İranlı şair Sadi, kişisel izlenim ve deneyimlerini dile getirdiği Gülistan adlı eserinde, "mazluma taş atan biri önce kendi kafasını kırar" diyor.
Güçlünün zayıfın kolunu kırmasının hata olacağını söylüyor. "Çaresizlere acımayan kişi yaralı gönüllerin ateşinden korksun" diye de uyarıyor!
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı hayati önemdeki Kürt ve Kürdistan sorununu anlamak isteyen herkesin Sadi’nin bu sözlerine kulak vermesi gerekiyor.
Zira önümüzde duran kanlı ve karanlık tablo Türk devletinin imzasını taşıyor!
Türk devleti kurulduğundan bu yana Kürtlerin kafasını kırmak için attığı her taşla kendi kafasını da kırıyor; her taş Kürtlerden önce kendisini kan revan içinde bırakıyor.
Kendisinden zayıf Kürtlerin haklarını gasp eden ve ‘çaresizlere acımayan Türk devletinin izlediği bu politika sebebiyle Kürt halkı bir bedel ödüyor ama, bedelin daha ağırını kendisi ödüyor.
Devletin içine düştüğü ‘çöküntü ve dağılma‘ durumu bunu gösteriyor.
Tabii, insanın içinden ‘beter olsun‘ demek geliyor ama, bu da sorunu çözmüyor.
Daha çok taş atmak; daha çok kan akıtmak, vurup kırmak şimdiye kadar acıları ve düşmanlıkları arttırmaktan başka bir işe yaramadı, bundan sonra da yaramaz.
100 yıllık TC tarihi bunu dost-düşman herkese gösterdi fakat, bundan ders de alınmadı. Son olaylara gösterilen tepkilere bakılırsa ders alınacağa da benzemiyor.
Türk devleti, ‘Türklerin genetik kodları demokratik değerlerle uyuşmuyor‘ diyenleri haklı çıkarırcasına, aradan 100 yıla yakın zaman geçmesine rağmen Kürt sorununu çözecek demokratik yeteneği, basireti ve dirayeti göstermedi.
Bunun yerine suçu başkasına atmayı, kendisinden başka herkesi suçlamayı tercih etti. Tabii, Türk devleti sadece Kürt sorununu değil, yapısal hiçbir sorununu çözemedi.
Kuruluş aşamasındaki, hatta Osmanlı’dan devralınan yapısal sorunlar sadece siyasetin iktidar amacına malzeme edildi ve çözülmeden günümüze kadar geldi.
Siyasi partiler bu sorunları çözmek vaadiyle iktidara geldiler fakat, daha sonra ya tersini yaptılar ya da sorun yokmuş gibi davrandılar!
Türkiye’nin vesayetçi ve ekonomik ranta dayalı sistemi toplum yararını gözeten, ülkenin yapısal sorunlarını çözecek ve onu demokratik, özgür, katılımcı bir ülkeye dönüştürecek olan alternatif siyaseteyse izin vermedi.
Egemen siyasette ‘iktidar ve rant‘ odaklı yapıldığı için kimse sorun çözmeye yanaşmıyor.
Kürt ve Kürdistan meselesini kritik bir kavşağa dayandığı Türkiye’de, başta Kürt sorunu bütün yapısal sorunların radikal reformlarla hem de hızla çözülmesi gerekiyor ancak, egemen siyaset (AKP Hükümeti) bunu bırakmış, ekonomik ve siyasi rant peşinde koşuyor.
Başbakan Erdoğan Çankaya’ya çıkmaya, yandaşları ceplerini daha fazla doldurmaya çalışıyor. Oysa AKP de iktidara Türkiye’nin Kürt sorunundan Ermeni meselesine, gelir dağılımından, idarenin yeniden yapılandırılmasına kadar yapısal sorunlarını çözme vaadiyle gelmişti.
Şimdi bu sorunları çözmek yerine rantını büyütmeye çalışıyor. Toplumdan yükselen özgürlük ve refah taleplerini de ırkçı milliyetçi ve dinci gericili hamasetle ve polis marifetiyle bastırmaya devam ediyor.
AKP bu yüzden birçok iç ve dış sorunda olduğu gibi Kürt sorununda da olayların peşinden sürükleniyor. Bu da geleceğe yönelik tehditleri arttırıyor.
MHP’yle bütünleşme sürecine giren AKP’nin bu kaygıları taşımadığı anlaşılıyor ancak, gidişatın yönü felakete işaret ediyor.
Suriye Kürtlerinin özgürleşmesinin ardından BDP-PKK kucaklaşmasına ve son olarak Antep’te bombaların patlamasına gösterilen tepkiler bu konuda yeterli fikir veriyor.
AKP Hükümeti Kürtlerin lehine (Türklerin de aleyhine olmayan) her gelişmenin ardından ırkçı nefreti körüklemeye ve şiddetin dozunu yükseltmeye çalışıyor.
BDP-PKK kucaklaşmasının verdiği insani mesajı almak yerine bir bardak suda fırtınalar koparıyor! Sanki PKK gerillası bu halkın çocuğu, bu ülkenin bir gerçeği değil de, başka gezegenden gelmiş gibi bir algı yaratmak, bunun üzerinden savaşı kışkırtmak istiyor!
Sanki sivilleri topluca katleden Özgür Suriye Ordusu’na ve El Kaide’ye kucak açan, bunlara silah, cephane ve üs veren kendisi değilmiş gibi kalkmış ‘terör‘ edebiyatı yapıyor!
Erdoğan’ın savaş yanlısı başdanışmanı Akdoğan, BDP-PKK kucaklaşmasının‚ ‘BDP’nin intiharı‘ olduğunu söylüyor!
BDP’yi hedef tahtasına oturtuyor ve partinin kapatılması amacıyla psikolojik zemin hazırlamaya çalışıyor.
AKP dönemi de dahil, Türk devletinin Kürt meselesi söz konusu olduğunda meşru sınırları bir kenara ittiğini, bir devlet gibi değil, bir çete gibi davrandığını unutmuş olmalı ki durmadan ‘demokrasi ve meşruiyetten‘ söz ediyor.
Sistemin Kürtler nezdinde hiçbir meşruiyeti olmadığını, Kürtlerin demokratik ve katılımcı yeni bir sistemi bu yüzden talep ettikleri gerçeğini görmezden geliyor!
AKP başdanışmanı topu sağa sola atıyor, kıvırıyor ama, hükümet ne ektiyse şimdi onu biçiyor!
Kürt sorununun çöküşe zorladığı AKP Hükümeti, şimdi savaşı sınırların dışına yaymanın ve böylece sorundan kurtulmanın düşünü kuruyor!
AKP, Kürtleri tepelerim hesabıyla Ortadoğu’daki yangının içine giriyor ve açıktan intihara yöneliyor. Kendisiyle birlikte Türkiye’yi de intihara sürüklüyor.
"Mazluma taş atan önce kendi kafasını kırar" diyen İranlı şair Sadi, mazlumun ağzından zalime, "seni ben öldürmüyorum, sen kendini öldürüyorsun" diye de sesleniyor.
Ancak AKP de laftan anlamıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.