14 yıl önce bugün PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi. Ülkeyi DSP lideri Bülent Ecevit’in başbakanı olduğu azınlık hükümeti yönetiyordu. Öcalan’ın teslimi DSP ve Ecevit için tam bir doping etkisi yaptı. Çünkü iki ay sonraki genel seçimlerde DSP büyük bir çıkış yapıp yüzde 22 oyla birinci parti oldu, Ecevit de MHP ve ANAP ile birlikte kurulan koalisyon hükümetinde yeniden başbakanlığı üstlendi.
Ecevit’in “Öcalan’ı ABD bize neden teslim etti, anlamış değilim” demiş olduğunu biliyoruz. Bildiğimiz bir başka şey daha var: ABD neden teslim etmiş olursa olsun Ecevit, Öcalan’ın devletin elinde olmasını kalıcı çözüm için bir fırsat olarak görüp gereğini yapmadı, yapmaya da kalkışmadı. Bunun yerine Öcalan’ı PKK’nın yeni eylemlerine karşı bir tür “koz”, daha açık söylemek gerekirse “rehine” gibi kullanmaya çalıştı.
Öcalan üzerinde asker tekeli
DSP-MHP-ANAP koalisyonunun ardından tek başına iktidara gelen AKP’nin de benzer bir stratejiyi benimsediğini gördük. Her geçen gün daha fazla iç içe geçen PKK ve Kürt sorunlarını kalıcı bir şekilde çözmek yerine bunlar yine halının altına süpürüldü. Öcalan genellikle seçim dönemlerinde, örgüte “ateşkes” talimatı vermesi için hatırlandı. Nihayet bu yılın başından itibaren Öcalan’ın Kürt siyasi hareketi üzerindeki gücü açıkça kabullenilip İmralı Adası’nın ana üs olduğu yeni bir süreç için start verildi.
“Seçimle işbaşına gelmiş hükümetlerin Öcalan realitesini kabul etmelerinin önündeki en büyük engel nedir?” diye sorulacak olursa, herhâlde tereddütsüz “asker” cevabı verilir. Cevap doğru olabilir ancak bazı tanıklıklardan, aynı askerin Öcalan realitesini çok iyi bilip kabullenmiş, onun üzerinden gerek Türkiye’de, gerekse bölgede birtakım manipülasyonlara kalkışmış olduğunu da öğreniyoruz. (Umarım bu tanıklıklar iyice artar ve belli bir sistemle derlenir de “İmralı’nın gizli tarihi” hakkında daha fazla bilgi sahibi oluruz.) Dolayısıyla 14 yılın büyük bölümünde TSK’nın Öcalan’ı tekeline almak ve seçilmişlerin ona ulaşmasını engellemek istediğini söyleyebiliriz.
BİRAND’IN SÖZLERİ
Evet, bir süredir durum değişti ancak hâlâ bazı sorunlar mevcut. Örneğin hükümetin bazı önde gelen isimleri Öcalan’a aşırı bir anlam yükleyip Kürt siyasi hareketinin diğer öğelerine karşı son derece dikkatsiz bir üslup benimsiyor. Garip olan, Öcalan’a bu kadar merkezi bir misyon biçip ona çok dar bir meşruiyet alanı tanıyor olmaları. Düşünsenize ondan adıyla bile söz etmiyorlar. Ne zamandır siyasi literatürümüzde “Abdullah Öcalan”ın adı yok, yerine “İmralı” deniyor. Bu gülünç durumun zamanla sona ereceğini düşünüyor ve vefatından kısa süre önce Mehmet Ali abinin (Birand) bir televizyon programında söylediklerini hatırlatmak istiyorum: “En sonunda da Öcalan affedilir. Buna ihtiyaç vardır. O zaman Öcalan bir parti lideri olur. Bu demokrasinin gereğidir. Bugün Arafat olmuştur, Şimon Perez olmuştur. Öcalan da terörist, Arafat da terörist. Öcalan eğer çok gecikilmezse günün birinde Meclis’e de girebilir. Bunu yaparsa ancak Tayyip Erdoğan yapabilir.”
*****
Kendini iktidara göre ayarlayan medyayla barış gelmez.
Türkiye’de anaakım medyanın PKK ve Kürt sorunları hakkında bugüne kadar yaptığı haberler içinde yanlış ve/veya yalan olanların sayısının doğru haberlerden açık ara fazla olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz. Devletin her söylediğine (çoğunlukla gönüllü olarak) inanma huyu günümüzde de sürüyor. Son olarak Diyarbakır’da panzer tarafından ezildiği iddia edilen Şahin Öner’in ölümünü medyanın bir bölümü, Vali Mustafa Toprak’a inanarak, “atmak istediği bomba elinde patlayınca öldü” diye verdi. Ne var ki otopsi raporuyla yalan haberleri ellerinde patladı.
Barış sadece bir tarafın adım atmasıyla gerçekleşemez. Hele kendisini tümüyle siyasi iktidara göre ayarlayan medyayla barış hiç gelmez. Eğer bu son sürecin başarılı olmasını istiyorsak biz gazeteciler eski alışkanlık ve reflekslerden arınmalıyız.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.