Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi doktora öğrencisi Arzu Yılmaz, Evrensel gazetesine 'çözüm süreçi' ve Kürt sorununun geldiği aşamaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İşte o söyleşi...
Kobani’ye destek eylemleri sonrası AKP’nin sert açıklamalarını sürdürmesi, Öcalan’la görüşmelerin kesintiye uğraması “süreç en ciddi krizini yaşıyor” yorumlarını arttırmıştı. “Kobani eylemleri AKP’yi sarstı, bu nedenle süreci yeniden başlatmak zorunda kaldı” tespitine katılır mısınız?
Birincisi, İmralı süreci bağlamanıda 6-8 Ekim olaylarının AKP için bir travma olduğunu düşünüyorum. İkincisi de, eğer mevzuyu sürecin başından sonuna okursak şöyle bir tarafı var; şüphesiz ki bu tür süreçlerin inişleri çıkışları olur. Ama bence burda nihai hedefin belirlenmesi noktasında, sürecin nereye gideceği bu yolun nereye vardığı konusunda çok ciddi bir eksiklik söz konusu. Bence İmralı sürecinin en zayıf tarafı bu.
Nihai hedef ne sizce?
Önce, şu ayrıntıyı söylemem gerekiyor; biz sürece ilişkin bilgiyi yetkili ağızlardan çok sınırlı aldık. Hele hükümet kanadından hiç bilgi akışı olmadı. Bilgiyi AKP’ye yakın gazetecilerden, köşe yazarlarından aldık. Dolayısıyla da yapacağımız yorumların referansları, bu gazetecilerin, yazarların -hükümet tarafından da yalanlanmayan- kamuoyuyla paylaştıkları bilgiler. Sorunuza dönersek, en baştan AKP’nin bize söylediği şuydu; “Kürtler Türkiye’yi bölmeyecek, Türkiye Kürtlerle büyüyecek.” “Kardeşçe yaşayacağız” vs. Bunun dışında bize bir şey söylendi mi? Hayır. Burdan baktığımız zaman, süreci yakından takip etmeye çalışan biri olarak ben diyorum ki, bu süreç zaten başından itibaren Türkiye’nin demokratikleşmesi perspektifiyle ortaya konulan bir süreç değildi. Bu Türkiye’nin büyümesi perspektifiyle ortaya konan bir projeydi.
“Türkiye’nin büyümesinin ne sakıncası var” diyenler olabilir? Bu hedefin eksik bıraktığı temel husus ne?
Şöyle bir sakıncası var; siz eğer Kürt sorununun kaderini, Türkiye’nin Ortadoğu’da büyümesi gibi bir hedefe kilitlerseniz, -ki o hedefin sadece Kürtlerin ve Türklerin elinde olmayan çok ciddi bölgesel ve küresel dinamikleri var-, o hedef gerçekleşmediğinde Kürt sorunu da elinizde patlar. Türkiye’nin Ortadoğu’daki macerasına Kürt sorunun çözümünü endeksleyebilecek bir lüksü yok aslında. Sıkıntı burdaydı. Şüphesiz ki siyasi taraflar çıkarları temelinde bir çözüm hedefler. Fakat bu çıkarlarınızı rasyonel temeller üzerine inşa etmezseniz, üstelik Kürt sorunu gibi Türkiye’nin bir devlet olarak devamlılığını tayin edecek bir sorunu böyle bir konjonktürel stratejinin kaderine bağlarsanız, o zaman çok büyük risk almış olursunuz.
Bu büyüme isteği, Rojava/Kobani politikasının da değişmesini gerektirmez mi?
Yüzde yüz gerektiriyor. Benim anladığım kadarıyla mevzu şuydu; Türkiye zaten Kürt sorunun demokrasi yoluyla çözme trenini kaçırdı. Karşı karşıya olduğu şey bir Kürdistan sorunu. İmralı sürecinde bir de böyle bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Kürdistan sorununu, Kürt sorunu argümanlarıyla tartışmaya başladık. Demokratikleşme hiç şüphesiz Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde önemli bir yoldur, hedeftir. Fakat Kürdistan sorununu yalnızca demokratikleşme hedefiyle gerçekleştiremezsiniz.
Bunu açar mısınız, neden gerçekleştirilemez?
Çünkü Kürdistan sorununun özünde bir egemenlik sorunu vardır. Yani demokratik gelişmişlikten ziyade, egemenlik paylaşımı sorunu vardır. Kürtler kendi yaşadıkları toprakları, Kürdistan’ın yeraltı, yerüstü kaynakları, yönetimi, idaresi vs. konusunda Kürtlerin söz sahibi olması gibi bir bilinç, arzu ve duyguyla hareket ediyorlar. Ve buna uygun siyasi planlamaları da var.
Ne zamandan beri bu bilinçle hareket ediliyor?
Bunda birkaç parametre var. Kürt sorununda verilen mücadeleye her dört parça üzerinden baktığımız zaman, mesela Güneyde, Güney Kürdistanlıların Bağdat hükümetine karşı verdikleri mücadele üzerinden gelişen bir siyasallaşma süreci var. Ya da Türkiye’ye baktığımız zaman, mücadelesinin merkezinde Ankara var. Kürt sorunu her bir parçanın kendi özgül koşullarında şekillenmiş. Buna bağlı olarak da Kürt siyasi hareketi mücadelesi farklılaşmış. Bazen birbiriyle çatışmış, bazen paralellikler göstermiş ve fakat Kürdistan’ın dört parçasını kapsayan ölçekte bir birlik noktasına gelmemiş. Bunun temelinde dört parça Kürdistan’ın kendi özgül koşullarında gelişen mücadelenin odağına yaşadıkları devleti merkeze alması var. Bu açıdan “90’ları kronolojik olarak bir dönüşüm dönemi olarak düşünüyorum.
‘90’larda ne olmuştu?
Bir, göç; iki, silahlı güçler; üç, medya ve iletişim; dört, ticaret. Bu dört parametre üzerinden Kürtler birbirleriyle karşılaşıyor ve tanışıyor bir kere. ”Kürdistan’da Kürt mülteci olma halini bir cümleyle bana anlatın” derseniz, şunu söylerim; Kürtler ancak Kürdistan’da mülteci olarak birbirleriyle tanışmışlar. Yani ‘88’de Halepçe, daha sonra‘ 90’da Güneyin Kuzeye gelmesi, savaş dönemi, sonra Rojava, İran... Bu bir boyutu. İkinci boyutu, silahlı güçler. Bugün Iraklı bir Kürt gidiyor Dersim’e, Dersim’den bir Kürt gidiyor Kobani’ye... Silahlı güçler üzerinden bir başka karşılaşma ve tanışma yaşanıyor. Üçüncü boyutu ticaret. Sınır ticareti, kaçakçılık hep vardı, evet. Fakat 90’lardan sonra sınır ticaretinin sadece şekli değil, hacmi de değişiyor. Bölgeye kapitalizmin gelmesiyle birlikte sınır ötesi ticaret arttıkça, bir başka tanışma ve karşılaşma hali oluyor. Dördüncü paremetre, medya. Med TV. Kürt siyasi hareketinde birçok devrim oldu ama beni en çok heyecanlandıran Med TV. Çünkü Med TV, o karşılaşma ve tanışma haline başka bir kanal açtı. Kürdistan sorununu Kürt sorunundan farklılaştıran en önemli nokta bu. Çünkü Kürtler artık Kürdistan’ı merkez alan bir ulus inşa sürecindeler. Buna bağlı olarak siyasi mücadele de Kürdistan’ı merkez alan ve Kürdistan’ın dört parçası arasındaki enerjiyle yapılanan bir süreç.
Bu niye önemli?
Şunun için önemli; Kürdistan sorunun, Kürt sorununa çözüm perspektifiyle çözmeye kalkarsanız bir noktadan sonra tıkanırsınız. Sakatlık buradaydı. Barış istemediği için değil, herkes barış istiyor. Ve evet, barış Kürtlere de, Türklere de lazım. Türkiye’ye de lazım, Kürdistan’a da lazım. Musul’dan sonra Güney’e gittim. IŞİD’in Şengal, Musul saldırısı sonrasında Türkiye’yle ilgili müthiş bir hayal kırıklığı yaşandığını gözlemledim. Fakat hayal kırıklığına uğrasa ne olacak? En azından coğrafi olarak Kürdistan ve Türkiye’yi yan yana getiren koşulları değiştirebilir misiniz? Küsse ne olacak, Amerika ile konjoktürel işbirliği yapsa ne olacak? Yarın yine Türkiye ile yaşayacak. Kürtler bunun çok farkında. Dolayısıyla bunu ne kadar erken bir çözüme kavuşturursan herkes için o kadar iyi olur. Ama önce ne yapmak istediğini söyle. Hedefi ilan et. Ondan sonra kimin neye karşı çıktığı ya da neyi desteklediği konusunda daha net bir tablo ortaya çıkar, bu kakafoni yaşanmaz. Kobani niye patladı? Çünkü Kürtlerin beklentisi bu “mış” gibi yapmalar ya da duyumlar, İmralı sürecinin Kürdistan sorununa çözüm perspektifi ile yola çıktığıydı. Ama tam da sürece tutundukları yerden “Kobani’den bize ne, Kobani ile Diyarbakır’ın ne alakası var” sesi çıkınca süreç Kürtlere değdiği yerden kırıldı.
‘AMAN ZARAR GELMESİN’ DEMEK SAMİMİ DEĞİL
Davutoğlu’nun ‘çözüm süreci milli, özgün ve yereldir’ retoriği, bahsettiğiniz Kürdistani renkleri dışlamasının da bir ifadesi mi aynı zamanda?
Evet, söylemeye çalıştığım bu. Yani sonuçta AKP’nin bir davası var. Ve bu davalarında Sünni İslam geleneği ile -biraz Osmanlı sos katarak-, bir bölgesel güç olma hayali var. Hatta, “küresel güç” olacağız diyorlar. Bunu bir rasyonellik süzgecinden geçirdiğiniz zaman karşınıza şu tablo çıkıyor; Bu davaya eklemlediğiniz “İmralı süreci yerel” diyorsun. Yani sadece yerel aktörleri gözeterek bölgesel ve küresel hedefin sadece Kürtlerin ve Türklerin mutabakatıyla halledebileceğini nasıl düşünülebilir? Eğer sen bölgesel bir proje ortaya koyup, küresel bir güç olmayı hedefliyorsan , o zaman sürecin aktörlerini yerel diye daraltıp Kürt ve Türk’ten ibaret sayamazsın. En başta her tarafından bağlı bulunduğun uluslararası sistemi yok saymış olursun ki bu hiç de rasyonel değil, olmadığını da gördük.
Kaldı ki Kürt aktörler meselesi bile sorunlu..
Evet, ona da ”terörist” diyor! Dolayısıyla, sürece eleştiri yapanların, gerçekten barış samimiyetini taşıyanlar olduğunu düşünüyorum. Barışı araçsallaştıranların, yani “aman sürece zeval gelmesin” yaklaşımını, barışı pohpohlama tarzını samimi bulmuyorum.
SÜRECİN BAŞINA DÖNÜLÜYOR
Yine sürecin en başından itibaren tartışılan temel konulardan biri de AKP’nin çözümden anladığı ile, Kürt hareketinin anladığı şeyin uyuşmadığı...
Pek öyle değil aslında.
Nasıl?
Şöyle ki, Kürtler dediler ki “tamam kardeşim, büyümek istiyorsan büyü, tamam. Ama bir şekilde bu coğrafya seni ve beni yan yana getirmiş. Sen büyürken ben de birleşeyim” Bence mutabakat burdaydı. Kobani’nin travma olmasının da nedeni o. Yani tutup da Kürdün mevzuyu tuttuğu yerden kırarsan hâlâ “süreç devam ediyor” demen zorlaşır.
Öcalan’ın kaba başlıklarıyla basına duyurulan çözüm taslağına bakarak nasıl bir okuma yapıyorsunuz? Sürecin neresindeyiz sizce?
Ben yapılan açıklamayı sürecin başına geri dönme olarak okuyorum. Bir kere Kobani ile bu son mesaj arasındaki açıklamaları, trafiği takip ettiğimizde şu ortaya çıktı; biz daha yolun başındayız. Demek ki bu iki yılı çok verimli geçirmemişiz. Önce bunu tespit etmek gerekiyor. Yolun başına geldik ama yolun başındaki, yani 2012’nin şartlarında değiliz.
Biraz önce, Kürt siyasi hareketinin AKP’ye “tamam büyü ama bizim taleplerimizi de karşıla” dediğini söylediniz. Gelinen noktada, bu tutum değişti mi sizce?
Süreç başladığında ortada somut bir veri olmamasına rağmen bu bir umuttu. Şu anda o umut yok. Şu anda Kürtler için sürece ilişkin umudun sadece retorikle kotarılması mümkün görünmüyor. Öcalan’ın mesajının da özü bu. Biz insanların tahayüllerine, hayallerine bir proje adresledik ama geride kalan iki yıllık süreçte bu hayalin gerçekleşeceğine dair yeterince veri sunamadık. Kobani bu hayali kırdı. Dolayısıyla yolun başına geri döndüysek eğer, aynı hayali yeniden kuramazsınız. Artık daha somut şeyler üzerinden hareket etmek lazım.
Öcalan’ın dediği de bu mu?
Evet. “Sürece dair umudun var mı” diye sorarsanız, bakıyorum, Mürşitpınar’dan İŞİD giriyor Kobani’ye saldırıyor. Bunu görünce ve eleştirince “sen barış istemiyorsun” oluyor. Hayır, ben barış istiyorum ama sen ne yapıyorsun? Ve hâlâ tampon bölge ısrarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla umut etmeme yardımcı olacak sinyaller gelmiyor.
AKP, yeniden Öcalan -Kandil- HDP çatışması yaratmaya çalışıyor. Siz Kandil ve İmralı’dan gelen açıklamalarda çelişki görüyor musunuz? Öcalan’ın “eğer gerekli yasal düzenlemeler yapılırsa, 4-5 ayda sorun çözülür” mesajını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan’ın 4-5 ay vurgusunu, “artık seçim avansı yok, eğer çözülecekse, 4-5 ay içinde çözmelisin” diye anlıyorum. Yani Kandil’le bir çelişki yok burda. Ayrıca, “bunlar yapılırsa 4-5 ay içinde çözülür” ifadesi, umut aşılayan değil, bilakis hükümete, ‘senin bir daha çözümü seçim sonrasına erteleme kredin yok” diye anlıyorum.
Önce bunu tespit etmek gerekiyor. Yolun başına geldik ama yolun başındaki, yani 2012’nin şartlarında değiliz.
TOPLUMSAL DİNAMİKLER DE BELİRLEYİCİ OLACAK
Seçim zamanına kadar çözüm konusunda somut bir adım atmamış ve -seçime tek başına gireceği açıklamasından hareketle- bir ihtimal olarak baraj altında kalmış bir HDP tablosunda nasıl bir Türkiye yaşamaya başlarız?
Kristal küreye bakarak yorum yapmak gibi bir pozisyona düşmek istemem ama en fazla söyleyebileceğim şey şu; şu anda sürecin aktörü konumundaki kişilerin de aslına bakarsanız bir ay, iki ay sonra ne olacağına dair kesin bir kanaate sahip olduklarını düşünmüyorum. Bu sadece Türkiye için geçerli değil. Bölgesel ve küresel ölçekte yaşadığımız kaos da aslında bundan kaynaklanıyor. Hatırlarsanız Obama iki ay önce, ‘Suriye ile ilgili bir stratejimiz yok’ dedi. Türkiye’ye bakıyorsunuz bir stratejisi var gibiydi ama o stratejisi duvara tosladı. Şimdi el yordamıyla yeni stratejinin kilometre taşları döşeniyor. Rusya devlet başkanı Putin geçtiğimiz hafta Türkiye’deydi. Aralarındaki sorunların listesini yapmaya çalışsanız, buradan köye yol olur! Ama öbür taraftan işbirliği çabası var. Çünkü herkes ”mümkün olan nedir” arayışı içinde. Mümkün olanın ne olduğunu göreceğiz, hep birlikte deneyimleyeceğiz. Ancak, şunu belirtmem gerekiyor ki, yaşayacaklarımızın kararını verecek olan sadece kamusal temsil gücü olan siyasi liderlerin iki dudağı arasında değil. Toplumsal dinamiklerin de bu süreçte belirleyici bir rol oynayacağını öngörebiliriz.
TURNUSOL KAĞIDI KOBANİ
AKP’nin seçime kadar somut adım atabileceğine dair bir işaret elimizde var mı peki? Somut ne yapılırsa sürecin devamından söz edilebilir?
Çerçeve yasa, izleme komisyonu, sekreteryanın oluşturulması gibi konular var ama bana göre bu konuda turnusol kagıdı Kobani olacaktır. Daha doğrusu Rojava politikası. Türkiye Rojava politikasında netleşmediği sürece sekreterya olsun, heyetin genişletilmesi olsun, evet bunlar da önemlidir ama asıl bence Kürt mahallesini ikna edecek olan Türkiye’nin Rojava politikasıdır. Bu konuda netleşmesi gerekiyor.
Dolayısıyla, IŞİD’in Mürşitpınar’dan Kobani’ye saldırması, öte yandan iç güvenlik paketinin yasalaşması, tutuklamaların artması, kamu güvenliği şartı getirilmesi gibi gelişmeler, AKP’de bir politika değişikliği olmayacağı görüşünüzü destekliyor?
Verili gelişmelere baktığımızda, evet. Öyle görünüyor ki AKP çözümü İmralı ölçeğinde sınırlayıp, onun üzerinden bir okumayı dayatmak gibi bir tercih kullanıyor. Bana göre örneğin sekreteryanın biçim olarak kurulması, çözümde nihai noktaya gelmede önemli bir aşamadır ama tek başına yeterli değildir. Bu bir trense, bunlar hedefe ulaştıracak lokomotif değil. Bunlar vagonlar. Lokomotif işlevi görecek bir dinamık yaratmamız gerekiyor ve o dinamiği güncel gelişmeler üzerinden okumaya kalktığımız zaman, o dinamiğin yalnızca sürece ilişkin gelişmeleri İmralı ölçeğinde okumak yetersiz kalıyor.
4-5 ay içinde somut adım atabileceğine dair bir işaret elimizde var mı peki? Somut ne yapılırsa sürecin devamından söz edilebilir?
Çerçeve yasa, izleme komisyonu, sekreteryanın oluşturulması gibi konular var ama bana göre bu konuda turnosol kağıdı Kobani olacaktır. Daha doğrusu Rojava politikası. Türkiye Rojava politikasında netleşmediği sürece sekreterya olsun, heyetin genişletilmesi olsun, evet bunlar da önemlidir ama asıl bence Kürt mahallesini ikna edecek olan Türkiye’nin Rojava politikasıdır. Bu konuda netleşmesi gerekiyor.
CHP’NİN SADECE KÜRT SORUNU İLE DEĞİL, KÜRDİSTAN İLE İLGİLİ FİKRİNİ DE BİLMİYORUZ
Lokomotifin yönünün nereye gideceğini tayin etmek için Kürt siyasi hareketi çeşitli girişimlerde bulunuyor. Örneğin CHP’ye izleme kurulu üzerinden sürece dahil olma çağrısı yaptı. CHP, rolünü oynarsa çözüm treni biraz daha raya oturmuş olur mu sizce? CHP’nin etkisi nasıl olur?
Bu öneri değerli bir öneri ama ben gerçekleşebilir bir öneri olduğunu düşünmüyorum. Eğer Kürt sorununu çözüyor olsaydık ve mevzumuz Türkiye’nin demokratikleşmesi olsaydı, CHP’nin katılımı çok değerli olurdu. Biz Kürdistan sorunuyla karşı karşıyayız. CHP’nin sadece Kürt sorunuyla ilgili fikrini değil, Kürdistan ile ilgili fikrini de bilirsek, bu lokomotife ne kadar enerji katabileceğini kestirebiliriz. CHP, Kürt sorununa ilişkin perspektifinde bile konsolide olmamışken, Kürdistan sorununa ilişkin nedir perspektifi, bunu bilmiyorum.
SÜRECİN ÜÇÜNCÜ GÖZE İHTİYACI VAR
“Sürece üçüncü göz” meselesinde, KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın “Amerika sürece dahil olabilir” açıklaması eleştirildi. Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi, Bayık’ın bu açıklamasının hükümet kanadında rahatsızlık yarattığını belirterek, ‘görünen o ki ABD’nin Kandil’le, Kandil’in de ABD ile bir yol haritası var” diye yazdı. ABD’nin Kobani’de IŞİD mevzilerini bombalamaya başlamasıyla “Kürtler emperyalistlerle iş tutuyor, ABD güdümüne girdi” gibi yorumlar yapıldı. ABD faktörü için sizin değerlendirmeniz ne?
ABD’nin Suriye politikası konusunda her ne kadar kapsayıcı stratejisine ilişkin henüz bir bilgi sahibi olmasak da, Ortadoğu’da Kürdistan bölgesel yönetimi ve Rojava’daki Kürt varlığı konusunda politikasının net olduğuna dair fikir sahibi olabilecek durumdayız. Neden? Çünkü Erbil ve Kobane müdahaleleri ortada. Sonuç itibariyle, bu kaos içinde Kürtleri koruma refleksi Amerikan çıkarları bağlamında son derece rasyoneldir. Ne Türk’e düşman olduğu için, ne Kürde dost olduğu için. Amerikan çıkarları bugün için bunu gerektiriyor. Bu noktada, Cemil Bayık’ın açıklamasını şöyle okudum; Kürt hareketi bu kaos sürecinde pragmatik davranmaya çalışıyor. Rojava konusundaki politikası da baştan beri böyleydi. Üçüncü yol, yani “Kürdistan’ı Kürtler yönetecek, en azından biz buranın yönetiminin bir parçasıyız” hedefi ve iddiası içinde. Bizim bu hedefimize yardımcı olabilecek Amerika olur, Rusya olur, dindar olur vs. Kim olursa işbirliği yaparız.” Ad Hoc işbirliği diye tarif edebileceğimiz bir üçüncü yol üzerinden hareket ediyor. Bunu böyle okuyorum. Yani illa Amerika olsun diye değil. Ama sürecin bir üçüncü göze ihtiyacı var. Hem görüşmelerin sağlıklı yürümesi hem de sürecin bölgesel ölçekte sürdürülebilir bir nitelik kazanması için.
Bunu izleme komitesi de yapabilir mi?
İzleme komitesi ne kadar yapar, onu deneyimleyip göreceğiz. Sürece baktığım zaman,illa Amerika değil ama uluslararası bir aktörün sürece dahil olmasını, sürecin selameti açısından sağlıklı buluyorum. Çünkü dediğim gibi, bu bölgesel bir şey. Bu çözümün ayakları, bölgesel ölçeğe yayılıyor.
Dolayısıyla milli, yerli söylemi aynı zamanda bunu da dışlamış oluyor?
Aynen öyle. Bunu dışlamak yerine, bilakis üçüncü gözü de müzakerenin bir parçası olarak yapılandırırsan hem iç hem dış dinamikler açısından sürdürülebilir kılarsın.
BUGÜNÜN KOŞULLARINDA BİR DERİN DEVLET GÖRMÜYORUM
Öcalan, AKP’nin çözümsüzlükte ısrar etmesi halinde darbe mekaniğinin devreye gireceği uyarısını son açıklamasında da yineliyor. Darbe tartışmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce darbe mekaniği ifadesinin altı ne kadar dolu?
Ben bir akademisyen olarak bu mevzulara ilişkin kelam ederken, her zaman elimdeki verili koşullar üzerinden hareket etmeliyim. Türkiye’nin JİTEM’i vardı, Hizbullah’ı vardı, askeri vesayet rejimi vardı, ama derin merin değildi, yani sistemin kendisi buydu zaten. Ben bugünün koşullarında bir derin devlet görmüyorum. Örneğin, Bingöl’de ne oldu? Davutoğlu, “teröristlerin cezasını verdik” demedi mi? ‘90’lar da olsa, işte,” Başbakanın haberi olmadı vs.” denebilirdi. Ama bugün Başbakan’ın kendisi söyledi. Yani derini, yüzeyi filan yok. Şu var ama, biraz önce söylediğim gibi, nasıl BM ölçeğinde “dünya beşten büyükse”, Ortadoğu da Kürtlerden ve Türklerden daha büyük. Dolayısıyla da tabii ki her ülkenin ya da görece devlet gibi hareket eden silahlı ya da siyasi güç odaklarının bazı çıkarları var, evet. Ve bu çıkarlar bugünkü kaotik ortamda kendi hedeflerini maksimize etmek için çalışırlar. Bunun derinliği merinliği yoktur, siyasetin gerçekliğidir. Bu aktörlerle nerede çatışacağınızı, nerede uyuşacağınızı iyi hesaplamazsanız, o zaman karışırsınız. Bunun da derinlikle alakası yok. Senin çıkarın, başka bir şeyin çıkarıyla çatışmıştır. Çatıştığı noktada eğer hedefine uygun kapasiten yoksa, bunda zayıflarsın. Ben böyle okuyorum.
İNSANLAR SÜRECİN NERESİNDEN TUTACAKLARINI BİLMİYORLAR
Yine çok tartışılan başlıklardan biri olarak çözümün toplumsallaştırılması meselesini Türkiye’nin demokrasi güçleri açısından nasıl değerlendirirsiniz? Bu konuda HDP’ye yönelik de eleştiriler var ama demokrasi güçleri sürecin toplumsallaşması için rollerini ne kadar oynayabiliyor?
Gezi’de Kürtler yoktu. Olmaması da bana göre anlaşılabilir bir durumdu. Kobani , “Kürtlerin Gezisi” gibi okunabilir. Ben Kobani sürecinde iktidarın aksine, toplumsal sahiplenişin çok umutvar olduğunu düşündüm. Fakat bu noktada - bunun çok tayin edici rolü olduğunu düşündüğüm için tekrar ediyorum- insanlar bu süreci neresinden tutacaklarını bilmiyorlar. Kobani’ye gerçekten insani boyutuyla sahiplenen bir tutum gelişti. Fakat bunun devamlılığının, sürekliliğinin ve sürece itici bir güç hale gelmesinin önündeki en önemli engel, insanların bu sürecin hedefine ilişkin henüz netleşmemiş olması. Demokrat ya da liberallerin de bu süreçten kırılmasının bana göre en önemli gerekçelerinden biri de buydu.
Demokrat, liberal çevrelerin, “Çözüm sürecinin demokratikleşmeyi içermediği” eleştirileri sürüyor. Öcalan tarafından hazırlanan çözüm taslağının aynı zamanda bu demokrasi endişesine de yanıt içerdiği tespitine katılır mısınız?
Türkiye’deki demokratik güçler süreci sahiplenirken, Kürt sorunu üzerinden pozisyonlarını belirlediler ve Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerinden angaje oldular. Fakat dediğim gibi, her ne kadar resmi olarak açıklanmamış olsa da benim anladığım süreç, Kürdistan sorunu üzerinden yapılanmıştı. Ve bunun merkezinde demokrasi değil, egemenlik paylaşımı vardı. Dolayısıyla egemenliğin paylaşılması noktasında karşımıza çıkan şey şu; hükümet bir taraftan egemenliğin paylaşılması üstünden bir süreç başlatıyor, bir taraftan bu egemenliği paylaşma konusunda samimi olmadığı için o egemenliği kaybetme endişesiyle daha da otoriterleşme gibi bir refleks geliştiriyor. Mevzuyu böyle okuyorum. Dolayısıyla dediğim gibi Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorunun hallinde bir hedef ve reçetedir. Bu, karşı karşıya olduğumuz Kürdistan sorunun yönetilmesini kolaylaştırabilir sağlayabilir ama nihai çözümü sağlayacak bir çerçeve değil. (Serpil İlgün - Evrensel)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.