Evren ve Şahinkaya'nın ömürlerinin yetip, almaları kuvvetle muhtemel olan ağır cezayı dinlemelerinin özel bir anlamı var.
Yarın Ankara’da, 12 Eylül 1980’de yaptıkları askeri darbeyle yönetime el koyan cuntanın hayatta kalan iki üyesi hakkında açılan davanın ilk duruşması yapılacak. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, darbeyle yönetime el koymuş, anayasal düzeni yürürlükten kaldırmış, hükümeti görevden almış, TBMM’yi lağvetmiş, siyasal partileri yasaklamış, yasama ve yürütme güçlerini tekeline almış kişiler yargılanacak. 1980’de yürürlükte olan ceza kanununun 146 ve 147. maddelerinde tanımlanmış olan suçlar, yeni ceza kanununun 309, 311 ve 312. maddelerinde benzer biçimde yer alıyor. Ceza, ağırlaştırılmış müebbet hapis.
Yönetime bütünüyle el koyarak eksiksiz bir darbe gerçekleştirmiş olan suçluların hayatta olan son ikisinin yargılanması Türkiye siyasal tarihi açısından bir dönüm noktasıdır ve bu son fırsattır. Aslında 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi’nin 38 üyesinden hayatta olanlara karşı da dava açılması gerekir. Bu kişilerden birkaçı hayatta ama zamanaşımı sorunu var. 12 Mart Muhtırası’nın failleri ne yazık ki artık hayatta değil.
Yarın sanık olarak isimleri okunacak Evren ve Şahinkaya’nın ömürlerinin yetip, almaları kuvvetle muhtemel olan ağır cezayı dinlemelerinin özel bir anlamı var. Bu dava, darbenin belli koşullarda gerekli ve yararlı olduğu fikrine karşı yapılacak bir demokrasi aşısı işlevi görme potansiyeline sahip. Elbette sadece ‘rövanş alma’ arzusu içinde yapılmaması, darbe öncesi ve sonrasındaki destek çevresinin de oluşan suçtaki sorumluluklarının gözler önüne serilmesi, 1980 öncesinin darbecilerin gözüyle değerlendirmemesi koşuluyla.
Bu nedenle 12 Eylül darbesi davası önemli ama burada bitmemeli diyenlerin haklı iki itirazı var. Birincisi, iddianamenin genel değerlendirmeleriyle ilgili. İddianamede yer alan, sanıkların işledikleri suçla bir ilgisi olmayan ABD ve SSCB sistem karşılaştırmaları; MGK 1 no’lu bildirisinde darbe gerekçesi olarak sunulan olguların bir bölümünün iddia makamı tarafından da benimsenmesi; MESS başkanı iken darbeci zihniyete uygun zemin hazırlamış, daha sonra cunta hükümetinde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görev almış Turgut Özal’a döşenen övgüler, savcılık makamının yaklaşımını sorunlu kılıyor. 12 Eylül iddianamesi bu haliyle savunmanın işini kolaylaştıran önemli açıklar veriyor.
İkinci itiraz, sanıklara ‘insanlığa karşı suç’ işlemiş oldukları için dava açılmamış olması. Türkiye’de yeni ceza kanunu insanlığa karşı işlenmiş suçların bir plan doğrultusunda ve sistemli olarak, ‘toplumun bir kesimine karşı’ ve ‘siyasi, felsefi, ırki, veya dini saiklerle’ işlenmiş olmasını öngörüyor. Yasanın tanımladığı sekiz suç filinden ikisinin, ‘işkence, eziyet’ ve ‘kişi hürriyetinden yoksun kılma’ suçlarının 12 Eylül cuntası üyeleri ve onların emri altında çalışanlar tarafından gerçekleştirildiğini iddia etmek mümkün. Soykırım suçu gibi, insanlığa karşı işlenmiş suçlar için de zamanaşımı geçerli değil.
Mireille Delmas-Marty, ‘İnsanlığa Karşı Suç’ başlıklı, konumuz açısından zengin incelemeler içeren küçük kitabın (İletişim Yayınları, 2012) giriş yazısında, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi hâkimlerinin tezlerini hatırlatıyor. Hâkimler, 1996’da verilen ilk mahkûmiyet kararlarını desteklemek için, insanlığa karşı suçların bireyleri aştığını söylüyor. “Zira”, diyorlar, “tek bir insana saldırıldığında bile İnsanlık hedeflenir; insanlık inkâr edilir. Kurbanın kimliği, yani insanlık, insanlığa karşı suçun özgüllüğünü belirler.” İnsanlığa karşı suçlar, doğrudan mağdur olan kişinin menfaatlerinden daha geniş bir menfaate halel getirmektedir.
12 Eylül cuntasının emir ve komuta zinciri içinde Türkiye’de de insanlığa karşı suçlar işlendi. Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu’nun Aralık 2011’de yayımladığı rapor bunu açık biçimde ortaya koyuyor. 5 no’lu Askeri Cezaevi’nin 1980-1984 arasında işlenen insanlığa suçların en önemli merkezi olduğunu gösteriyor rapor. Bu yegâne merkez değil ama en önemlilerinden biri.
12 Eylül darbesini yapanlar, planlı biçimde, siyasal saiklerle ve toplumun bir kesimine yönelik işkence, eziyet, kişi hürriyetlerinden yoksun bırakma suçlarının işlendiği bir yönetimin kurucusu ve yöneticileriydiler. Kendilerinin de insanlığa karşı suç işlemiş oldukları iddia edilebilir. Esas o zaman onların emri altında çalışan işkencecilerin suçları da insanlığa karşı suç olarak değerlendirilip, zamanaşımı korumasız hale gelecektir.
12 Eylül darbesi Türkiye toplumunu boyunduruk altına almak için işlenmiş ağır bir suçtur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.