Art arda gelen seçim atmosferinden çokça çekmiş ve şikayetçi olmuş Türkiye kamuoyu, 2015 seçimlerinden önce iyimser bir bakışı paylaşıyordu. AK Parti’de Davutoğlu döneminin başlaması yönetimin demokratik kriterleri ve hukuk devletinin gereklerini sahipleneceğini gösteriyor ve seçimsiz bir dört yılın kapısı açılıyordu. Ama bilindiği üzere Erdoğan’ın o seçimi bir başkanlık kampanyasına dönüştürme isteği ve Kürt seçmeni uzaklaştıran tutumu, AK Parti’nin göreceli başarısızlığını getirdi. Sonrasında toplumun istikrar arayışı, MHP ve HDP’nin yanlış politikaları, Erdoğan’ın arka plana çekilmesi ve Davutoğlu’nun sorumlu siyaset stratejisi, Kasım seçimini AK Parti için zafere dönüştürdü.
***
Ne var ki AK Parti o fırsatı kullanmadı… Erdoğan’ın etrafındaki iktidar pekişmesi ve 15 Temmuz girişimi sonrasında gelen cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte AK Parti kendisini kendi eliyle bir tuzağa sürükledi. Dört yıllık seçimsiz bir dönemin getireceği imkanlar bir yana bırakılmakla kalmadı, sürekli ve sadece seçim düşünülen bir atmosfere esir düşüldü. Uzun vadeli yaklaşımlar büyük söylemlerin ve kağıt üzerindeki planların parçası olmaya devam etse de, bugün kısa vadedeki seçim başarısının gereksindiği müdahale ve tedbirlerin dünyasındayız. Bu öyle bir baskı atmosferi ki, 2019 veya belki daha önceye çekilecek bir seçimin kazanılması ile de bitmeyecek. Yönetim zorlukları ve muhtemelen daha parçalı bir Meclis nedeniyle, her an yeni bir seçime gidilebileceği ihtimali ile yüz yüze kalınacak ve Türkiye sadece seçim kazanma mantığıyla bakan bir iktidar/muhalefet ekseninde enerjisini boşa harcayacak. Bu arada ne ekonomide, ne dış politikada, ne de hukuk ve özgürlükler alanında bir iyileşme görememe ihtimalinin çok yüksek olduğuna kendimizi alıştırmamız gerekecek…
Nitekim henüz 2017 yılının ortasındayken Erdoğan önce milletvekilleri ve bakanlarla bir araya geldi, ardından Merkez Karar Yürütme Kurulu’nu topladı. Medya’dan öğrendiğimize göre bu toplantılarda “AK Parti’nin yeni dönemi için yol haritası çizildi.” Belki birçok kişi bunun önümüzdeki iki yılda yapılacak hükümet atılımlarının tartışıldığı ortamlar olduğunu sanmıştır… Ama aslında tek konu 28 ay sonra yapılacak olan seçimlerin nasıl kazanılacağıydı. Bu bağlamda teşkilatların değişmesi, ‘koltuk sevdası olanlarla değil dava adamı olanlarla çalışılacağı’ vurgulandı. Erdoğan’a göre bir ayak bağına dönüşmüş olan ‘rehavet’ ortadan kaldırılacak, AK Parti tam kadro sahada olacak, vatandaşın gönlünü kazanacak ve yüzde 50+1 böylece alınacaktı… Bu çabanın sadece bu yaz ayları için geçerli olmasını bekleyemeyiz. Muhtemelen giderek yükselecek bir gayretten söz ediyoruz… Tam 28 ay boyunca…
***
Bunun muhalefeti de tetikleyeceğini düşünürsek, Türkiye’nin kayıp yıllarının art arda geleceği bir fetret dönemine girebileceğini öngörmek zor değil. Ancak işin bir başka yönü daha var: Eğer AK Parti kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet eden ‘gerçek’ bir başkanlık sistemi önerseydi, referandumda yüzde 60 alır, bugün de seçim diye bir endişesi olmazdı. İlaveten OHAL uygulamaları da adalete ve sağduyuya uygun yürütülebilseydi, daha birkaç seçimin sorunsuzca AK Parti’nin galibiyeti ile biteceğini öne sürebilirdik.
AK Parti yönetiminin tavrı, ürettiği ürünün kalitesinden çok emin bir iş adamının, malı satmak için ‘iyi’ pazarlama teşkilatı arayışına girmesini hatırlatıyor. Sanki bütün iş pazarlamada imiş gibi… Oysa önce oturup üretilen ürünün gerçekten ne kadar iyi olduğunu düşünmek daha doğru olurdu. Eskisi ile mukayese edildiğinde ürün kaliteniz düşmekteyse, piyasa kaybını pazarlamacı zorlamasıyla kapatmak çok zordur. Çünkü tüketiciler eski ürünle mukayese yaparlar ve bunu kapılarını çalacak olan pazarlamacıya sorarlar.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.