Geçtiğimiz hafta sonu Bursa Atatürk Stadı’ndaki tribünlerde “Mehmetçiğiz, Türküz, Ne mutlu Türküm diyene” yazılı pankartlar açan futbolseverler, acaba PKK şiddetiyle şehit olanların pek çoğunun bizzat orduda görev yapan Kürt askerleri olduğunu hiç duymuşlar mıydı?
Peki, bazı futbolseverlerin futbol oynamaya gelen Diyarbakırsporlu futbolcuları PKK’lılarla eşdeğer görmelerinde kimlerin payı vardı?
Gaziantep-Ankaragücü maçında ise bir taraftar grubu pankart açtığında “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları atanlar karşılarında futbolcu yerine savaşçı mı görüyordu acaba?
Kürt açılımını hainlikle ve bölücülükle itham etmekten başka hiçbir cümle kurma gereği duymayan ve kanal kanal dolaşarak kibar bir üslupla vatandaşları ajite eden kanaat önderlerinin payı yok mudur bu tür çatışmalarda?
Geçtiğimiz günlerde Biga’da kapalı pazar yerinde yapılan düğünde çalan Kürtçe müziğin kapatılmasını isteyen grupla düğün sahipleri arasında taşlı sopalı kavga çıktı. Kürt açılımını hainlikle eşdeğer olduğunu söyleyenler sorumluluk duydular mı acaba?
Bir süredir ortalıkta görünmeyen bazı araştırmacı yazarlar, “Kürt açılımı nedir diyoruz, hiçbir şey sayan yok” diyerek gözlerimizin içine baka baka bu ülkede hiçbir adaletsizliğin yapılmadığını anlatıyorlar. Kamu vicdanıyla alay ederek adeta.
Diyarbakır cezaevinde yaşanan insanlık dışı olayları, sadece anadilini bilip konuşanların bölücü ilan edilerek işkence gördüklerini, masum köylülerin ağaçlara bağlanarak infaz edildiğini, şiddete bulaşmak yerine politika yapmaya kalkanların kemiklerinin kırılıp kuyulara atıldığını, faili meçhulleri, savaşın sürmesinden nemalananların kirli provokasyonlarını ve daha birçok şeyi yok sayabiliyorlar.
Tabii bunları adalet ve hakkaniyet adına hatırlatınca da bu sefer PKK’nın sanki masum olduğunu söylüyormuşuz gibi, bizlere de PKK’lı muamelesi yapmaya başlıyorlar. Vatandaşların devlet tarafından gördüğü çeşitli zulümleri: Hepimizin lanetlediği bir örgütün şiddet eylemlerini öne sürerek unutturmaya çalışıyorlar.
Sloganlara dönüşmüş yaftalama yöntemleriyle zafer kazanacaklarını umuyorlar. “Türk açılımı istiyoruz” diyenleri Türklerin sanki varolma hakları ellerinden alınıyormuşçasına galeyana getiriyorlar.
Kürtlerin tamamı sanki eline silah alıp dağa çıkarak Türkleri yok etmeye çalışıyormuş gibi bir atmosfer yaratıyorlar.
Gençleri Kürtlere karşı kışkırtırken yalan bilgiler verenlerin, gerçekleri saklayanların vicdanını ne örtebilir bu kadar kalın örtülerle? 25 yıldır şehit düşmekte olan ve zulüm görenlerin masum kanı mı?
Tribünlerde, internet sitelerinde, düğünlerde asıl ayrımcılığın kendilerine yapıldığını haykıranları yönlendirenler, vicdan ölçülerini tribün sloganlarıyla tarttığında yalnızca şiddet ve kaba kuvvetin çoğalacağını bilmiyor mu?
Bu şekilde Kürt açılımına engel olsalar ve hükümetin başarısızlığını sağlasalar ne olacak? Adaletli ve vicdanlı bir zafer kazanmış olacaklar mı?
Birtakım yetkililer, ülkemizdeki dindarları tam da bugünlerde Araplaşma tehlikesine karşı uyarmaya başladı yine çeşitli kanallarda. Türk-İslam sentezciliğini yeniden gündeme getirenlerin kullandığı üslubun pek mümince değil de, son derece ajite edici olduğunu görmek nedense şaşırtmıyor artık.
Nihayetinde Kürt açılımını daha en başından engellemek isteyen kişi ve kurumlar mağduriyet söylemini köpürterek Türklüğü gerek milliyetçilik, gerek din, gerekse ulusalcılık bazında yeniden politize etmeye çalışıyorlar. Bunun için bir vakitler Hrant Dink’e iftira atanları aratmayacak biçimde sahaya inmiş durumdalar.
Evet hükümeti eleştirebiliriz, açılımı sorgulayabilir, kuşkularımızı dile getirebiliriz. Kimi Kürtlerin Kürtçülüklerini, şiddetten nemalanmalarını, kimi Kürt politikacıların kan pahasına yaptıkları ucuz pazarlıkları sorgulayabiliriz. Sorgulamalıyız.
Ancak adaletsizlik yaparak zafer kazanacağını sananlar ister Türkleri, ister Kürtleri galeyana getirsin, sonuçta başarısızlığa mahkûmdurlar. Çünkü hakikatin gözleri ardına dek açıldı artık. Ona ancak hak ile bakanlar ulaşacak.
Leyla İpekçi / Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.