1924 Anayasasında (m.88) vatandaşlık şöyle tanımlanır: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.” 1961 Anayasası (m.54) ve 1982 Anayasası’nda (m.66) ise, vatandaşlık için aynı tanım benimsenir: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”
Genellikle 1924’teki tanımın 1961 ve 1982’ye nazaran daha yumuşak olduğu söylenir. Çünkü “herkes Türktür” şeklindeki bir ibarenin, 1924’teki en azından lâfzen başka kimliklerin varlığını kabul eden anlayışa oranla daha sert bir vatandaşlık düzenlemesine tekabül ettiği belirtilir. Ancak gerçekte Cumhuriyet dönemindeki üç anayasada da vatandaşlık hep bir etnik kimliği referans alarak belirlenir ve vatandaşlığın tanımında “Türk” ve “Türklük”e özel bir anlam yüklenir.
Cumhuriyetçi söylem, “Türk” ve “Türklük”ün etnik bir kimliği ima etmediğini ifade eder. Buna göre, Türk ve Türklük, tüm kültürel, dinsel ve etnik aidiyetleri kapsayan bir üst-kimliktir. Fakat bu söylem, gerçeği yansıtmaz. Cumhuriyetin kurucularının sözlerine, devletin pratiğine, yasal mevzuatta ve mahkeme kararlarına bakıldığında “Türk” sözcüğünün Cumhuriyet tarihi boyunca etnik bir içerik ile kullanıldığını görülür. “Türklük” başkalarını tanıyan ve onların kendi kültürlerin geliştirmelerine imkân veren bir hukuki kimlik değildir. Kısacası Cumhuriyet’in vatandaşlık anlayışı, bu ülkedeki çeşitliliğin tek tipleştirilmesini hedefler ve bu hedefe ulaşmak için farklılıkların kendilerini siyasi olarak duyurma imkânını ortadan kaldırmaya çalışır. Bu anlayış, toplumun çeşitli kesimlerini dışarıda bırakır ve “kapsayıcı” olmaktan ziyade “dışlayıcı” bir nitelik taşır.
Bu sorunlu vatandaşlık anlayışı ve pratiği, Türkiye’nin toplumsal sorunlarını çözmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Eğer yeni anayasa sürecinde gaye, toplumsal uzlaşmayı sağlamak ve barışçıl biraradalığı gerçekleştirmek ise yapılması gerekenlerden biri de, yeni bir vatandaşlık anlayışı geliştirmek olmalıdır.
Dünya anayasalarında vatandaşlık
Levent Korkut’un 100 ülkenin anayasasını vatandaşlık yönünden inceleyen önemli bir çalışması bulunuyor. Ülkelerin anayasalarında vatandaşlığı nasıl yer verdiklerine odaklanan Korkut, vatandaşlığa ilişkin düzenlemelerin belli özellikleri olan kategoriler içinde ele alınabileceğini ortaya koyuyor. Buna göre 5 kategoriden bahsetmek mümkün:
1. Vatandaşlığı bir etnisite ile tanımlamayan, ancak anayasanın başlangıç kısmında veya diğer maddelerinde vatandaşlığın dolaylı olarak etnisite temelinde kurgulanmasına olanak tanıyan ülkeler. (Bahreyn, Suudi Arabistan, Mısır, Katar, Libya, vb.)
2. Vatandaşlığı etnik temelde tanımlayan ülkeler. (Estonya, Türkiye)
3. Vatandaşlığı tanımlamayan ama vatandaşı etnik terimlerle ifade eden ülkeler. (Almanya, Polonya, Kamboçya)
4. Vatandaşlığı tanımlayan ancak bunu etnik kimlikle ilişkilendirmeyen ülkeler. (Slovakya: “Slovakya Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Slovakya vatandaşıdır”)
5. Vatandaşlık tanımına veya bir etnisiteye dolaylı ya da dolaysız yer vermeyen, sadece vatandaşlığın nasıl kazanılacağına ve kaybedileceğine dair genel teknik ilkeleri düzenleyen ülkeler. (Danimarka: “Vatandaşlar eşittir, vatandaşlar hür doğar”)
Korkut’un incelediği 100 devletin anayasasından sadece 14’ünde etnik kimliğe atıf yapılmıştır; vatandaşlık tanımını doğrudan etnik bir kimlikle yapan devlet sayısı ise 3’tür. Dolayısıyla denilebilir ki; dünya anayasalarında genel eğilim ya vatandaşlığın hiç tanımlanmaması veya nötr bir şekilde ifade edilmesi yönündedir.
Kürt meselesi ve vatandaşlık
Vatandaşlık, Kürt meselesinde ağırlık taşıyan konulardan biridir. Kürt meselesini çözme yolunda çerçeve oluşturacak bir anayasada vatandaşlık tanımının birtakım özellikleri içermesi gerekir. Eğer Kürt meselesinin özündeki sorun farklı kimliklerin barışçıl birlikteliğini sağlamak ise, bu takdirde vatandaşlığın da farklı kimliklerin kendi farklılıklarını ifade etmelerini, korumalarını ve geliştirmelerini teminat altına alacak bir şekilde tasavvur edilmesi gerekir. Zira çoğulcu bir toplumsal yapıda farklılıkların birlikte yaşama olasılıklarını ancak çokkültürlü bir anayasal vatandaşlık ile attırmak mümkün olabilir.
Anayasal vatandaşlık, Türkiye mevcut sorunlarının -bilhassa Kürt meselesinin- çözümü için ciddi katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Çünkü Türkiye’nin vatandaşlık tanımı esas itibariyle etnik-kültürel kimliktir. Türkiye’nin siyasi kimliğini bugün de halen dil, soy ve hatta din birliği tanımlamaktadır. Homojenliği dayatan mevcut kimliğin, Türkiye’nin heterojenliğine ve kültürel çeşitliliğine uygun düşmediği bellidir. Bugün Türkiye’de gerek Kürtlerin, Alevilerin, gayrımüslimlerin, Sünni mütedeyyinlerin, eşcinsellerin vb. grupların yaşadıkları sorunların temelinde, bu grupların yükselen kimlik eksenli isteklerine sistemin yeterli bir cevap üretememesidir. Dolayısıyla hâlihazırdaki vatandaşlık tanımı toplumsal barışı zedeleyen bir işlev görmektedir.
Bu itibarla Türkiye’nin siyasi kimliğini etnik ve kültürel türdeşlik anlayışından arındırılmış bir şekilde ve daha soyut ilkeler ve normlar temelinde yeniden tanımlamasına ihtiyaç vardır. Daha açık bir ifadeyle vatandaşlığın ‘Türklük’ ile tanımlamasından ve vatandaşlar toplumunun bir ‘Türkler cemaati’ olarak görülmesinden -resmen ve fiilen- vazgeçilmelidir. Türkiye toplumunu artık demokratik bir anayasal sistemin norm ve değerleri etrafında bir araya gelmiş siyasi bir birlik olarak tasavvur etmek zorundayız. Bu bağlamda anayasada vatandaşlığa ilişkin iki türlü düzenleme düşünülebilir: İlki, anayasada bir vatandaşlık ve vatandaş tanımına yer vermemektir. Bunun yerine vatandaşlığın anayasal bir hak olduğunu, kazanılması ve kaybedilmesinin kanunla düzenleneceğini, kimsenin keyfi olarak vatandaşlığından yoksun bırakılamayacağını, vatandaşların yurtdışı edilemeyeceğini ve ülkeye girmekten alıkonamayacağı belirtmek daha yerinde olacaktır.
İkincisi ise, eğer bir mutlaka vatandaşlık tanımı verilecekse bu tanımı nötr bir şekilde yapmak ve vatandaşlık konusunda değil, anayasada ve yasalarda etnik ima veya çağrışımları olan bir ibareye yer vermemektir. Bunun pratik anlamı, anayasanın birçok maddesinde bulunan “Türk milleti” ifadesinin yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” ifadesinin kullanılmasıdır. Bu, anayasacılık ruhuna daha uygundur; çünkü anayasa denen metin nihayetinde vatandaşlar arasındaki bir mutabakatı yansıtır. Bu şekilde bir düzenleme yapıldığında; toplumdaki doğal çoğulculuğu tanıyan, onların kendi varlıklarını korumalarının ve geliştirmelerinin önündeki engelleri kaldıran bir vatandaşlık anlayışına bir adım daha yaklaşmış oluruz.
Vahap Coşkun
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.