Bazen insan bütün yaşadıklarının anlamsız olduğunu fark edebilir.
Saçmalıklarla dolu bir hayatta o saçmalıklar hakkında yazmanın insanı nasıl büyük bir saçmalığın parçasına dönüştürdüğünü hissedebilir.
Bugün ciddiye alınan birçok şeyin elli yıl sonra hiçbir anlamı kalmayacağını görebilir.
Böyle anlar bir gazete yazarı için felaket anlarıdır.
Birdenbire, Godard’ın filmindeki Portos’a dönersiniz.
Üç silahşorların en şişmanı ve en az düşüneni olan Portos, bir gün kuşattıkları bir kalenin surları dibine bombayı bıraktıktan sonra tam kaçacakken birden “nasıl yürüdüğünü” düşünür.
Aklı “yürüyüşe” takılınca olduğu yerde kalakalır.
Ve, bombayla birlikte havaya uçar.
Ben de bu yazıyla birlikte havaya uçacak gibi hissediyorum.
Çünkü Portos gibi beni olduğum yerde kilitleyen bir soru soruverdim kendime.
Niye bu saçmalıklarla ilgili yazı yazmak zorundayız?
Aslında ben çok güzel küfrederim, severim de küfretmeyi.
“Ulan, kancık kasığında döllenmiş...” diye başlayıp, internet sitelerinin çok sevdiği deyimle, saydırabilirim.
Niye küfretmiyorum da akıllı olmaya çalışan yazılar yazıyorum?
Niye akıllı olmanın bütün sıkıcılığını yükleniyorum?
Irkçılığı bütün zerreciklerine kadar emmiş iki ilkel kabilenin kavgası niye benim derdim oluyor?
Kendi ölümüme aldırmıyorum, niye başkalarının ölümüne aldırıyorum?
En önemli meselenin ırk meselesi olduğu bir toplumda ne anlatacağım?
“Irkçılık kötü bir şeydir arkadaşlar, sakın ırkçı olmayın” mı diyeceğim?
Olun.
Irkçı olun.
Türk’seniz Türk olmanın, Kürt’seniz Kürt olmanın çok muhteşem bir şey olduğuna inanın.
Kendinizi ciddiye alın.
Kim daha barbar, kim daha kıyıcı, kim daha vahşi yarışına girin.
Yıl 2011...
İstediğinizi yapın.
Ya da “seks” konusunu aklınıza takın.
Öpüşmek ayıp mı değil mi, onu tartışın.
Ahlakı alın, yatak odalarına sokun, kapısını kilitleyin ki ahlak dediğiniz şey dışarıya taşmasın, herkes birbirine yalan söylesin, birbirini kazıklasın, birbirini haksızca suçlasın, çıkar hesapları yapsın, başkasının hakkını yesin.
Ahlakı oralarda aramayın.
Ahlak yatak odasındadır, dışarıda da ahlakın hiç yeri yoktur.
Eşine sadık mısın, gerisine karışma, ondan sonrası sana serbest.
Eşine sadık bunca insanın yaşadığı bu ülkede niye bu kadar çok yalan, bu kadar çok ölüm var?
Çok ahlaklısınız da ondan.
Bana ne ahlakınızdan?
Kapalı kapılar ardında sevişmek değil, kapalı kapılar ardında gizli anlaşmalar yapıp halkını kandırmaktır bence ahlaksızlık.
Hiçbirinizin ırkıyla bir ortaklığım yok, ahlakınızla da bir ortaklığım yok.
Bir güzel sövmek istiyorum.
Öyle yakası açılmadık küfürler bilirim ki şaşarsınız.
Ben niye efendi efendi yazılarımı yazıyorum.
Efendi bir adam değilim ki, okuyanı kandırmak bu.
Sizi kandırmamalıyım.
Asık suratlı bir akşam var dışarıda, hafiften yağmur çiseliyor.
Elli yıl sonra bugün konuşulanların hiçbiri hatırlanmayacak.
Bambaşka bir hayat olacak o zaman.
Nika İsyanı’nı hatırlıyor musunuz?
Yıl 532, günlerden 13 ocak, Bizans’ta büyük bir isyan çıktı.
Bizans’ın başında İmparator Justinianos vardı, Hipodrom’daki at yarışları sırasında, iki rakip grup Mavilerle Yeşiller ayaklandılar, İmparator korkudan kaçacaktı, karısı cesur çıktı, onu vazgeçirdi.
İmparator, isyancılara saldırdı, otuz bin kişi öldü bu şehirde.
Bizans mütefekkirleri ne yorumlar yapmışlardır, siz şimdi hatırlıyor musunuz olanları?
1908’i hatırlıyor musunuz, o zamanki tartışmaları, kavgaları hatırlıyor musunuz?
İnsan nasıl yürüyor acaba, beyin bacaklara nasıl komut veriyor, bir adım sonra bir adım daha, bu sistem nasıl işliyor?
İnsanlar nasıl bu kadar saçmalıklara meyyal, nasıl bu kadar yalancı olabiliyor?
Ulan hayat, ulan hayat, kancık kasığında döllenmiş hayat...
Senin eciğini, bücüğünü, mercimekten küçüğünü...
Sizden değilim, ırkınızdan değilim, ahlakınızdan değilim, bugün hiçbir şey değilim.
Bir türkü söyler giderim.
İndim derelerine derelerine...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.