Aylar önce, nelerin Türkiye gündemini meşgul ettiğini hatırlayanınız var mı? Biraz zihninizi kurcalayın desem. Hatırlayın Kafkaslarda savaş derken, Rusya ile kriz baş göstermişti, ABD Avrupa karıştı derken, bir an kendimizi Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile büyük medya patronu Aydın Doğan arasında patlak veren ‘ahlak savaşının’ ortasında bulmuştuk. Hatırladınız değil mi? Hani Sayın başbakan, Aydın Doğan’ı kendisine ve partisine iftira atmakla suçlayarak(bir yardım kuruluşunda patlak veren yolsuzluk iddiaları ile üzerine, doğan medyasının haberleri), bu iftiraları ispatlamadıkları takdirde ahlaktan yoksun olduklarını beyan etmişti. Sayın Doğan da Başbakanı, kendilerini(sahibi olduğu medyayı) susturmakla ve Hilton üzerinden kendisine şantaj yapmakla suçlayarak, başbakan’ın demokrasi düşmanı ve diktatör ilan etmişti. Ve başbakan benim sicil amirim değildir, türünden laflar etmişti. Malumunuz üzere, bugünlerde yine hükümet ve doğan arasında bir gerginlik, husumet, iddialar, karalamalar, demokrasi aşkı ile savunmaya geçmeler, yandaş medya ve yandaş olmayan medya sözleri baş gösterdi. Yani tüm bunlar Aydın Doğan’a kesilen vergi cezasının akabinde patlak veren bilindik ezberler, kandırmacalar, oyalamalardır diyebilirsiniz. Tüm bu yaşananlar, bilmediğimiz, yabancısı olduğumuz şeyler değil tabi!
Aydın Doğan’a kesilen ceza için bir şeyler söylemeden önce, bir şeyleri sormakta fayda var. Öncelikle Sayın Doğan’a sormak gerek. Yıllar yılı, bu ülkede sicil memurluğuna soyunan kendi medyası(memurları=köşe yazarları) değil miydi? Kraldan daha kralcı davranan, toplumun değerlerini aşağılayan, siyasi bir parti başkanın Türkçesi ile dalga geçecek kadar faşizan olan, İnsan ölümüne sebebiyet veren ve de memleketinden sürdüren manşetler atan, hükümetlerle pazarlık yapan genel yayın yönetmenleri olan, toplumu kışkırtan başlıklar, asker ağzından demeçler ve köşe yazıları adı altında ülkeyi bir yöne çekme çabaları olan, darbe yaltaklığı, yalan, dolan, iftira, karalama haberleri yaparak insanları yıpratan, işinden ettiren, sizin medyanız değil miydi Sayın Doğan? İnanmayanlar için, bu saydıklarımın ispatı da kolay. Açın, doğan medyanın arşivlerine bakın… O zaman; İnsan haklarının, inanç özgürlüğünün ne kadar kolay çiğnendiğini, hiçe sayıldığını, ne çok insanın yargısız infaza kurban edildiğini ve ülkenin bu hale gelmesinde, bu medyanın ne büyük bir günahı olduğunu anlarsınız.
Ya sayın başbakan… Sormalı sayın başbakana, sizin ahlak anlayışınız nedir? Sadece, sizin şahsınıza ve partinize saldırdığı için mi, Doğan medyası ahlaktan yoksun oluyor? Eğer Aydın Doğan Hilton dan vazgeçseydi ve size saldırılar olmasaydı, bizler gizli kapaklı konuşmalarınızı, mektuplaşmalarınızı bilmeyecek miydik? Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı diyelim? Ahlak bunun neresinde? Yıllarca böyle vurgun yaptılar diyordu başbakan, ya siz kaç yıldır iktidardasınız sayın başbakan? Niye bugüne kadar müdahale edilmedi? Sorumuz çok herkes için, ama ne yazık ki samimi cevapları yok…
Doğan grubuna kesilen vergi cezası, geçmişte yaşanan olaylardan bağımsız olarak değerlendirilemez elbet. Kısacası bu, iktidar alanını kazanma ya da kaybetmeme savaşı, süreci. Yani, güç dengesinin kontrolünü sağlama mücadelesi hala sürüyor ve sürecekte. Bir satranç tahtasındaki gibi, ötekini sıkıştırma, işlevsiz bırakma hamleleridir bütün bu olanlar. Aslında daha büyük bir pencereden bakarsanız; bu gerilimler, itişip kakışmalar değişen konjonktürün sonuçları. Böyle bir mücadele sürecinden sonra, yerlerin, pozisyonların, getiri götürülerin, rant kapılarının, söylemlerin, bakış açılarının, değişmemesi düşünülemez elbet. Ve bütün bunların sonucunda gürültü kirliliğinin, saldırıların, söylem karmaşasının, yarattığı kafa karışıklığı ve saf belirleme durumu kaçınılmaz olduğu gibi, bir o kadar da zor. Ölçüt olarak vicdan yeterli olmuyor bu işte, ya da tarafsız kalayım derken bir tarafın değirmenine su taşıyor durumunda kalabilirsiniz. Bu konu üzerine yazan çizenlerin kafası karışık, amaları çok ve vicdanları acayip derecede can çekişiyor. Çetrefilli bir durum… Girdisini ve çıktısını, hesaplamak oldukça zor bir durum… Akıllı ve sağduyulu olmak şart. Değişimin gücünü ve değişimin yarattığı yaratacağı yeni denklemleri iyi okumak gerek. Bu son iki üç yılda gelişen olayları bir hatırlayın; Anayasayı değiştirme girişimleri, Darbe teşebbüsleri, e muhtıralar, Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 vakası, Ergenekon davası süreci, Açılım meselesi vs… bu denklemde her bileşenin bir yeri olduğunu görürsünüz ve her bileşen kendi yerine uyma zorunluluğu olduğu gibi, uydurulmaya çalışılma durumu da mevcut. Aksi takdirde, zaten konjonktür bu yönde değişecek ve değiştirecektir ister istemez.
Son günlerdeki açılım meselesi önemlidir. Bu vergi cezasının da bu dönemde ortaya çıkması tesadüfî değildir. Acaba ne oldu? Kim kimden ne istedi? Dikkat ederseniz açılım konusu sadece içeriyi çalkalamakla kalmadı, Irak, Suriye gibi komşularımızın da gündemine girdi ve girmekle kalmadı onlarda da yeni açılımlar yaratma gücünü gösterdi. Anlayacağınız bu açılım sadece bize ait değil. Değişen dünya ve Ortadoğu coğrafyasının, yeni bir yüzünün, yeni bir geleceğinin işaretlerini veriyor gibi. Medya da, siyasette, toplumda bunu iyi okumak zorundadır. Doğan medyası bunu göremeyecek kadar kör değil, ama eski alışkanlıklarından, her şey bizim istediğimiz istikamette gider havasından ve en önemlisi de kendi içlerindeki akıl babalarının yanlış, eksik ve bencil öngörülerine kapıldıklarından bu hale geldi Doğan grubu. Fehmi Koru, bir yazısında bu durumu izah etmişti. Aydın Beyin etrafındakiler gerçekten Aydın Beyi batırmak mı, yoksa kurtarmak mı istiyor? diye soruyordu. Aydın Beyin dikkatini buna çekiyordu. Ayrıca bu medyada, son dönemlerdeki köşe yazarlarının transferleri ve bu köşe yazarlarının yazdıkları ve bunlar için yazılan şeyler dikkate değer. Anlayacağınız her yerde iç çekişmeler, saray kavgaları, birbirinin kuyusunu kazmalar, yalanlar, aldatmacalar, vs. tam gaz devam ediyor.
Bir garip ülkedir, Türkiye. Siyasetçi de, medyası da, halkı da bir garip. Hani en olmaması gereken durumlar, en şaşılası durumlar karşısında çok duyduğumuz bir söz vardır ‘burası Türkiye kardeşim.’ Bu ruh halini anlamak için, bugüne kadar olmuş olayların seyrine bir bakın ve bu ülkedeki insanların neyi ne kadar hatırladığı üzerine bir araştırma yapın. Nasıl bir unutkanlık, nasıl bir gariplik içinde olduğumuza şaşıracaksınız. En sıra dışı, en yanlış, en önemli şeyler sıradanmış gibi algılanır bu ülkede. Ne yapsın bu halk? Yıllarca eğitilip, öğütüldüler. Tüm duyargaları, sinir uçları çekip alındı. Neyi anlatabilirsiniz ve de neyi anlayabilirler ki… Cemil Meriç’in dediği gibi: ‘‘her aydınlığı yangın bilip, söndürmeye kalkan zavallı halkım…’’ Evet, zavallı halkım. Bizde, burası Türkiye deyip geçmeliyiz bütün bu yaşananları. Çünkü bize yıllar yılı böyle öğretildi, böyle alıştırıldık, böyle inandırıldık… Aksine inansan ne değişecek, diye mırıldanmalar duyuyor gibiyim! Böyle olmaması da tuhaf gelirdi zaten.
İşte Türkiye gündemi, oynak, değişken, evrensel değerlerin bulunduğu kültürel düzeyden yoksun ve daha çok magazinsel bir zemin üzerinde yapılandığı için; çoğu kez nelerin döndüğünü, kimin, neyin ne olduğunu bilemeden, size söylenen ile sizin anladığınızın nasıl bir çatışma içerisinde olduğunu sorgulamadan, doğruluğuna hiç ihtimal vermeyeceğiniz seçeneğin aslında doğru seçenek olduğuna şaşırmadan, ya da aslında genelin yaptığı gibi anlamadan, anlam veremeden ve olanların sizin dünyanızda bir karşılığı olmadığını ve size bir yarar sağlamayacağına inandığınız için üzerinde düşünmeye gerek duymadan, yaşamanın en iyisi olacağına karar verip, yaşamanıza devam edersiniz… Nihayetinde hayat bir şekilde sürüyor, yaşıyor herkes. Tabi, bazen bazılarının böyle bir şekilde yaşama hakkı ve imkânı bile olmayabiliyor; faili meçhul görünen ölümler, işkenceler, sürgünler vs… Yaşamak deniliyorsa da, aslında yaşamak sayılmaz bence. Hele bir de, Türkiye’nin bu hızlı değişen gündeminin sessiz tarafında iseniz, her şey sizin için ayrı bir sıkıntı… Sessizliğin sesi içinde debelenip durursunuz. Birileri sizin adınıza konuşuyor, karar veriyor gibi görünüyor? Sizin varlığınız, iradeniz söz konusu bile değil onlar için! Trajik olan siz de hâkim olan genelleştirici paradigmaya göre düşünüyorsunuz, fikir beyan ediyorsunuz, hak arama gafletine düşüyorsunuz, kendinizi savunma yoluna gidiyorsunuz. Bir şeyleri değiştirdiğinizi düşünürken, tam tersine, hâkim olan genelleştirici paradigmanın değirmenine su taşıyorsunuz farkında bile olmadan. Ne yazık ki, egemen paradigmanın kapsama alanı, cazibe alanı çok güçlü ve acımasız bir sindirim mekanizmasına sahip. Bu genelleştirici paradigmanın dışına çıktığınız anda ise, tehlikeli kıyılara açılmış oluyorsunuz. İşte, ‘Türkiye gerçeği’ böyle bir şey…
Ersin Tek
Fizik/ YYÜ. Yüksek lisans Öğrencisi
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.