24 Haziran seçimleri muhalif partiler, demokrasi güçleri ve Kürtler bakımından eşitsiz koşullar altında yaşanan bir seçim oldu. OHAL ve çatışma ortamında yapılan bu seçimde Kürtler birçok yasal ve idari engelleme nedeniyle seçim sürecinin dışında bırakıldı.
Bütün bu antidemokratik koşullarda yapılan 24 Haziran seçiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan %52 oranında bir oyla birinci seçilmeyi başardı. AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı da parlamentoda benzer bir üstünlüğü sağladı (%53).
16 yıllık bir iktidar sürecinin ardından Erdoğan’ın bir kez daha seçilmiş olmasına ilişkin yapılan değerlendirmeler muhtelif. Türkiye’nin temel sorunlarını çözememiş, Kürt meselesini kanlı bir girdaba dönüştürmüş, dış ilişkilerde ciddi açmazlara yol açan, ülkeyi ekonomik anlamda darboğaza saplamış bir iktidar partisi liderinin yeniden seçilir olması doğal olarak farklı yorumlara yola açıyor.
Bu konuyla ilgili altı çizilmesi gereken birkaç nokta var: Birincisi, 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde (CHP, MHP, HDP, vb.) bütün partilere karşı tek başına %51 oyla iktidara gelen Erdoğan’ın partisinin (AKP) oylarında bu seçimde önemli bir düşüş yaşandığı ortaya çıktı (%42). Başka bir ifade ile uzun bir iktidar sürecinin yol açtığı yıpranma ve aşınma nedeniyle belirgin bir gerileme söz konusu.
O halde AKP’deki bu oy kaybına rağmen Erdoğan nasıl yeniden cumhurbaşkanlığına seçildi? Hiç kuşkusuz MHP’nin sunduğu destek sayesinde. AKP ve MHP’yi bir araya getirerek Cumhur İttifakı olarak seçime girmelerini sağlayan etken ise Kürt korkusu üzerinden üretilen “Beka sorunu” ve güvenlikçi politikalar oldu. AKP, yanına aldığı MHP ile söz konusu korku ve güvenlik algısını kullanarak ülkenin temel sorunlarını, halkın aş, iş ve özgürlük sorunlarını ötelemeyi ve toplumun önemli bir kesimini milliyetçi ve içe kapanmacı bir psikolojide birleştirmeyi başardı.
Seçim sonuçları bağlamında şaşırtıcı bulunan MHP’nin oylarındaki artışın da söz konusu siyasi tablodan ayrı düşünülmesi mümkün değil. Türkiye’nin AB ile yakınlaştığı ve Kürt meselesinde çözüm çabalarına yöneldiği 2002 -2012 yıllarında siyasal ve toplumsal zemin kaybeden MHP gibi Türk ırkçılığının sembolü bir partinin, Türkiye’nin Kürt meselesinde çatışmacı siyasete yöneldiği andan itibaren yeniden güç odağına dönüşmesinde şaşırtıcı bir durum yok. Seçim sonuçları gösteriyor ki; bir dönem MHP’den AKP’ye geçen milliyetçi-ırkçı oylar, savaş ve şiddet siyasetinin ön plana çıkmasıyla yeniden MHP’ye geri dönüyor. Eğer söz konusu olan savaş ve Kürt düşmanlığı ise bunun alasını temsil eden MHP ne güne duruyor? Ve dolayısıyla AKP’nin kaybettiği kitle, başka herhangi muhalif bir partiye değil, ondan daha geri bir çizgide olan MHP’ye gitmiş bulunuyor. Bu tam Türkiyelik, sui generis bir durum…
Evet, son tahlilde Erdoğan yeniden kazandı, ancak izlediği savaş ve gerilim politikaları onu MHP’ye daha çok bağımlı hale getirdi.
Elbette Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın elde ettiği üstünlükte muhalefetin zaaflarının payı az değil. Millet İttifakı’nı oluşturan İyi Parti, ırkçı ve milliyetçi karakteriyle MHP’den farklı bir duruş sergilemiyor, bu yönüyle de onun demokratik bir muhalefetin oluşumuna katkı sunması beklenemezdi. CHP ise hala bildik korku ve tabuların etkisi altında. Demokrasi meselesinde radikal bir perspektiften yoksun, Kürt meselesinde ise iktidar blokunun çizdiği çerçevenin dışına çıkamadı. Hatta bir dönem AKP’nin attığı adımlara en çok muhalefet eden parti konumuna düştü. Bu nedenlerle CHP’nin öncülüğünde oluşturulan Millet İttifakı topluma yeni ve farklı bir gelecek sunmakta inandırıcı olamadı.
CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce popülist söylemi ve ezber bozan tutumuyla partisinden 8 puan fazla oy aldı, CHP açısından bazı bariyerleri aştı. Ancak Kürt korkusunun teslim aldığı Türk toplumunda ve şiddetin zehirlediği siyasi atmosferde İnce’nin aldığı oy oranı ancak %30’lara ulaşabildi. İlginç olan şu ki İnce’nin fazladan aldığı oylar iktidar blokunun tabanından değil, büyük oranda aynı kulvarda yarıştığı İP, Saadet ve HDP gibi parti tabanlarından geldi.
Bu seçimin dikkat çeken sonuçlarından biri HDP’nin barajı aşması oldu. Seçim sonuçları HDP’nin Kürdistan’da oy kaybettiği, buna karşın bazı metropol kentlerde oylarını arttırdığını gösteriyor. Kürdistan’daki oy kaybının geçmişteki hendek siyaseti ve Kürt sorunundaki silik tutumuyla yakın ilgisi var. Batı’daki oy artışında ise belli çevrelerin HDP’ye barajı aştırma kaygısının olduğunu söylemek mümkün. Öte yandan HDP esas olarak Kürt oylarıyla meclise giren bir parti. Onun barajı aşmasında, yaşadığı mağduriyetler ve barajı aşmaması halinde vekilliklerinin AKP’ye gitme kaygısı önemli rol oynadı. HDP’nin Kürt meselesinde geçmişten farklı ve olumlu bir performans gösterme ihtimali düşük olsa bile, önemli bir toplum kesiminin parlamentoda temsil edilmesi bakımından onun barajı aşması önemli.
24 Haziran seçimlerinin en büyük garabetlerinden biri de Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı kampanyasını cezaevinde yürütmek zorunda bırakılması oldu. Bu durum her yönüyle adalet ilkesine aykırı, eşitlik prensibinden uzak, özgür ve demokratik rekabet mantığına ters bir durumdu.
Sonuç olarak;
24 Haziran seçimlerinde Kürt korkusunun galip geldiğini, Türk toplumunda milliyetçi muhafazakâr çizginin güçlendiğini söylemek mümkün.
Erdoğan ve partisi güç kaybetse de MHP sayesinde Erdoğan cumhurbaşkanı, Cumhur İttifakı da mecliste çoğunluk sağlamayı başardı. Bu sonucun yol açabileceği iki ihtimalden söz edilebilir. İlki, bu durum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı MHP’ye daha bağımlı hale getirerek Devlet Bahçeli’yi yeni dönemde daha etkili konuma getirebilir. İkincisi, AKP’nin mecliste çoğunluğu kaybetmesi, iktidarı, yasama sürecinde diğer partilerle iş birliğine zorlayabilir. AKP ve MHP’nin toplam vekil sayısının (344) anayasa değişikliğine yetmediği düşünülürse, bu durum siyasete belli diyalog ve ittifakların önünü açabilir.
Öte yandan ülkenin normalleşmesi, demokrasinin rayına girmesi, ekonomik sorunlar, Avrupa Birliği ile tıkanan ilişkiler, bölgesel gerilimler Türkiye’nin önündeki değişmeyen can yakıcı sorunlar… Kürt meselesi ise içerde ve dışarda Türkiye’nin bir an önce yüzleşmesi gereken konuların başında geliyor.
Bu tablo içinde yakın vadede çözüm ve aydınlık bir gelecek bakımından iyimser olmak zor. Ancak başta Kürt siyasi aktörleri olmak üzere, demokrasi, özgürlük ve barıştan yana olan dinamiklerin harekete geçmesi halinde böyle bir geleceğe kapı aralamak imkansız değil.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.