• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • İstanbul 8 °C
  • Diyarbakır 17 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 3 °C

Acıda birlik

Ahmet Altan-

Barbarların saldırısıyla yıkılan “kendi” kalelerimizin dibinde ağlamaktan vazgeçip, bu saldırılara topyekûn bir dirençle cevap vermeliyiz
 
Bir toplumun fikir özgürlüğünün sınır kaleleri gazeteciliktir, o kaleler düştü mü fikir özgürlüğünün barbarlar tarafından işgali başlamış demektir.

Gazeteciler olmadan, sınır kaleleri ve sınır muhafızları bulunmadan, fikir özgürlüğünü barbarlığa karşı koruyacak kimse kolay kolay bulunmaz.

Fikir özgürlüğünün, Türkiye toplumu için önemli bir konu olmadığını bilecek kadar tecrübeli ve yaşlıyım.

Sartre’ın dediği gibi, “bir toplumda fikir özgürlüğünün bulunmaması, fikirlerin söylenememesi değil, söylenecek fikirlerin olmamasıdır.”

Bu toplum yüzlerce yıl yeni fikirlerden korkmuş, “başımıza yeni icat çıkarma” lafını bir gelenek haline getirmiş, düşünmekten ödü kopan, ürkek bir toplum.

Bir adam öldürmekten korkmayan ama “büyüklerini” kızdıracak yeni bir fikir söylemekten ödü patlayan bir toplumda yaşadığımızı biliyorum.

Söylenecek çok fazla özgün fikri olmadığından “fikir özgürlüğü” de bir kavram olarak ona yabancı, hatta neredeyse bir alay konusu.

Fikir özgürlüğüne ihtiyacı olduğunun farkında değil.

O özgürlüğü olmadığında bir türlü gelişemeyeceğini, yenileşemeyeceğini, zenginleşemeyeceğini bilmeyen, neden bir türlü gelişemediğine, zenginleşemediğine şaşan bir toplum.

Neden gelişemediğini, neden sürekli dünyanın alay konusu olan baskıcı siyasetçilerle karşılaştığını, her “değişimde” neden sadece yöneticilerin değiştiğini ama yönetim anlayışının değişmediğini anlayamayan bir ülke.

Bunun önemini kavrayamıyor.

Ama toplumun önemini kavramaması, fikir özgürlüğünün önemini azaltmıyor.

İnsan vücudundaki kanın temizlenebilmesi için oksijene ihtiyacı olduğunu bilmeyen birinin oksijensiz yaşaması nasıl mümkün değilse, fikir özgürlüğünün önemini anlamayan bir toplumun da o özgürlük olmadan yaşaması mümkün olmuyor.

Ağzını burnunu kapattığınızda, çırpınmaya başlıyor.

Toplumların hayatları da ölümleri de elbette bir bireyden daha uzun sürüyor, Türkiye de çok uzun zamandır o çırpınmayı yaşıyor, bir türlü kaostan, beladan, kandan kendini kurtaramıyor.

İhtyacı olduğunu bilmediği oksijeni kesilmiş, fikir özgürlüğünün sınır boyları yıkılmış, özgürlük alanları işgal altına alınmış bir toplum çünkü.

Oksijen aldıkça oksijenin önemini ve ona duyduğu ihtiyacı fark edecek.

Fikir özgürlüğü geliştikçe de fikir özgürlüğüne olan ihtiyacını anlayacak.

Bir toplumun oksijeni olan fikir özgürlüğünü koruyacak “sınır muhafızları” olan gazetecileri hedef seçenler, onlara saldıranlar, özgürlüğü yok etmenin, toplumun ağzını burnunu kapatmanın, onu sessizleştirip çürütmenin ilk ve en önemli hamlesinin bu olacağını biliyorlar.

Onun için her rejimin, her düzenin, her yönetimin ilk hedefi onlar.

Tek parti döneminde onlar hapse kondu, onlar öldürüldü.

Demokrat Parti, “demokrasi” getirme vaadiyle işbaşı yaptıktan sonra, iktidarının sonlarına doğru gazetecileri tutuklatmaya başladı, o kadar çok gazeteciyi hapse attı ki Ankara Cezaevi’nin adı “Ankara Hilton”a döndü.

Adalet Parti döneminde de hedefte gazeteciler vardı.

Onun ardından gelen bütün askerî rejimler de gazetecileri topladılar.

AKP, “askerî vesayeti” yıkıp demokrasiyi kurmak için geldi, iktidarı iyice ellerine geçirdiklerine emin olduktan sonra şimdi onlar da gazetecilere saldırıyor.
Galiba hiçbir yönetimin saldırmadığı kadar sert saldırıyorlar gazetecilere ve fikir özgürlüğüne.

Son büyük saldırı Mehmet Baransu’nun tutuklanmasıyla başladı.

Ardından Hidayet Karaca’yı, Gültekin Avcı’yı, Nokta Dergisi’nin yöneticileri olan Cevheri Güven ve Murat Çapan’ı tutukladılar.

Bu arada isimlerini bile izleyemediğimiz kadar çok Kürt gazeteci hapishanelere kondu.

En son olarak da Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ü Silivri’ye gönderdiler.

AKP iktidarının diğer iktidarlardan farkı, gazetecileri “casusluk” ve “silahlı terör örgütü üyesi” olmakla suçlaması ve bu suçlamaları ciddiye alacak mahkemeleri olması.

Sanırım Takrir-i Sükûn kanunundan bu yana karşılaştığımız en ağır saldırıyla karşı karşıyayız.

Askerî dönemlerde bile rastlanmamış bir pervasızlık ve gözü dönmüşlükle saldırıyorlar.

Bunun en önemli nedenlerinden biri neredeyse delice bir korku içinde olmaları.

O kadar çok suç işlediler ki özgür bir ülkede yargılanmaktan kurtulamayacaklarını bildiklerinden, özgürlüğün sınır muhafızlarını yok edip, barbarca bir işgali gerçekleştirmeye uğraşıyorlar.

Bunu yaparken, gazetecilik dünyasında doğal biçimde oluşan “manevi” bir hiyerarşiyi de bilinçli bir şekilde altüst etmeye uğraşıyorlar, toplumun yıllar içinde kabul edip saygı gösterdiği gazetecileri “casusluk” gibi manasız suçlarla suçlarken, gazetecilik geçmişlerinin ne olduğu bile bilinmeyen insanları “suçlayıcı” konumuna yerleştirerek onları medyanın önemli insanları yapmaya uğraşıyorlar.

Bu, nerdeyse imkânsız bir iş, bu amaçlarına ulaşmalarına imkân yok.

Bizim gibi toplumların fikirleri gelişmemiş olabilir ama kimin kim olduğunu bilecek bir sezgileri vardır, bu sezgilerini dillendirmekten korksalar da vardır bu sezgi.

Bunu başaramazlar ama gazetecileri hapse atıp, toplumu nefessiz bırakmayı beceriyorlar.

Peki bu zorbaca saldırı karşısında biz ne yapacağız?

Herhalde barbarların saldırısıyla yıkılan “kendi” kalelerimizin dibinde ağlamaktan vazgeçip, bu topyekûn saldırılara topyekûn bir dirençle cevap vermeliyiz.

Bunun için de bir Kürt gazeteciyi Hidayet Karaca’dan, Mehmet Baransu’yu Can Dündar’dan, Cevheri Güven’i Erdem Gül’den ayırmadan hepsinin hakkını korumalıyız.

Hiç unutmamak gerekir ki bir toplumun fikir özgürlüğü “sadece” bir kale ile korunmuyor, o özgürlüğün sınır boylarında çeşitli kaleler var ve onların hepsinin muhafızları da aynı derecede önemli.

Türkiye ve Türkiye’de yaşayan insanlar büyük bir saldırıyla karşı karşıya, biz, hazineyi alabildiğine soymak için büyük bir sessizlik yaratmaya uğraşan bu barbarların suçlarını ortaya koyarken, kendi içimizde de birleşmek zorundayız.

Bütün meslektaşlarımızı aynı güç ve inançla savunursak, kalelerimizi, dolayısıyla ülkemizi de savunmuş olacağız.

Bunu yapabilecek miyiz?

Bunu yapamazsak barbarlardan bir farkımız olmayacak.

Sadece yenilmiş barbarlar olacağız. (P24)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89