toplum için yapılması gereken iyiliklerden söz ederek siyaseti yüceltir. Gerçekten de siyasetin meşruiyeti iyilik ve genel yararlılık ilkesine dayanır.
Ancak hayatın somut yaşanma biçimi çok farklı kaygıları öne çıkarır: Siyaset öncelikle iktidara gelme ve iktidara tutunma çabası demektir. Toplumu etkileme bir ideal olarak yerli yerinde dursa da, bu etkilemeyi azami hale getirme iktidara sahip olmayı gerektirir. Bu nedenle zaten iktidarda olan siyasi aktörlerin temel uğraşı orada kalmaya çalışmak, iktidarlarını riske atmamaktır. Nitekim idealist amaçlar uğruna iktidarını tehlikeye atan siyasi partilerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Hele söz konusu parti devlet sistematiği ile bir çatışma içindeyse, iktidara daha da yapışacak, aksi halde yasal engellemeler nedeniyle bir daha iktidar olamayabileceğini de dikkate alacaktır.
Bu fotoğrafa büyük ölçüde oturan AKP'nin Kürt meselesini çözme isteği ve iradesini acaba nasıl açıklamak lazım? Açılımın zemininin genel toplumsal destek olduğu açık. Ayrıca İslami kesimin değişiminin küreselleşmeye uyum yönünde yeni normlar ima ettiği, Osmanlı'yı çağrıştıran bir bellek arayışına neden olduğu da doğru. Ancak kritik soru Kürt meselesinin çözümüne yönelik sürecin oy kaybı getirip getirmeyeceğidir. Genel toplumsal desteğin somut oy dağılımında ne yönde ve ne kadar etkili olacağı belli değil, çünkü söz konusu destek bir dizi endişeden muaf olmadığı gibi, en ufak bir başarısızlık ihtimalinde endişelerin ağırlığı bir anda artabilir. İslami kesimin ağırlığına da fazla güvenilemez, çünkü sonuçta bu kesim çoğunluğu oluşturmuyor ve benzer endişeler orada da mevcut.
Böylece ‘acaba AKP şansını fazla mı zorluyor?' sorusuna geliyoruz ki Joost Lagendijk'in 13 Ocak yazısı tam da bunu dile getiriyordu: “Erdoğan... cumhurbaşkanı olması için ihtiyaç duyduğu varsayılan milliyetçi oyları kaybetme riskini niye göze aldı?” Lagendijk, Başbakan'ın son dönemde ölüm cezasının geri gelmesi, BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gibi çıkışlarının nedeninin milliyetçi oyları almak olduğu değerlendirmesini yapıyor ve bunun siyasi rasyonelini de cumhurbaşkanlığı seçiminde bu oyların gerekliliğinde arıyordu. Kürt meselesini çözmeye kalkışmak bu hedefi zora sokmaktaydı, çünkü AKP başarılı olmazsa zaten bu yükün altında kalacak, başarılı olduğu takdirde de taviz vermiş olma suçlamasıyla karşılaşacaktı. Yani her halükarda AKP'nin milliyetçi oyları alma ihtimali kalmıyordu. Lagendijk, bir açıklamanın AKP'nin Kürt oylarını alması olabileceğini önermişti, ama bu noktada da haklı olarak temkinliydi, çünkü çözümün Kürtleri yeterince tatmin etmemesi durumunda bu oyların da gelme ihtimali kalmazdı...
Velhasıl gerçekçi bir siyaset analizi çerçevesinden bakıldığında ve AKP'nin iktidarda kalmasının ne denli hayati olduğu dikkate alındığında, Kürt meselesinin çözümüne yönelik çabalar ‘başarı garantisi bulunmadığı bile bile alınan bir riski' ifade etmekteydi ve açıklanmaya muhtaçtı. Gerçekten de Lagendijk haklı gözüküyor. Kürt sorununun çözümü, kabaca yüzde 7 olan demokratlardan ilave 2 puan getirebilse de, Kürt oylarını çok fazla değiştirmesi beklenemez. Sonuçta AKP zaten bu oyların yarısını alıyor. Ayrıca eğer çözüm gerçekleşecekse bunda Kürt siyasetinin de payı ve başarısı olacak. Buna karşılık milliyetçi oyların AKP'ye gitme potansiyeli taşıyan ve toplam seçmen açısından kabaca yüzde onu oluşturan kısmının en az yarısı, belki de hepsi kaybedilebilir. Bu da AKP'yi yüzde 40'lara doğru çeker ve tehlike çanlarının çalmaya başlamasını ima eder.
Ama AKP yine de bu yola giriyor. Acaba neye güveniyor? İlginç bir belirti, şehit ailelerinin tavrıdır. Milliyetçi tabanın da artık değişmekte olduğunu, kendilerini ‘milliyetçi' olarak tanımlayan insanların ülkücü ve ulusalcılardan ayrımlaştığını görüyoruz. Dolayısıyla AKP'nin milliyetçi kesimden aldığı destekte belki de büyük bir düşme olmayabilir. Ama çok daha ilginci laik kesimin tutumu… TESEV çalışmasında kendilerini ‘Atatürkçü' olarak tanımlayan ve en geniş siyasi kimlik kategorisini oluşturan kesim, Kürt meselesinin çözümüne yönelik olarak özgürlükçü bir tutuma epeyce yatkın gözüküyor. Atatürkçüler ile İslamcıların yaklaşımı bu konuda benzer bir görünüm arz ediyor ve belki de laik kesimden yeni bir kopuşun ve melezleşmenin haberciliğini yapıyor. Nitekim CHP'nin iç yalpalamaları bunun işareti… Bu durumda samimi çözüm çabası AKP'nin oylarını daha da artırabilir ve üstelik partinin ‘merkezi' temsil etme gücünü sağlamlaştırır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.