“Ortadoğu’da İslami hareketlerde bir kutbu AK Parti öbür kutbu da El Kaide temsil ediyor. Bu devrim sürecinde İslami hareketler ya El Kaide’leşecekler ya da AK Parti’leşecekler.”
“İran, şiddet ortamına girer. Rejim, muhalefeti ezerken, o da canlı bombalarla cevap verir. Bunu İranlılar da söylüyor. Unutmayın Şiiler’de ölüm korkusu yoktur. Kerbela kültürü vardır.”
“Gençler dünyaya yeni bir devrim modeli sundu. Sanal âlemdeki örgütlenmeyi sokağa taşıyıp devrim yapıyorlar. Şiddet çağrıştıran hiçbir alet taşımıyorlar. Ordular halkın karşısında felç oluyorlar.”
***
NEDEN CENGİZ ÇANDAR
Ortadoğu’da halk ayaklanmaları orman yangını gibi yayılıyor. Tunus’ta başladıktan sonra Mısır’a sıçrayan ve Mübarek’in gidişiyle Bahreyn’e, Yemen’e, Umman’a, Kuveyt’e, hatta Irak ve Irak Kürdistanı’na yayılan, tüm Ortadoğu’yu saran ve yönetimleri dehşete düşüren kitlesel gösteriler, Libya ve İran gibi dünyaya sıkı sıkıya kapalı rejimleri bile sarsıyor. Her biri ayrı bir toplumsal yapıya sahip olan bu ülkelerdeki diktatörlerin gideceği artık anlaşılıyor. Sadece nasıl gidecekleri tartışılıyor. Özellikle İran için rejimin nasıl değişeceği büyük bir soru işareti taşıyor. Son gösteriler sırasında İran’da olan ve yıllardır Ortadoğu’yu dolaşarak çok yakından ve yerinden izleyen, Türkiye’nin en sağlam Ortadoğu uzmanlarından gazeteci-yazar Cengiz Çandar, hem İran sokaklarını hem de Ortadoğu’nun muhtemel geleceğini anlattı. Cengiz Çandar, Ortadoğu’nun Müslüman halklarını en çok AKP modeli dedikleri dindar ve laik bir siyasi yapının etkilediğini söyledi. “Ortadoğu’da neler oluyor, neler olacak, Ortadoğu’daki sert rejimler ne yapacak ve bu rejimlerin muhalifi olan sert İslamcı hareketler neye dönüşecek ve bu gelişmelerde Türkiye’nin rolü ne olacak” sorularının bütün cevapları, Cengiz Çandar’ın anlattıklarında, çarpıcı bilgilerle ve tarihî analizlerle karşılığını buluyor. Ortadoğu’da yaşanan devrimin güçlerini ve dinamiklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
***
NEŞE DÜZEL: İran’dan yeni döndünüz. İran sokaklarında durum ne?
CENGİZ ÇANDAR: İran, insanlarının kanına “özgürlük ve demokrasi” virüsü girmiş bir ülke. Bu yüzden sokaklar rahatsız, kaldırımlar sancılı İran’da. Sokaklarda, “besic” denen motosikletli vurucu güçler ve robocop kıyafetli polisler dolaşıyor. Rejim sokak gösterilerini çok kanlı bastırdığı için, İranlılar farklı taktikler geliştirmişler.
Ne yapıyorlar?
Mesela Tahran’da kaldırımlarda yürüyen gergin insanlar görüyorsunuz. Onların kaldırımdaki yürüyüşü her an bir gösteriye dönüşebiliyor. Birden safları sıklaştırıp slogan atmaya başlıyorlar. Besicler işte bu noktada, motosikletleriyle kalabalığın içine dalıp ateşli silahlarıyla ve sopalarıyla saldırıyor. Biz İran’dayken, Tahran ve İsfahan’da sokak gösterileri oldu. O gösterilere 20-30 bin kişi katıldı. Oysa 2009’da aynı Tahran’da yüz binlerce kişi yürümüştü.
Niye şimdi o kadar kalabalık yürümediler?
İran’da 2009 haziranında cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Ahmedinejad’ın seçimi ilk turda kazandığının ilan edilmesi üzerine, halk infilak etti. İran’da rejime karşı birikmiş olan ve her kesimden, her görüşten insanı temsil eden büyük bir kitle muhalefeti sokaklara çıktı. Tepkiler, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ı aşıp, dinî lider Hamaney’e de yöneldi. Gösteriler, 1979’da kurulmuş olan İslam Cumhuriyeti’nin özüne karşı bir içerik kazandı. Ama yüz binlerce kişinin katıldığı ve altı ay süren bu gösteriler öyle sert bastırıldı ve rejim, İran halkının üzerine bir yıldır bütün şiddetiyle öyle çöktü ki... Kimi kurşunlandı, kimi tutuklandı, kimi idam edildi. Bu yüzden şimdiki sokak gösterilerinin boyutundan ziyade, verdiği mesaj çok önemli bugün.
İran halkı, İslam Cumhuriyeti’ne ne mesaj verdi?
“Biz, biçilip kıyılmamıza rağmen yok olmadık, biz varız, devam ediyoruz. Sizin, bu ülkede geleceğiniz yok. Gelecek biziz” mesajını verdi.
Göstericiler ne istiyor?
Mısır’da isteneni istiyorlar. Özgürlük istiyorlar. Özgürlüğün mekanizması olarak da demokrasinin gelmesini, eşit şartlarda, adil, dürüst, özgür seçimlerin yapılmasını, halkın iradesini yansıtacak bir yönetimin kurulmasını istiyorlar. Ortadoğu’da, Türkiye dışında hiç olmayan bir durum bu. Cumhurbaşkanı Gül’ün heyetiyle İran’a gittiğimiz gün Tahran’da Tunus ve Mısır halkıyla dayanışma gösterisi yapılacaktı. Çağrının adı buydu ama herkes biliyordu ki, bu, İran’daki rejime itiraz ve tepki gösterisi olacaktı.
İran’da yönetim interneti kesmeye çalışıyor ama beceremiyor değil mi?
Totaliter sistemler küreselleşmeyi ve interneti tamamen engelleyemiyorlar. Ancak kısıtlayabiliyorlar. Çünkü internet, e-mail, SMS demek, dünyayla ticaret demek, bankacılık demek. Ekonominiz ve siyasetiniz dünyaya ne kadar kapalı olursa olsun, bu küresel sistemde malınızı dünyada herhangi bir ülkeye satabilmek için interneti kullanmaya mecbursunuz. O yüzden tamamen kapatamıyor interneti. İnterneti açtığı anda da göstericilerin çektikleri video görüntüleri bir anda dünyaya ve dolayısıyla İran’a yayılıyor. Biz Tahran’da oteldeyken, yirmi dakika ötemizdeki Tahran sokaklarında neler olup bittiğini, internet açıldıktan yirmi dakika sonra bütün dünyadaki çeşitli haber ajanslarından öğreniyorduk. İranlılar olup biten herşeyi böyle izliyorlar zaten. Aslında Mısır’da zirveye ulaşan ve şu anda Ortadoğu’nun tümünde esen bu rüzgârı şu veya bu ülke tetiklemedi.
Kim tetikledi?
Ortadoğu’daki rüzgârı iki şeyin buluşması tetikledi. Küreselleşme ile gençlik buluştu. Küreselleşme denen olgu “internet, e-mail, face book, twitter, cep telefonu, SMS” gibi araçlar getiriyor. 2009’da İran’daki büyük gösterilerde twitter ve facebook’un büyük rolü oldu. Bu yüzden de İran’da uzun süredir twitter, facebook ve SMS yok. İnternet de sık sık kesiliyor. Çünkü Ortadoğu’da bugünkü halk ayaklanmalarının kodları, “cep telefonu, SMS, internet, facebook, twitter ve e-mail”. Halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesini seferber eden araçlar bunlar artık. Üstelik bunlar, silah, tank ve toplardan çok daha güçlü araçlar. Baskı rejimleri, basını sansürlese de, insanlar bu aletler üzerinden birbirleriyle temas kuruyorlar ve bir anda büyük kalabalıklar halinde toplanıyorlar.
İran’da, göstericilerin liderleri de bugünkü sistemin önemli adamları. Peki onlar, neye karşı çıkıyorlar?
İslam Cumhuriyeti’nin kendi kadroları içinden de ciddi bir muhalefet var bugünkü rejime. Mesela bugün muhalefetin lideri olarak gözüken üç büyük isim var: Humeyni döneminin de Başbakanı Mir Hüseyin Musavi, eski Meclis Başkanı ve din adamı Mehdi Karrubi ve iki dönem Cumhurbaşkanı olan din adamı Hatemi... Bunlar, İslam Cumhuriyeti’nde reform yapılmasını, İslam Cumhuriyeti’nin kuvvetli bir dönüşümden geçirilmesini talep ediyorlar. Teokratik bir cumhuriyet yerine, giderek, AK Parti’nin hükümet olabildiği türden Türkiye’deki gibi bir siyasi sistem istiyorlar. İslami duyarlılıkların ülke yönetimine yansıdığı bir yapı istiyorlar.
İslam ve demokrasiyi birleştirmek mi istiyorlar?
Bir anlamda öyle... İran’da zamanla ordu halini almış olan “Devrim Muhafızları” örgütü var. Bunlar, rejimin bel kemiğini oluşturuyor. Siyaset yapıyor, petrol işine giriyor, t...icaret yapıyor. Aynı zamanda bir istihbarat örgütü var. Aslında İran bir askerî-polis rejimi. Bunun üzerine bir dinî örtü konulmuş.
İran’da halk bu teokratik rejimin değişmesini istiyor mu?
Benim İranlılarla çeşitli temaslardan, ayrıntılı bilgilerden edindiğim tahmini bilgi, yüzde 70’i bu rejimin bitmesini istiyor. Geriye yüzde 30’luk bir kitle kalıyor ki... Elindeki orduyu, istihbaratı ve polis gücünü halka karşı acımasızca kullanan bir rejim için çok güçlü bir kitle tabanı demek bu. Kısacası İran’da çok acımasız olan bir devlet aygıtının yüzde 30 gibi çok güçlü bir tabanı var. Dolayısıyla İran’daki rejim ilelebet sürmez ama Mısır’daki gibi de bitmez. Eğer İran’daki rejim esnemezse, mücadele çok kanlı olur. İran şiddet ortamına girer. Rejim muhalefeti ezerken, muhalefet de rejime suikastlarla, canlı bombalarla karşılık verir. Bunu İranlılar da söylüyor. Unutmayın Şiilerde Kerbela kültürü var. Kültür kodları, toplu yok olmayı göze almaya müsait. Ölüm korkutucu bir şey değil.
İran parlamentosunda milletvekilleri, göstericilerin liderleri olan din adamları için “asalım” diye bağırdılar. Böyle bir şey gerçekleşebilir mi İran’da?
Musavi ve Karrubi’nin idamını istediler. Gerçekleşmez diyemem. İran’ın yakın geleceği çok sancılı olacak. İran ve Mısır birbirlerine muazzam ters iki örnek. Mısır’daki devrimin en çarpıcı yanı hiç görülmemiş ölçüde barışçı olmasıydı. Sopa bile kullanılmadı, taş bile atılmadı. Küreselleşme çağının devrim niteliğindeki halk hareketleriyle ilgili çok önemli bir işaret ve olgu bu. İnternet üzerinden genç kuşaklar vasıtasıyla harekete geçen kitleler, klasik devrim modellerinin dışında bir model sunuyorlar dünyaya. Hiçbir şekilde şiddet çağrıştıran araç kullanmıyorlar. Sanal âlemdeki örgütlenmeyi sokaklara taşıyarak devrim yapıyorlar. En büyük gücü barışçı olmaktan alıyorlar. Ordular da bu kadar büyük halk hareketinin karşısında felç oluyorlar. Çünkü iki tercihle karşı karşıya kalıyorlar. Ya rejim çekilecek ya da katliam yapacak. 21. yüzyılda koca bir halkı biçmek kolay değil!
İran’da huzursuzluk ve gösteriler sürer mi?
Muhalefet sürmesini istiyor. Arap ülkelerinde rejimler, halkın sokak gösterileri karşısında geriliyor, geriliyor ve sonunda düşüyor. En azından liderini kaybediyor. Tunus’ta Zeynel Abidin, Mısır’da Mübarek böyle gitti. Yarın öbür gün Bahreyn’de çok ciddi değişiklik olacak. Libya’da, Yemen’de, Ürdün’de olabilir. Irak’ta bile kıpırtılar var. Irak Kürdistanı’nda da Barzani’ye karşı muhalefet hareketlendi. Bir domino etkisi var. Artık Arap dünyasında değişim başladı. Liderler gidiyor. İran’daki muhalefet de bundan güç alarak gösterileri tekrar başlattı. Fakat İran’ın yapısı farklı.
Hangi açıdan farklı?
Bu rejimin kendi kendini yenileme yeteneği yok. Teokratik rejimin doğasında bu yok. Din adamı Hamaney ve onun temsil ettiği din adamları sınıfının iktidarı elinde tutmasına dayanan bu rejim, varlığını çatışma üzerine kuruyor. Amerika’ya ve serbest piyasa ekonomisine karşı. Dolayısıyla dünyaya kapalı bir rejim olduğu için de varlığını sürdürüyor. Oysa reform demek, bu rejimin çözülmesi demek. Çünkü dünyaya ve serbest piyasaya açılmak demek her türlü fikre açılmak demek. Oysa bu rejim kendisine Amerika ve İsrail düşmanlığı ve nükleer programın yarattığı gerilim üzerinden bir güç merkezi oluşturuyor. Şiilik aracılığıyla Irak’ta ve Lübnan’da, Hamas aracılığıyla da İsrail üzerinde bir rol oynuyor. Bu yüzden İran’ın dönüşümü diğer Ortadoğu ülkeleri gibi olmaz.
İranlılar Mısır’dan etkileniyor mu?
Mısır’dan etkilenmemesi mümkün değil ki... Herkes etkileniyor Mısır’dan. O yüzden Abdullah Gül, İran’a giderken uçakta bize, “Mısır dersinden herkes nasibini alacak. Özellikle de şu anda gitmekte olduğumuz ülke” dedi.
Mısırdaki değişimin ne yönde gelişeceğini düşünüyorsunuz?
Modern Ortadoğu tarihinin dört dönemeç noktası var. Bir, Birinci Dünya savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve bugünkü ülkelerin sınırlarının çizilmesi. İki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail devletinin kurulması. Üç, İran İslam Devrimi. Dört, 2011 Mısır Halk Devrimi. Bu devrim, Arap bireyinin varoluşudur. Dünyanın başka coğrafyalarında, Avrupa’da, Amerika’da görülen demokrasinin, Araplara asla nasip olmayacağı sanılıyordu. Mısır devrimiyle Arap bireyi ortaya çıkıyor. Bugüne dek aşiretle, cemaatle, mezheple hareket etmiş olan Araplar, artık birey olarak sahneye çıkıyorlar. Demokrasi ve özgürlük de bu demek zaten.
Mısır’da asker yönetimi bırakır mı yoksa ülkeyi yönetmek için diretir mi?
Şu âna dek yaptığı somut işler bırakacağı yönünde. Ordu, kendisinin de bir parçası olduğu eski rejimin meclisini meşru değil diyerek feshetti. Yeni anayasayı yapması için, ülkenin en saygın hukukçularından bir komisyon oluşturdu. Mısır, ordunun yönetimine doğru gitmiyor. Mısır, iyi bir yöne doğru gidiyor.
Bahreyn’de, Yemen’de, Libya’da, Cezayir’de, Kuveyt’te, Umman’da da gösteriler oluyor. Neden Ortadoğu böyle hareketlendi?
1848 Avrupa devrimleri gibi bir durum var Ortadoğu’da. Yeni bir çağ açıldı. Ortadoğu küreselleşmeye entegre oluyor. Diktatörler devrilecek. Bu dönüşüm kimi ülkede haftalar, kimi ülkede aylar, kimi ülkede de en fazla birkaç yıl alacak. Ortadoğu’nun dünyaya entegrasyon süreci bu. Bu devrimin parametreleri temel haklar, özgürlükler ve demokrasi. Bu devrimin aracı da küreselleşmenin aracı olan internet. Bu devrimin taşıyıcı gücü de yeni kuşaklar yani “gençler”. Değişmesi umut edilmeyen, değişmez olarak kabul edilen koca bir alan ve insan kitlesi meğer içten içe birikiyormuş. Mısır’ın alev alması ise bambaşka bir şeydir.
Niye?
Tarih boyunca Mısır, geleneksel ve jeopolitik olarak Arap dünyasının merkezidir. Mısır, Ortadoğu’da trend belirleyici bir ülkedir. Araplar için yön verendir, lider ülkedir. Arap edebiyatı, Arap müziği, Arap sineması oradan çıkar. Türkiye, Ortadoğu’nun güç merkezidir ama Arapların lideri değildir. Türkiye, Arapların yönünü etkiler. Mısır ise Arapların yönünü belirler. Mısır, 1979’dan beri sahneden çekilmişti. İsrail’le yaptığı barış anlaşmasıyla bu rolünü terk etti ve giderek marjinalleşen bir ülke oldu. Ama Mısır, tarihi, kültürü, coğrafyası ve nüfusuyla marjinal olamayacak bir ülke. Arap dünyasının çoğu Sünni’dir. Mısır, eski rolünü üstleneceği işaretini verdiği anda bütün Arap dünyası hareketlendi işte! Yemen, Bahreyn, Libya, yarın öbür gün başka ülkeler... Mısır yanardağının lavları bütün Ortadoğu’ya akmaya başladı.
Ortadoğu’da halkların önüne sandık konulduğunda, sandıktan İslamcı, şeriatçı partilerin çıkacağı söylenegeldi hep. Mısır’daki muhalefetin önemli bir bölümünü Müslüman Kardeşler oluşturuyor. Müslüman Kardeşler nasıl bir düz...en vaat ediyor?
Batı palavrası bu! Ortadoğu’da muhalefete ne zaman serbestçe örgütlenme hakkı, adil ve demokratik seçimlerde sınava tutulma imkânı tanındı ki? Hiç tanınmadı. Hamas’ı gösteriyorlar. Filistin’de Hamas, teokratik düzen kurma amacıyla seçime girip, kazanmadı. Hamas, işgal altındaki bir halkın İslami hareketi olarak seçimi kazandı. Kaldı ki Müslüman Kardeşler koca bir deniz... İçinde 80 tane akım var. El Kaide’nin lider kadroları da onlardan çıkma. Ama o kadrolar, Müslüman Kardeşler’i zındık- din dışı sayıyor şimdi.
Erdoğan dâhil, AK Parti’nin kurucularının çoğu da Müslüman Kardeşler’in, Seyyid Kutub’un ideolojisiyle yetişmediler mi?
Elbette. Müslüman Kardeşler, bir siyasi parti olarak örgütlenip, kendilerine diğer partilerle eşit şartlarda yarışmaları ve demokratik bir anayasa içinde hareket etmeleri imkânı tanındığında bir bilmece olmaktan kurtulacaklar ve sahaya çıkacaklar, toplumla karşılaşacaklar. Kendi yandaşları dışında bir toplumun olduğunu görecekler. Oy almak için toplumu etkilemeye çalışırken, kendileri de etkilenecekler. Yani siyaset yapmaya başlayacaklar.
Siyaset yapmak ne demek?
Siyaset yapmak demek, taktik pozisyonlar almak, yeni ittifaklar kurmak, projeler geliştirmek ve bu pozisyonları her gün rötuşlamak ve değiştirmek demektir. Bunun için bakınız: Türkiye’deki AK Parti. Sürekli oyunu arttırarak on yıldır iktidarda. Şu anda Türkiye’de bir şeriat devleti tehlikesi var mı? Dindar kimliklerini koruyorlar fakat son derece dünyeviler. Çünkü toplumdan etkilendiler. Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El-Benna’nın torunu Tarık Ramazan şu anda Oxford’da profesör. “Şans verildiği takdirde, Müslüman Kardeşler çok muhtemeldir ki, Türkiye’deki AK Parti’ye benzeyecek” diyor. Nitekim Tunus’taki İslami hareketin lideri Gannuşi, kendi Nahta Hareketi’nin AK Parti’ye benzediğini söyledi. Dolayısıyla “Türkiye modeli” derken, aslında AK Parti modelinden söz ediliyor.
Ortadoğu’da çok kuvvetli bir İslamcı damar var. Bu İslamcı örgütler siyasi partilere dönüşecek mi?
Şu anda konu, zaten o. Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da gösterecekleri performans ve ideolojik dönüşüm sonucunda giderek AK Parti görüntüsüne girmesi, AK Partilileşmesi mümkün ve bu, giderek bölgedeki diğer bütün İslami hareketleri de etkiler. Türkiye modeli denen şey, aslında AK Parti iktidarındaki Türkiye’dir. Bu durum, Türkiye’nin içini de etkiliyor ve AK Parti’nin hazirandaki genel seçimlerde şansını müthiş arttırıyor.
Ortadoğu’nun dindar siyasetçileri AKP’yi örnek alıyor mu gerçekten?
İslami hareketler bakımından bir kutbu AK Parti temsil ediyor. Öbür kutupta da El Kaide var. Ortadoğu’daki İslami hareketler ya El Kaideleşecekler ya da AK Partileşecekler. Türkiye bugün dindar insanların yönettiği ama din devleti olmayan bir ülke. AK Parti, Araplar için bir başarı öyküsü. Sandıkla gelip sandıkla gitmeyi kabul ederek iktidara gelmiş ve iktidarda tutunmuş bir parti. Üstelik iktidarında da, Türkiye dünyada hem önemli bir siyasi aktör olmuş, hem de ekonomisiyle gelişen, zenginleşen bir ülke haline gelmiş. Unutmayın ki... Arap ülkelerinin en önemli sorunu yoksulluk ve yolsuzluk. Dolayısıyla AK Parti iktidarındaki Türkiye, Ortadoğu için müthiş bir örnek oluşturuyor.
Ortadoğu’daki Arap ülkelerinde yaşananlar İsrail devletini ve halkını tam olarak nasıl etkileyecek?
Ortadoğu’da yaşananlardan en fazla İsrail etkilenecek. Çünkü Filistin sorunu böyle devam edemeyecek. İsrail için hayat bugüne dek olduğundan çok daha zor olacak. Amerika, İsrail’in güvenliğini artık eskisi gibi Arap diktatörleri aracılığıyla sağlayamaz. Filistin halkının taleplerini de hesaba katarak yeni bir politika tasarlamak zorunda kalacak. Çünkü yeni Ortadoğu’da diktatörlükler olmayacak. Özgür Arap bireyleri, İsrail’e, “Filistin halkına bunu yapamazsın” diyecekler. Ve, yapamayacak da... İsrail’in Filistin politikası değişmek zorunda. Mısır’la birlikte Gazze’ye uyguladıkları abluka süremez artık.
Amerika’nın ve Avrupa’nın bu hareketler ve değişimler karşısındaki tutumu ne?
Tek kelimeyle utanç verici. Amerika, şu anda hareketleri mecburen destekliyor ama uzun süre iki cami arasında beynamaz kaldı. Birincisi, Ortadoğu’da kurduğu güvenlik merkezinin en büyük dayanağı Mübarek’ti. Onu ayakta tutması gerekiyordu ama tutamadı. İkincisi, Amerika’nın, meşruiyetini, demokrasi ve özgürlüklerin yayılması söyleminden alan bir yanı da var. Mısır patlayınca, kurduğu güvenlik sistemini mi ayakta tutacak yoksa temsil ettiği değerlere göre mi davranacak, karar veremedi. Şu anda ibre ikinci yöne döndü. Obama ikinci ibreden yanaydı.
Bu gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkileyecek?
Ortadoğu’daki hareketlilik Türkiye seçmenini de yönlendirecek ve AK Parti’nin iktidarını güçlendirecek. Çünkü Türkiye modeli denen şey, aslında AK Parti iktidarındaki bir Türkiye demek. Türkiye modeli, Kemalistlerin iktidarda olduğu bir Türkiye demek değil. İslam’ı reddeden, Ortadoğu’ya sırtını dönmüş bir Türkiye’de, Ortadoğu’nun, Arapların izleyeceği bir şey yok. Ortadoğu’daki Müslüman kitleler, AK Parti gibi İslam referanslı bir partinin yönettiği laik, demokratik Türkiye’yi kendilerine örnek olarak alıyorlar ve kendileri de Türkiye gibi bir başarı öyküsü olmak istiyorlar.
Ortadoğu’da kalıcı barışı getirir mi bu hareketlilik?
Kalıcı barışa giden yolu kısaltır. Çünkü kalıcı barış, Filistin sorununun sadece Filistin’in değil, İslam dünyasının kabul edeceği bir biçimde çözümü demektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.