Yılardır Nurculuğun sırtında bir kambur gibi duran Ahmet Akgündüz, bu günlerde yine Nurculuğu karartan ve karalayan bir teşebbüste bulundu. Serapa “Muhbirlik” kokan bu teşebbüsü, bir anda beni Bediüzzaman’ın Emirdağ hayatına götürdü. Malum, Üstad, Afyon’un Emirdağ ilçesinde zamanın dikta rejimi tarafından göz hapsinde tutulmaktadır. Tarih 1948’dir. Onun kudsî davasına, yüksek şahsiyetine ve hamiyetli talebelerine leke sürmek için bir tezgâh kurulur. Bu tezgâhı Üstad’dan dinleyelim:
“Risale-i Nur'un fevkalâde kıymetini kırmak fikriyle şeytanların bile hatır u hayaline gelmeyen bir iftira, resmî makamını işgal eden bir adam yaptı. Ve demiş: "Gecede tablalarla baklavalar, fahişe ve namussuzlar yanına gidiyorlar." Hâlbuki benim kapım gecede dışarıdan ve içeriden kilitli, hem sabaha kadar bir bekçi o bedbahtın emriyle kapımı bekliyordu. Hem buradaki komşular ve bütün dostlar bilirler ki; ben işâ namazından sonra, tâ sabaha kadar hiç kimseyi yanıma kabul etmemişim. İşte böyle bir iftiraya bir sefih, ahmak insan eşek olsa, sonra şeytan olsa, buna ihtimal vermez.”(Emirdağ Lahikası, s. 262)
Bu mektubu okuduktan sonra, dönüp Ahmet Hoca’nın (Prof. Dr.) 8 Eylül 2015 tarihli tweet’ine baktım; yan yana koydum, karşılaştırdım. “Fesübhanallah, ne kadar da benzer şeyler!...” diyerek hayretlerde kaldım. Hayretimi mucip tweet, şöyledir:
“Kıymetli Cumhurbaşkanım ve Başbakanım!
Çözüm sürecinden sorumlu olan bakanlar, iyi niyetli olsalar bile, Doğu ve Güneydoğu’da Med-Zehracılara destek olmuş ve onlar da tamamen HDP’ye çalışmışlardır. Delilleri elimizdedir. Daha kötüsü, Selahaddin Demirtaş gibi bir hainin gösterdiği basireti o gösterememiştir; zira bu hain, CNN’deki canlı yayınında Med-Zehracılara açıkça teşekkür etmiştir.”
Evet; Ahmet Akgündüz’ün tweet’i böyle... Tipik bir ispiyonculuk. Akgündüz, –sözüm ona– Nurculuğu kimseye kaptırmayan birisidir. Bu şahıs, 60 yaşında ve çocukluğundan beri Risale-i Nur’ları okuyor. İman-ı Tahkiki dersleri alıyor; İhlas ve Uhuvvet Risalelerini ezber derecesinde biliyor. “Haric-i düşmanların tahaccümü esnasında dâhili düşmanlıkları bırakma” düsturuna ve nice benzerlerine hepimizden daha vakıf. Allah şaşırtmasın, hayat bir imtihan; bu imtihanda kimin kazanıp, kimin kaybedeceğini ancak Allah bilir. Ancak imanımız o ki, Allah, kulları hakkında asla zulmedici değildir ve herkes, kendi tercih ve kesbinin meyvelerini toplar. İşte, kendim gibi, Akgündüz’ü de bu çerçevede değerlendiriyorum...
Peki, Akgündüz’ün bu tweet’ini nasıl okumalı? Bu tweet’teki algı operasyonu hangi hedefe matuftur? Değerlendirmelerim, aşağıdaki gibidir:
1- Akgündüz, –isim vermeden– çoğul ekiyle “bakanlar” diyor; ancak sonrasında “destek olmuş” ve “o” zamiriyle teke indiriyor. Bu, herhalde süreçten sorumlu yeni bakandır ki o da, Yalçın Akdoğan’dır. (Amacım, meçhulü malum değildir, aksine, Akgündüz’ün tweet’indeki adımları çözmeye çalışıyorum)
2- Akgündüz, “iyi niyetli olsalar bile” demektedir. Üzerime vazife olmamakla birlikte, ben bu ifadeden, “kötü niyetli de olabilirler” anlamını da çıkarıyorum. Onu da, malum-u meçhul bakan ya da bakanlar sorgulasın!
3- Akgündüz, “Doğu ve Güneydoğu”ya atfen “Med-Zehracılar”dan bahsetmektedir. Bu da, –meşhur deyimle– bir algı operasyonudur. Zira 7 Haziran seçiminde, AK Parti’nin en büyük kaybı buralarda yaşanmıştır. Akgündüz’e göre bu kaybın müsebbibi, Med-Zehracılar’dır ve “Başbakan-Cumhurbaşkanı bunları tanımalıdır!” demeye getirtiyor. (Not: Adı anılan cemaat, münhasıran 2 bölgede değil, Türkiye’nin yedi bölgesinde yaygındırlar. Bu da, Ahmet Hoca’nın bu cemaati tanımadığının açık ispatıdır)
4- Akgündüz, – bakanlar... Med-Zehracılara destek olmuş” demektedir. Burada kastedilen bakan biraz daha netleşiyor. Hatta adı anılan cemaatin kendisi de... Akgündüz’ün hedefindeki bakan, –çözüm sürecinden sorumlu bakan– dediğine göre, kastedilen Yalçın Akdoğan’dır. “Med-Zehracılar” dediği cemaat ise, “Zehracılar” olarak bilinen Nurculardır. Niye mi? Çünkü Yalçın Akdoğan o cenahın içinden yetişmiştir. Şayet bir destekten bahsediliyorsa, herhalde onun bu cenaha olan destekleri(!)dir. Malum, Yalçın Akdoğan siyasete girmeden önce, adı anılan Cemaatin çıkarttığı Yeni Zemin dergisinin yayın yönetmeni idi. Akgündüz’ün kurmak istediği ilişki bu olsa gerektir. 1992-93’den bu güne tam 22 yıl geçtiği halde, Akgündüz, geçmiş defterleri karıştırmak huyundan vazgeçmemiştir.
5- Akgündüz, “onlar da(Med-Zehracılar) tamamen HDP’ye çalışmışlardır” diyerek, ispiyonculuğunu alenileştirmektedir. Yani, hem adını zikrettiği cemaati, hem de “destek olmuş”tur dediği Yalçın Akdoğan’ın cezalandırılmasını istemektedir. Kimler tarafından? Elbette Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından... Ne münasebet? Çünkü 12 Eylül’de AKP Olağan Büyük Kongresi ve 1 Kasım’da Erken Seçim vardır. Dolayısıyla, Akgündüz’ün bu istihbarî tweet’inin zamanlaması dikkate şayandır. Peki, söyledikleri doğru mu? El-iyazu billah! Bir sefer kastı olan cemat(ler)in, HDP’ye çalıştıklarını –hem de tamamen– gösteren en ufak bir tezahür yoktur; sorumlu organlarından da, –bu yönde– en ufak bir beyanat gösteremez.
6- Akgündüz, “Delilleri elimizdedir” diyerek, bir savcı gibi davranmaktadır. Çok büyük konuşan Akgündüz, inanın hiç bir delile sahip değildir. Zira daha önce de böyle bir istihbarî teşebbüste bulunmuştu; sahte bir belgeyle ortalığı velveleye vermişti. Güya, Zehra Vakfı’nın kurucusu Molla İzzeddin ve Med-Zehra’nın kurucusu Sıddık Hoca’nın Molla Mustafa Barzani’yle ilişkisi varmışmış(!)... Ne oldu? Belge’nin aslını gösterebildi mi? Yok! Sadece, “Efendim, Kızıltepeli mütedeyyin bir ailenin yanındaır” geçiştirmesi... Bediüzzaman’ı Seyyid yaptı; belgesini ortaya koydu mu? Hayır! Sadece sahte ve uydurma varakalar... “At çamuru, tutmasa da iz bırakır” taktikleri...
Sahteciliği maalesef huy edinmiş. Ümit kesilmez ama bu yaştan sonra da huyundan vazgeçeceğini sanmıyorum. Yine de Allah’tan dileğim, ıslah-ı hal edip hakiki bir Nur Talebesi olmasıdır.
7- Akgündüz, “Selahaddin Demirtaş gibi bir hain” ifadesini kullanarak, aldığı İslâmî ve akademik terbiyeyi yerle bir etmektedir. Ayrıca, kraldan fazla bir kralcılığa oynuyor. Nur Talebeleri, her kes için bir “rah-ı necat” ümit ve duasıyla çırpınırlar; kâfire bile “hey kâfir!” dememeyi Üstadlarından aldığı terbiyeye binaen düstur edinmişlerdir. Aşırı muhabbet gibi, aşırı nefreti de imanlarına ve tarz-ı hizmetlerine bulaştırmazlar. Çünkü akıbetin nasıl tezahür edeceği meçhuldür. Kur’an şakirtlerinin “Hain” tanımlaması da Kur’anî ve Nebevî olmalıdır. Kriter budur; dolayısıyla, faşist kafaların, kendi standartlarına uymayan kişi ve çevreler için kullandıkları jargonlarla amel edilmez; kaale alınmaz. Aynı faşistler, Şeyh Said için de “Hain” demişlerdir. Her ne ise, bu suçlamanın muhatabı ben değilim, bir avukattır...
8- Akgündüz, “hainin(S. Demirtaş) gösterdiği basireti o gösterememiştir” demektedir. Bu sözdeki “o” zamirinin kime raci’ olduğunu yukarıda arzettim. “Ferasetsiz” olarak nitelediği o bakanın hedefe oturtulması, Akgündüz’ün zu’muna göre, onun, HDP’ye destek veren Med-Zehracılara (aslında Zehracılara) destekçi olmasıyla ilgilidir. Bu noktada, söz bana düşmez düşüncesiyle, suçlayıcıyla suçlananı başbaşa bırakıyorum...
9- Akgündüz, “zira bu hain(S. Demirtaş), CNN’deki canlı yayınında Med-Zehracılara açıkça teşekkür etmiştir” diyerek, bir kez daha faşizan jargona sarılmakta ve “hain” dediği kişinin şahsında bir Nur Cemaatini de kişisel kin ve ihtiraslarına hedef yapmaktadır. Ona göre, Demirtaş teşekkür etmekle ferasetini göstermişken, “o” bakan ise, teşekkür etmemekle ferasetsizce davranmıştır. Peki, kime teşekkür etmeliydi? Elbette kendisine ve kendisiyle birlikte iktidara oy veren cemaatine... Bu teşekkür-teşekkürsüzlük polemiğini Ahmet Hoca’yla muhatabına havale ederken, beni asıl ilgilendiren onun gaipten haber verircesine, bir cemaati topyekûn düşman görmesidir. Çünkü aynı tarihli bir başka tweet’inde ise şunları söylüyor:
“Bütün bu olanlardan sonra, PKK’yi destekleyenlerin ve onun siyasî uzantısı olan HDP’ye oy verenlerin imanından şüphe ederim.”
Tehlikenin boyutları ortadadır. Oy verme işlemi gizlidir ve kimsenin alnında da falancı-filancı yazısı yoktur. Birilerin; bir siyasî partinin yanlış uygulamalarından, parti yetkililerinin yersiz ve yararsız sözlerinden ya da yıkıcı ve onur kırıcı çıkışlarından yola çıkarak sözlü, yazılı ve görsel kanallarla tepkide bulunmaları, münferit hadiseler olup buna hüküm bina edilemez. Bu bağlamda, o kişi veya kişilerin kişisel çıkışlarını baz alıp mensubu olduğu bütün çevreyi mahkûm etmek, hem “Hiç kimse bir başkasının günahından/suçundan sorumlu değildir” ayetine, hem “Suçun şahsiliği esastır” yasasına aykırıdır. Ahmet Hoca’nın da yaptığı budur ve “elimizde deliller vardır” dediği de bu münferit çıkışlılardan ibarettir.
Ancak, İslâm’da imanından şüphe edilecek insanlar bellidir; sırf istemediğiniz bir partiye oy vermişlerdir diye insanların imanlarını sorgularsanız, zaten siz bu ülkeyi parçalamışsınız demektir. Ortak paydaları, asgari müşterekleri böyle yerle bir ederseniz, hangi kardeşlikten, hangi vatandaşlıktan, hangi birlik-beraberlikten bahsedebilirsiniz ki! Geçmişte Nurculara, “masondurlar”, “masonlara destek veriyorlar” ithamında bulunanları teyit eden bu kabil çıkışlar, sadece fitne ateşine körük çekmektir.
Ahmet Hoca, çok iyi biliyor ki, o karşı olduğu ve ona teması imansızlıkla eşdeğer gördüğü parti, TC Anayasası’na göre kurulmuş ve tüzüğü de aynı istikamette oluşturulmuş bir partidir. Zannedildiği gibi terörün odağı olsaydı, herhalde hepsinin derdest edilip kodese tıkılması gerekirdi. Ya da silahlı tedhişçiler kategorisinde görülerek, fiili mukabelede bulunulmalıydı. Madem bunlar yapılmıyor, demek ithamları siyasî-politik manevralar ve polemikler kabilinden değerlendirmek icap eder. Hatta şu anda aynı partiden 2 bakanın hükümette yer alması sana hiç bir şey anlatmıyor mu?
NOT: Basında, adı geçen cemaat(lerle) sözü edilen parti arasında irtibatların şayia bulması üzerine, saldırıya maruz kalan bu cemaatlerin 7 Haziran seçimiyle ilgili zorunlu açıklamaları yayınlanmıştır. Sözkonusu açıklama özel portallarında mevcuttur; bakılabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.