Dersimliler kendilerine yönelik soykırımı Tertele (yıkım, deprem) olarak tanımlarlar. Tertele’nin sembolik başlangıç tarihi 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu kararıdır. Henüz daha ne kadar insanın imha edildiği konusunda kesin sayıları bilmiyoruz. Resmî rakamlar 13 bin civarında ama 70 bin rakamını verenler de var; Erdoğan ise 50.000 rakamını dillendirmiştir.
1937-8 Dersim, Karadeniz bölgesindeki Rum nüfusun 1921-2’de imha edilmesinden sonra (Pontus soykırımı) Cumhuriyet tarihinin en sistemli kitlesel imha hareketidir. Aralarında önemli bir fark vardır; Pontus soykırımı aslında kendisinden önceki bir dönemin, Hıristiyanlara karşı sistemli imhanın son perdesi gibidir. Sanki yeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti, kurulmadan önce Osmanlı’dan miras aldığı bir geleneği Pontus ile sonlandırılmış gibidir. Hıristiyanların Anadolu topraklarında sürülme ve imha edilmeleri olarak tanımlanabilecek bu geleneğin büyük kapanışı ise 1923’te Lozan’da imzalanan nüfus değiş tokuş anlaşmasıdır.
Hıristiyanların Anadolu sathından sürülmelerinin tepe noktasını şüphesiz ki 1915-7 yılları arasındaki Ermeni soykırımı teşkil eder. Bu bakımdan, Dersim soykırımını, 1915 Ermeni soykırımı ile kıyaslamak bize çok şey öğretecek; yakın tarihimizi daha iyi anlama şansını verecektir.
Elbette bu iki büyük kitlesel imha arasında onlarca benzerlik var. Ne de olsa her iki katliam da esas olarak aynı yönetici elit tarafından hayata geçirilmiştir. Şükrü Kaya gibi, her iki katliamda da yönetici olarak rol almış insanların sayısı oldukça kabarıktır.
Bu nedenle Dersim soykırımını, başlangıcını ister 1804 Sırp veya 1820 Yunan ayaklanmaları, veya ister 1878 Berlin anlaşması olarak alalım, Osmanlı’nın parçalanması; Balkanlar ve Anadolu’da ulusal devletler kurulması sürecinin son halkası olarak okumak mümkündür. Bu anlamda Dersim, Türk ulusal devletinin inşasının önemli bir dönüm noktasını oluşturur.
Fakat, tarihi bir süreklilik olarak okumak ve 1878’lerden 1938’lere kadar düz bir çizgi çekmek, tüm yararlarına rağmen, önemli bazı farklılıkları gözden kaçırır.
Burada, tepe noktasını 1915-7 Ermeni soykırımının oluşturduğu Hıristiyan imhası ile 1938 Dersim soykırımı arasında esasa ilişkin bir farka dikkat çekmek istiyorum. Aynı yönetici elit tarafından yapılmış olmasına ve arada kurulabilecek her türlü sürekliliğe rağmen, bana bu iki soykırım farklı kültürel, sosyal ve politik ihtiyaçların ürünü olarak ortaya çıkmış kitlesel imhalar olarak gözükürler. Amaçlar ve hedefledikleri farklı idi gibi gelir...
Ermeni soykırımı, esas olarak Osmanlı toplumunun modernleşmesinin taşıyıcısı olan bir gruba karşı organize edilmiştir. Hıristiyanlar Osmanlı toplumunun “modernleri” idiler, modern bir burjuva devletinin kurucusu olabilecek kültürel altyapı ve sermaye birikimine sahiptiler. Müslüman çoğunluk (Türkler ve Kürtler), modern Osmanlı burjuva devletinin kurulmasının taşıyıcıları olabilecek Hıristiyanları imha ederek kendi modernleşmelerine de çok önemli bir darbe vurmuşlardır. Bir anlamda kendi “modernleştiricilerini” imha etmişlerdir. Türk-Müslüman modernleşmesinin bu denli gecikmesinin en önemli nedeni budur.
Eğer Türkiye hâlâ Batı standartlarında bir demokrasiye ulaşamadı ise, bunun bir nedeni de, Hıristiyanların yok edilmiş olmasıdır. Osmanlı’nın, modern bir kapitalist- burjuva devlete dönüşmesini sağlayabilecek bu kurucu- taşıyıcı güçlerin imhası niçin bugün hâlâ Batı standartlarında normal modern bir devlet olamayışımızın da izahıdır.
Dersim soykırımı bunun tam tersi bir sosyal- kültürel nedene dayanır. Bu sefer Türkler, kurmak istedikleri ulus-devlet anlayışına uygun olarak kendilerini modernizmin temsilcileri saydılar; kendilerini buna inandırdılar. Dersimliler ise Türk modernleşmesinin öteki ucu, deyim yerinde ise zıddı idiler. Türkler kendi modernleşmelerine engel gördükleri Dersimlileri imha etmekten çekinmemişlerdir.
Zygmunt Bauman, Modernite ve Holokost adlı eserinde, modern toplumları, düzenli bahçeye benzetir. Bu nedenle, modern devlet kurmak isteyenlerin en büyük sorunu bahçedeki aykırı otlardır. Bauman, kitlesel imhaları, modern bahçelerin aykırı otlardan temizlenmesi olarak görür. Dersim, Türk modern devletinin aykırı otuydu ve bu nedenle “temizlendi”.
Dersimliler, 1937-38 Tertelesi’ne kadar kendilerine has kültürel ve sosyal bir hayat tarzına, buna uygun kurumlara ve hukuk düzenine sahiptiler; daha çok yazılı olmayan kurallara dayalı, farklı bir yaşam tarzı idi bu. Bu farklı sosyal, kültürel yaşam tarzı gerçekliği, modern bir ulus-devletinin zıddını oluşturuyordu. Yani modern Türk devleti için, Dersimlinin, Dersimli olarak varlığı bir sorun teşkil ediyordu. Dersimli, modern Türk bahçesinin aykırı otu idi.
Bu anlamda, Dersim soykırımını Amerikan veya Avustralya yerlilerinin imhası ile kıyaslamak yerinde ve doğru olur. Bu iki kıtada da, modern kapitalist bir devlet kurmak isteyen Beyaz Adam, kendi yaşam tarzına tamamıyla aykırı bir topluluk ile karşılaşınca, onunla yan yana yaşamayı başaramamış, onların imhası yoluna gitmişti. Dersimlinin başına gelen de budur.
İddiam odur ki, aralarındaki tüm benzerliklere rağmen Ermeni ve Dersim soykırımları farklı sosyal gerçekliklere ve ihtiyaçlara denk düşerler.
Soykırım analizlerinde, “smoking gun” (tüten silah; açık delil) denen bir kavram vardır. Kavram, imhaya yönelik doğrudan emirlerin veya imhayı açıktan savunan nefret söylemini de içeren demeç ve açıklamaların varlığı için kullanılır.
İlginçtir, Ermeni soykırımı ile kıyaslandığında, Dersim Tertelesi’nde “smoking gun” daha fazladır. Sanki aynı yönetici ekip, Ermeni soykırımının üstünü örtmede gösterdiği titizliği Dersim için göstermemiş gibidir. Bu birincisinde (Ermeni) kendine güvensizliğin, ikincisinde (Dersim) ise kendine aşırı güvenin sonucu olabilir mi? Belki de birincisinin sonunun yenilgi ile sonuçlanması ve yargılanacaklarından korkmaları, ikincisinden ise zafer ile çıkmaları etkin olmuştur, kim bilir...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.