Başlık sizi kızdırmasın. Öcalan sempatisi için yazmıyorum bu yazıyı. 15 yıldır yazılarımı sizlerle paylaşırken politik tercihimi saklamadım, şiddetin her türüne karşıyım. Birbirimizin acısını, yasını, korkusunu tartmak, yarıştırmak kısmını çoktan geçtik. Çözüm süreci bağlamında kullanılan “barışı satın almak” ifadesi belki teknik ama alışverişi anımsattığı için, bize soğuk geliyor. Hep birlikte öldüğümüz bir savaşı sürdürecek miyiz, yoksa hep birlikte yaşayabileceğimiz günleri kurabilecek miyiz, soru bu...
Kaçırılan çocukları için Diyarbakır’da çağrıya çıkan anneler, çözüm ve barış sürecinin hayati önemini bir kez daha ortaya koydu. Demokratik İslam Kongresi’nin toplantısı ve bölgede ciddi karşılığı olan Hüda Par’ın (Hür Dava Partisi) kritiklerini de takip etmek gerekiyor. Kalekol’lar üzerinden baş gösteren itiraz ve şiddet vakaları, Bingöl-Diyarbakır karayolundaki barikat ve çatışmalar, Öcalan’a Özgürlük Platformu gibi durumlar da çözüm sürecinin zorlu kısımları gibi dursa da yönetmemiz gereken sorunlar. Hiçbirimizin elinde sihirli değnek yok ve Barış; gayret, sabır ve emek istiyor.
İstiklal Harbini omuz omuza vermiş, “millet” adı altında farklı etnik mensubiyetlerini, ortak gayret ve bağımsızlık iradesiyle, ayrılığın değil birlikteliğin harmonisiyle kurmuş bir tarihi birikimin evladıyız. 1921 Anayasamız ve İlk Meclisimizin kurucu ilhamıydı bu, ne yazık ki jakobenik ulusçu projelerle kısa zamanda dağıtılacaktı. Özellikle Şark İstiklal Mahkemeleri gezici infaz timleri halinde hem Kürtlerin hem Türklerin sistem tarafından yağlı urganlara verildiği dönemin sembolüydü. Muktedirler, evvelki “millet” hülasasını inkar, ret ve sonrasında imha yolunu tercih etti, ağır dışlayıcı, adaletsiz politikalarla kanayan bir yara olarak Kürt meselesi kürelenerek bugüne kadar geldi... Doksanlı yılların kapkaranlık geçitlerindeyse bu iş mesele olmaktan çıkıp, kangren haline dönüşmüştür.
***
PKK ve Öcalan, Kürt meselesindeki tek taraf değil kuşkusuz, ama en az 30 yıllık ve ağır bedelli bir varoluştan sözediyorsak, ne olup olmadıklarına değil, ne dediklerine de bakmak zorundayız...
Öcalan, “bölünme” konusunda ne diyor: “Bölünme paranoyası üzerinden siyaset yapanların hiçbiri yerli değildir. Bunlar hep uluslararası angajmanların ajandaları ile çalışıyorlar.” Türkiye halkı bilmeli ki diyor: “Bu ülkede bölünmemenin teminatı olarak Kürtler, bu konudaki samimiyet ve tutarlılıklarını defalarca kanıtlamışlardır. Türklerin büyük barışımızın etrafında kenetlenmesi ve bu spekülasyonlara itibar etmemesi gerekiyor.” Ülkenin bölünmesi üzerinden kotarılacak siyaset dilinin, ilkel bir propaganda ve savaş çığırtkanlığı, bu manada gerici bir teklif olduğunu söylüyor...
Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında ne diyor: Demokratik siyasete inancı olan ve kapsayıcı nitelikte bir Cumhurbaşkanı adayı üzerinde dururken, Kürt oylarının bu kritik seçimde anahtar rol oynayacağını öngörüyor.
Marksist söylemin sık sık atıf yaptığı sistem ve teori eleştirisi, Öcalan’ın diline hakim. Soğuk savaş günlerinin terminolojisi, mahpus olduğu için gündelik politikalardan çok düşünsel ve teorik tezlere mahkumiyeti (kendi deyimiyle dar siyaset taraftarı olmaması) ve elbette geçmişteki katı disipliner yaşantısı diline hakim. Ama bu doktriner söylemin ve Öcalan’la ilgili tüm negatif hatıraların kendisinden kopartıcı etkisine karşın, konuşmasında “bu ülke”, “memleket”, “Türkiye” ve “yerlilik” gibi vurgularıyla, pek çok Kürt siyasetçiden hatta yer yer BDP’den bile daha çok, “buralı” ve “burada” olduğunu düşünüyorum, konuşmasının dışarlıklı olmadığını..
Soma’da yaşadığımız faciayla ilgili vurgusu ve sol düşünceyle ilgili eleştirisi mesela: “..Soma gibi, yine inşaatlarda gelişen iş cinayetleri gibi vahşi kapitalizmin sonucu olan büyük katliamlar yaşanırken bir gerçek daha ortaya çıkıyor; sol-sosyalist gelenek bu alanlarda yeterli yoğunlaşmayı yapamamıştır” diyor.
Bugün Diyarbakır’daki Çalıştaya katılacak siyasilerden Doğu Grubu üyemiz Abdurrahman Kurt, Hükümetin barış konusundaki kararlığını ispat bakımından bu girişimin önemli olduğunu söyledi.
İşitme engeli, Çözüm Sürecindeki en kalın perdelerimizden. İşin istihbarat ve güvenliğe yaslı kısımlarını elbette mazur karşılayabiliriz. Ama genel olarak halkın duyduğu ihtiyaç sürece dair şeffaflık ve güvenle ilgili. Toplumsal katılım, barışın gerçeklerinden. Alçakgönüllü ve sahici bir halkla ilişkiler diline geçebilmeliyiz.
Öcalan’a dair görüşleri, Doğu Anadolu Akil Heyetimizden Zübeyde Teker’in atıfları bağlamında kaleme aldım.
Nefretin de Aşkın da heykelleştirici taş kestirici bir tılsımı var. Heykelin içindeki insanı bulmaksa belki özümüz olan toprağın dilini işitmekten geçiyor. Birbirimizi işitmekten. Öldürmeden evvel...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.