YÖK’ten gelen tebligatı okudukça şaşkınlığı artıyordu.
“Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yürütülmekte olan terörle mücadele eylemlerini katliam ve kıyım olarak niteleyen ‘Barış İçin Akademisyenler’ adlı bildiriyi imzalamak suretiyle ‘Yasaklanmış her türlü yayın veya siyasi veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek’ disiplin fiilini işlediğiniz iddiasıyla Üniversitenizce hakkınızda yapılan soruşturma sonucunda ‘Devlet memurluğundan Çıkarma Cezası’ ile cezalandırılmanız teklif edilmiştir.”
Meğer “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine bir imza atmakla ne suçlar işlemişti bir anda!
Yasaklanmış yayını, bildiriyi, afişi, pankartı basmış, çoğaltmış, dağıtmış ya da asmıştı. Üstüne üstlük “devlet memurluğundan çıkarılma” cezası ile yüz yüzeydi. Ama o artık “devlet memuru” da değildi.
Yani suçu öylesine büyüktü ki, olmayan “devlet memurluğu”ndan bile çıkarılma cezası verilecekti.
81 yaşındaydı Prof. Dr. Öget Öktem Tanör. 55 yıldır akademi dünyasındaydı..
Türkiye’nin ilk nöropsikoloji laboratuvarını kurmuştu. Bu alandaki isimleri yetiştiren dünyaca yetkin bir bilim insanıydı.
Gönüllü ders veriyordu
Çapa Tıp Fakültesi’ndeki emekliliğinin ardından bilimsel çalışmalarını kesmemişti. Hastaları tedavi ediyor, birçok üniversitede gönüllü ders veriyordu, İstanbul Bilim Üniversitesi’nde de sözleşmeli Hocalık yapıyordu. Ta ki ocak ayında barış bildirisine imza atana kadar. Aynı üniversiteden bildiriyi iki kişi imzalamışlardı. Şubat ayında üniversite bir disiplin kurulu kurduğunu söyleyip iki Hoca’yı da sorguya çağırdı. Üç kişilik disiplin kurulu önce Öget Hoca’ya “İmzanızı geri almaz mısınız?” diye sordu. “Almam” dedi Hoca. Ardından sorgu başladı: “Niye imzaladınız”, “PKK için ne düşünüyorsun?”, “Doğu’da olanlar için ne düşünüyorsun?”...
Böyle bir sorgulamaya hakları yoktu aslında ama Öget Hoca, tüm naifliğiyle “çok büyük işlere yol açmaması için” ne düşünüyorsa soruları tek tek yanıtladı. Ama Disiplin Kurulu bir türlü ne kadar aldığını bildirmedi. Aradan kısa bir süre geçmişti ki bu kez üniversite rektörü çağırdı Hocaları. Öget Hoca ile rektörün diyaloğu kısa ve net yanıtlarla gerçekleşti.
Rektör önce “İmzanızı geri almaz mısınız?” diye başladı konuşmaya.
“Almam” dedi Öget Hoca.
“İstifa edin o zaman.”
- Etmem.
“Ama sizi atmak zorunda kalacağız”
- Atın.
“Ama siciliniz bozulacak.”
- Bozulsun.
“Ama size en yükseğinden hesaplanmış bir tazminat ödememiz mümkün eğer istifa ederseniz.”
İşte bu söz bardağı taşırdı Öget Hoca için. Ve tanıyanların tahmin edebileceği gibi Öget Hoca kendince en sert cevabı verdi rektöre:
- Para da sicil de umurumda değil. İstifa etmiyorum, imzamı geri de almıyorum.
Aslında rektörün oğlu da okul gazetesine yazdığı bir yazıdan dolayı Erdoğan’a hakaretten mahkûm olmuştu. Ama cezası ertelenmişti. Rektör bunu anlattıktan sonra “Merak etmeyin, sizi atıp sicilinizi bozmayacağız. Sözleşmeniz martta bitiyor. Sözleşmenizi uzatmayız olur biter” dedi. Öget Hoca, teşekkür etti ve “Çok iyi olur” dedikten sonra el sıkışıp ayrıldılar. Öyle olmadı tabii. Şubat ayı bitmeden dört gün önce alelacele toplanan disiplin kurulu aniden iki imzacı Hocayı da atmaya karar verdi. Sözleşmenin bitmesi için bir hafta bile beklemediler.
YÖK ciddiye almış
Öget Hoca, her şeyi bu kadar sanıp hayatına devam ediyordu. Başka üniversitelerde misafir Hoca olarak ders verip, para bile almadan hastaları tedavi ediyordu. Ta ki YÖK’ten gelen 17 Haziran tarihli tebligatı görünceye kadar.
Tebligatı almak için gittiği üniversiteye güvenlik görevlisi nezaretinde girebilmişti. Kendisini okuldan atan üniversite yönetimi hukukçuların bile işin içinden çıkamadığı bir suç yöneltmişti Öget Hoca’ya. YÖK de bunu ciddiye almıştı.
Ne bir bildiri dağıtmıştı, ne bir afiş asmıştı. Üstelik kendisi devlet memuru bile değildi. Suç olarak bir tanımı bile olmayan barış isteyen bir dilekçe imzalamıştı sadece. Eski bir hukukçu olarak hukuki garabetle karşı karşıya olduğunu biliyor ama “Türkiye’de hukuk nereye kadar izleniyor biliyoruz. Onun için her şey olabilir” diyor.
Savunmasını yapacak
Şimdi kendisi gibi “devlet memurluğundan atılmak istenen” 33 Hoca ile birlikte 20 Temmuz’da YÖK Disiplin Kurulu’nda “savunmasını” yapacak. “Ben, ne soracaklarsa ona cevap veririm. Avukatımız ise kanunsuzlukları anlatacak” diyor.
Tüm bu yaşanılanlarda onu en çok üzen şey ise “hayatımın anlamı” dediği ders vermekten alıkonulmak gibi bir durumla karşılaşma olasılığı:
“Ne yapabilirler bilmiyorum. Hiçbir hukukçu bunu anlamıyor. Ne olacak? Profesörlük, doktorluk unvanım elimden alınacak, emeklilik hakkım elimden alınacak, emekli maaşım kesilecek filan mı? Böyle bir şey olamaz diyor hukukçular. Emeklisiniz, kazanılmış haklarınıza dokunamazlar ama sizi çıkarırlar hiçbir üniversitede misafir öğretim üyesi olarak bile ders veremezsiniz diyorlar. Ki ben birçok üniversitede kendi konumda ders veriyorum. Oralarda bile ders veremeyecek hale gelebilecekmişim.”
Acıyı tarif edemiyor
Oysa o öğrencilerle olmayı, onlara anlatmayı, onlarla tartışmayı, konuşmayı “çok çok çok seviyor.” “Görevim bu benim” diyor, özellikle eşi Prof. Dr. Bülent Tanör’ü kaybettiğinden beri hayatının tek anlamı bu onun için: “Bu alan gelişmekte olan bir alan. 1983’te ilk nöropsikoloji laboratuvarını kurarak ben başlattım. Nöropsikoloji şimdi revaçta. Ve bunda benim derslerimin önemini biliyorum. Ondan mahrum kalacağız.”
Üniversitede ders vererek geçirdiği bir ömür ve hayat biçiminin yok edilmesi demek bu onun için. Duyduğu acıyı tarif bile edemiyor. Sınıfa girdiğinde tahtaya ilk olarak “öğrenciler belki ulaşmak isterler” diye telefon numarasını yazan bir Hoca o. Kalbindeki yangını biraz olsun yatıştıran, ilaç gibi gelen şey ise öğrencilerinin desteği olmuş. Posta kutusu destek mesajlarıyla dolmuş, change org’da “Öget Öktem Tanör devlet memurluğundan atılmasın” diye bir imza kampanyası başlatılmış.
Bülent Tanör’ün adını yaşatıyor
Öget Hoca’yı üzen bir başka konu ise verdiği bursların kesilme tehlikesiyle karşı karşıya olması. Yıllardır liseden üniversiteye 14 çocuğa burs veriyor Öget Hoca. Bunlardan 5’i ‘Bülent Tanör Bursu’ adı altında destek olduğu İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencileri. Böylece hem Bülent Tanör’ün adını yaşatıyor hem öğrencilerin okumasına katkıda bulunuyor. Şimdi ‘kara kara bunu düşünüyor.’:
“Emekli maaşım kesilmezse dişimi sıkar kışın devam ederim ama bir de emekli maaşım kesilirse onlara şimdiden haber vermem lazım, kendinize birini bulun diye. Ama belki kesilmeyecek, onun için haber veremiyorum. Son dakika kesilirse haber de veremeyeceğim. Tam bir açmaz içindeyim.”
Üniversiteyle bağı kopar, emekli maaşı da kesilirse burslardan bir kısmından mecburen vazgeçmek zorunda kalacak. Ama ‘Bülent Tanör Bursu’ onun için apayrı. Onun ismini yaşatabilmek için elindekini, avucundakini bile satmayı göze almış.
Tüm bunları anlatırken durup “Bazen Bülent olsaydı ne derdi, nasıl bir yol gösterirdi” sözcükleri çıkıyor ağzından.
Türkiye’nin en büyük anayasa hukukçusu, insan hakları savunucusu ve ömrünü mücadeleyle geçirmiş bir ismi en azından üniversitede yaşatabilmek isteyen eşi, öncü bir bilim insanı akademiden uzaklaştırılma tehlikesiyle karşı karşıya.
Ama o tüm bunlara rağmen Türkiye Nöropsikoloji Derneği Başkanı olarak 2019’daki dünya Nöropsikoloji kongresinin Türkiye’de yapılabilmesi için uluslararası çalışmalarını sürdürmekten vazgeçmiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.