Kurtuluş Tayiz dün çok doğru yazıyordu bence, Kürt politikacıları “Silvan baskınının” ne anlama geldiğini anlamamakta ya da anlamıyor görünmekte çok direndiler.
Yakın tarihin en büyük kırılma noktalarından birinden geçtik o gün.
Kürt politikacılarının aynı saatlerde “ya kabul edersiniz, ya kabul edersiniz” tarzı tehditkâr ifadelerle “demokratik özerkliği” ilan etmeleri değil, tam tersine süratle yatıştırıcı bir dil ve politika saptamaları gerekiyordu.
Yapmadılar.
Silvan baskını ve sonrası, Abdullah Öcalan’ın geleceğini de, barışı da mahvetti.
Hâlbuki karşımızdaki tabloyu görmek çok da zor değildi.
Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti, Kürt politikasında bir çözüm üretmek istiyor ama bunu bir türlü beceremiyordu.
Çözüm için cesur ve yaratıcı bir formül koyamadılar ortaya.
Bunun üzerine bütün ümitlerini Öcalan’la “müzakerelere” bağladılar.
Bu yaklaşım, belki PKK hareketi başladığından bu yana en büyük “gücü” verdi Apo’ya, zaten o da “Kürt tarihinin en büyük anlaşmasını imzalamaya hazırlandıklarını” söyleyerek durumun farkında olduğunu ortaya koydu.
Apo’yla sürdürülen müzakerelerin ayrıntılarını bilmiyorum ama bugün manşetteki yazısını okuyacağınız Emre Uslu, “Apo’nun ev hapsine çıkması” konusunda da anlaşmaya varıldığını yazıyor.
Zaten de “ev hapsi” konusu gündeme gelmiş, televizyonlarda da tartışılmaya başlamıştı.
Öcalan’ın ev hapsine çıkması Kürt politikasının muhteşem bir kazanımı ve barışın yolunu açan bir Kürt Mandela’sının doğumu olacaktı.
Apo’nun “Barış konseyi için anlaştık, devrimci halk savaşına gerek kalmadı” demesinin hemen ardından Silvan baskını ve tek taraflı “demokratik özerklik” ilanı geldi.
PKK ve Demokratik Toplum Hareketi, Öcalan’la yapılan anlaşmayı kabul etmediğini gösterdi.
O âna dek “çok güçlü” bir konumda olan Apo’nun gücünü bir anda sıfırladılar.
Her taleplerini mutlaka “tehditkâr” bir ifadeyle ortaya koyan BDP’liler, “açılım” dendiğinde cevap olarak Reşadiye’yi basan PKK’lılar ve “hükümet ihanet ediyor” vaveylasını tutturan ulusalcılar arasında ne yapacağını bilemeyen hükümetin “güvendiği” tek koz olan Apo’yla anlaşmanın da bir işe yaramayacağının Silvan’da ortaya çıkması ve hükümetin bu koşullarla baş edememesi, aldı Türkiye’yi on beş yıl önceye savurdu.
Erdoğan, çaresizlikten ve çaresizliğin yarattığı öfkeden en kolay yola, şiddete saptı ve “Bıçak kemiğe dayandı” dedi.
Bayram’dan sonraya kadar da mühlet verdi.
Ama saldırıların ve operasyonların devamı bu “mühleti” kimsenin kullanmaya niyeti olmadığını gösteriyor.
Bu arada, Öcalan’a “sadık” bir lider olarak tanınan Karayılan’ın “İran tarafından yakalandığı” söylentileri ve Karayılan’ın bu söylentiler çıktıktan sonra ortadan kaybolması da işleri iyice karıştırdı.
Son bir girişimle Apo, PKK’ya ve Kürt politikacılara sözünü dinletip, çatışmaların gelişmesini önleyebilir mi bilmiyorum, bunu diliyorum ama bunun olabileceğinden çok emin değilim.
Eğer umutlu bir gelişme olmazsa bundan sonrası kan ve bela.
İki taraf da inanılmaz bir hataya doğru koşuyorlar.
PKK ve PKK’ya çok fazla güvenen BDP, güçlerini çok abartıyorlar, bunun bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.
Dünyanın en tehlikeli işi, gücünü abartmaktır.
Aynı hatayı hükümet de yapıyor.
Neler olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Bir anlamda “pilot bölge” seçilen ve PKK’nın yönetimine bırakılan Hakkâri ve Şırnak cehenneme dönecek; Emre Uslu, “ilk hedefin Hakkâri’nin yakınındaki PKK kampları” olacağını yazıyor, o kamplarla birlikte belli ki Hakkâri de büyük bir baskı altına girecek.
Dağlarda “Özel Harekâtçılar” ve komandolar, helikopterlerin, uçakların, Heronların, uydu görüntülerinin desteğinde operasyonlar yapacaklar.
Dünyanın en lagar ve beceriksiz ordusu bile bütün ağırlığını böyle bir savaşa koyarsa, sonuç eskilerle kıyaslanmayacak kadar ağır olur.
PKK’nın böyle bir saldırıya dağlarda cevap vermesi çok zor, onun için PKK saldırılarının büyük şehirlere kayacağını sanıyorum, Güneydoğu’da dağlar yanarken, batının büyük şehirlerinde de sokaklar yanacak.
Bir tür kıyametten geçeceğiz, korkarım çok kan akacak.
İki taraf da şiddetten bir sonuç alamayacağını anlayana kadar çok acı çekilecek.
Bunu o kadar acı çekilmeden önce anlayabilseydik keşke, barışa bu kadar yaklaşmışken savaşa savrulmasaydık.
Ama bu ülkede yaşayanların hayatının özeti bu kelime, “keşke”.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.