PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yılın ilk günlerinde başlayan görüşmelerin seyri, Türkiye siyasetinin ana gündem maddesi olmaya devam ediyor. Tartışmaların bir tarafında Paris’te PKK’li üç Kürt kadın siyasetçinin katledilmesinin hala aydınlatılmaması; diğer tarafında ise yeni sürecin bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceğine ilişkin sorular var. Geçtiğimiz hafta BDP ve DTK Eş Başkanlarının İmralı’ya gitmesi bekleniyordu ancak bu görüşme Başbakanın Ahmet Türk vetosu nedeniyle gerçekleşmedi. Erdoğan, hafta içi yaptığı konuşmalarda, hem operasyonların devam edeceğini söyledi hem de “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşimin sorunu vardır” diyerek inkârcı tutumunu sürdürdü.
Doktora çalışmasını IRA, ETA ve FLNC üzerine yapan Siyaset Bilimci Yrd. Doç. Dr. Maya Arakon, çözüm sürecinin zorlu ve uzun olacağı uyarısında bulunuyor. Başbakan’ın PKK’ye silah bırak demesinin gerçeklikle bağdaşmadığını söyleyen Arakon’a göre iktidarın bir çözüm stratejisi yok. Maya Arakon’la, İrlanda ve İspanya deneyimlerinden hareketle, Türkiye’nin çözüm sürecini konuştuk.
Başbakan son grup toplantısında askeri ve siyasi operasyonların sürmesini eleştirenlere tepki gösterdi ve “terör örgütü silah bırakana kadar operasyonlara devam edeceğiz” dedi. Dünya örneklerini de iyi bilen bir akademisyen olarak söyler misiniz, operasyonlar devam ederken silah bırakılması ve görüşmelerin müzakereye evirilmesi mümkün mü?
Bunun gerçeklikte bir karşılığı yok. Çünkü silah bırakma süreci çok uzun bir süreçtir. Hele de PKK’den söz ederken, hele de Ortadoğu’nun geldiği şu durumda PKK zaten güçlüyken örgütün herhangi bir karşılık almadan silah bırakması gerçek dışı. IRA’da da böyle olmadı. Bakın, Kuzey İrlanda Barış Anlaşması olarak adlandırılan Hayırlı Cuma Anlaşması 1998’de imzalandı. Şartlarından biri IRA’nın silah bırakmasıydı. IRA 2005’te silah bırakmaya başladı. Yani 7 sene sonra. Bu 7 sene, İngiliz hükümetinin barış sürecinde gerçekten samimi olup olmadığı, karşılıklı güven tesisi süresiydi. Dolayısıyla daha çok yeni bir süreçten bahsediyoruz. Herhangi bir müzakere başlamış değil. Ortada daha bir proje yok. Bir proje olmadan, somut bir takım vaatler olmadan örgütün silah bırakmasını istemek gerçeklikle bağdaşmıyor.
Proje olmaması nedeniyle BDP ve PKK yeni sürece ihtiyatlı yaklaşıyor. Başbakanın “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşimin sorunu vardır” sözleri bu ihtiyatlı yaklaşımın üzerine geldi. Görüşmeler yeni başlamışken, yeniden “Kürt sorunu yoktur” demek ne anlama geliyor? İktidar nasıl bir çözüm tasarlıyor sorusuna sizin yanıtınız ne?
Ben iktidarın ne yapmaya çalıştığına ilişkin net bir fikri olduğunu zannetmiyorum. Yani evet, Kandil, BDP çok ihtiyatlı yaklaşıyor ama öte yandan mesela Murat Karayılan’ın “irademiz Öcalan’dır” demesinden Kandil’in de bu seferki görüşmelere çok daha ciddi yaklaştığını anlıyoruz. Şunu da düşünmek lazım, dağa niye gitsin insanlar? Dağdaki şartlarda yaşamayı neden istesin, deli mi bu insanlar? Talepleri var ve bunlar karşılığında elbette ki dağdan inmek isteyecekler. Kürt sorunu yoktur söylemine bu aşamada büyük önem atfetmemek gerektiğini düşünüyorum. Başbakanın söyledikleriyle uygulamaları her zaman paralel gitmiyor çünkü. Ancak bu tarz söylemlerin uzun vadede barış sürecine zarar vermesinden korkarım. Zira Kürtleri incitecek ve dışlayacak söylemlerin üst üste gelmesi negatif bir birikim yaratacaktır. Böyle bir birikimin üstüne minicik bir kıvılcım büyük yangın doğurabilir.
Hükümet, görüşmelerin kamuoyuna yansıdığı günden bu yana, “PKK’yi zayıflattık, ezdik masaya oturmaya mecbur kaldılar” propagandasını sürdürüyor. İktidarların bu argümanına IRA veya ETA örneklerinde de rastlıyor muyuz?
Masaya oturmaları onların ezildikleri anlamına gelmiyor. Örgütler ancak halk, desteğini çekerse biter. Halk desteğini çekmediği sürece, “terörist” öldürerek örgütler bitirilemez. İngiltere niye IRA’yı bitiremedi? Ki IRA’da 3600 ölü var, 69’dan 2005’e kadar. ETA’da bin kadar. ETA’da kontrgerillanın uyguladığı şeyler de var. Tabii İngiliz devletinde de var. İngiltere çok mu güçsüzdü? Yok muydu aklı bütün Kuzey İrlanda’yı bombalayıp, her şeyi bitirmeye? Demek ki olmuyor. 1959’da kurulmuş bir ETA’dan bahsediyoruz, Franco rejimi bitiremedi, İspanya çok mu güçsüz bir devletti? Yine FARC örneği. Kolombiya çok mu güçsüz? Bunlardan biraz ders almak lazım. Yani hamasi siyasetle bu sorunlar çözülmüyor.
Yine örneklerden giderek, sürecin ilerlemesi ve müzakerenin başlaması için ilk adım olarak neler yapılmalı?
Önce bir plan çıkarılması lazım, hangi aşamada ne yapılacak, adım adım gidilmesi lazım. Her adımda da karşılıklı güven verilmesi lazım.
Güven konusunu somutlaştırırsak, nedir güven veya güvence?
Acilen 4. yargı paketinin çıkması lazım ki ilk güvence budur. KCK’lileri bir salıverelim bakalım. Arkasından vekillerle ilgili bir düzenleme yapılması lazım. Mesela Terörle Mücadele Kanunu’nun bence külliyen kaldırılması lazım. O kadar belirsiz maddeler barındırıyor ki, “yan baktın”, “örgüt gibi baktın” gibi son derece abuk sabuk şeyler yapılıyor.
Türkiye’nin Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı’na çekince koyduğu maddeleri kabul etmesi lazım. Anayasa değişmeden bunlar kabul edilemez. Dolayısıyla önce Anayasa’nın değişmesi lazım. Anayasa’daki 66. Madde’nin yani “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”; bunun ya tamamen kaldırılması ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır tarzında nötr bir ifadeyle yazılması lazım.
Ama bunlar paketlerin çıkarılmasıyla veya anayasa yapıldığı zaman da bitmeyecek. Uygulayıcıların reforme edilmesi lazım. Bakın mesela Pınar Selek duruşması. 15 senedir inanılmaz bir hukuksuzluk. Üç beraattan sonra şimdi yeniden müebbede döndü. Bu zihniyet yargıda devam ettiği sürece hükümet istediğini yapsın, istediğiniz anayasayı yapın, onu yorumlayanlar eğer “yok öyle değil, böyle” diye yorumlarsa, değişen bir şey olmayacak.
Siyasi irade değişikliklerin arkasında güçlü durursa, bu zihniyeti de etkilemez mi?
Etkiler.
O halde buradan yine hükümetin samimiyetine, kararlılığına varıyoruz?
Tabii, mesela Başbakan “BDP’lilerin dokunulmazlıkları konusunda yargıya talimat verdik” diyebiliyorsa, bu her ne kadar “a yok, yargı bağımsızdır” dense de, bir mesaj alınıyor savcılar tarafından. Dolayısıyla, eğer hükümet çok sağlam durursa, elbette ki yargı iklimi de, emniyet iklimi de bundan etkilenecektir.
İtirazlar barındırsa da anadilde savunma hakkının yasalaşması bir adım olarak görülebilir mi? Ya da İdris Naim Şahin’in yerine Muammer Güler’in İçişleri Bakanlığı’na atanması, Hrant Dink davasını da düşünürsek, bir adım mı yoksa bir tür meydan okuma mı?
Anadilde savunma hakkı aslında evrensel bir temel hak ve 1923’te Türkiye’nin kurucu antlaşması olan Lozan’da zaten tanınmış durumda! Bunun şimdi verilmiş olması, zaten var olan ama uygulanmayan bir hakkı bir lütuf gibi göstermekten başka bir şey değil. Gene de elbette son derece iyi bir gelişme olduğunu düşünüyorum. İçişleri Bakanlığına Muammer Güler’in atanması belli bir kesimde rahatsızlık yarattı elbette. İsmi Hrant Dink cinayetiyle anılan bir bürokratın cinayeti takip eden dönemde gitgide yükseltilmesi, Türkiye’de demokrasi, temel haklar ve özgürlükler açısından endişe verici bir veçhe taşıyor. Hrant Dink cinayetinde ihmali olduğu düşünülen ve bu zamana kadar ifadeye bile çağrılmamış bir bürokratın Kürt sorununa nasıl yaklaşacağı konusu dikkatle izlenmesi gereken bir konu bence.
30 YILDIR CAN ACITAN BİR SORUN 6 AYDA ÇÖZÜLMEZ
Bir de hükümetin görüşmelerle birlikte sürdüreceğini her fırsatta ilan ettiği “entegre strateji” var. Selahattin Demirtaş “sizin entegre stratejiniz demek ki bir yandan bomba yağdırmakmış” dedi. AKP’nin entegre stratejisini siz nasıl algılıyorsunuz?
Sanırım Türk kamuoyunu sakinleştirmeye yönelik bir takım çabalar söz konusu hükümet tarafından. Düşünün 30 yıldır “bebek katili” diye lanse ettiğiniz bir insanla bir anda görüştüğünüzü söylüyorsunuz. O yüzden bu zamana kadar keskin söylemlerle getirdiğiniz politikadan bir anda 180 derece dönmek kolay değil. Politikadan dönersiniz, yarın imzalarsınız anlaşmayı üçüncü gün uygulamaya koyarsınız. Peki, toplumsal kırılmayı nasıl toparlayacaksınız? İnsanları bu kadar düşmanlaştırdıktan sonra “yok kardeşim öpüştük barıştık”, bu mümkün değil. Dolayısıyla ben en başta bir strateji olduğunu düşünmüyorum. Bunların hepsi biraz söylemde kalan şeyler ve tabanı sakinleştirmeye dönük.
Dolayısıyla barışın kurulması için uzun ve zorlu bir süreç bizi bekliyor ve bu sürecin bir yanını da o toplumsal kırılmanın tamiri oluşturuyor…
Çok uzun bir süreç. 30 yıldır can acıtan bir sorun, altı ayda, bir senede “hadi öpüşüp barışalım” olmayacak. Herkesin sabırlı olması lazım. Gık dedin barış süreci bitti, bık dedin hadi eyvallah bu da olmamalı. Yani taviz verilecek. Ayrıca bunu taviz olarak görmemek lazım. Bu bir siyasi diyalog. Karşılıklı adım atılacak, bunları taviz olarak algılarsanız, her iki taraf için de söylüyorum, masadan kalkılırsa bu iş yürümez.
IRA’nın silah bırakması 7 sene sonra oldu. Küt diye bırakmadı, kademeli kademeli bıraktı. IRA önce gördü ki, İngiltere tarafı samimi, işte söylüyorum size Sinn Fein’de Gerry Adams’tan sonraki ikinci adam IRA’nın en önde gelen “teröristlerinden” Michael McGuinness barıştan sonra İrlanda hükümetinin başbakan yardımcısı oldu. Çünkü bir siyasi entegrasyon süreci gerekiyor. Bütün bunlar biliniyor.
MİT’in görüşmelerinde açın bakın, Oslo görüşmelerinde bunların hepsi planlanmış. Habur planı böyle bir şeyin ilk adımıydı. Demek ki herkes farkında. Minimum zaten beş senelik bir geçiş süreci öngörülmemiş mi siyasi kadroların entegre edilmesi için? Siz bu insanlara siyaset yolunu kapatırsanız, “dağdan gelin dedik, gelmediniz” demeye yüzünüz olmaz o zaman. Nereye gelecek adam, hapse mi girsin? Dolayısıyla önce siyaset yapılabilecek ortamın hazırlanması lazım. Bu da uzun bir süreç. Ama “anayasayı da değiştirdik hala inmediniz dağdan” olmaz. Kesinlikle çatışmasızlık şart.
Yine IRA, ETA, FARC örneklerinden hareketle, sürecin sağlıklı yürümesi için neler yapılmalı?
Öncelikle lütfen aceleye getirilmesin. Çünkü bu yavaş ilerleyecek bir süreç. Sağlıklı ilerlesin. Anlıyorum, insanların çok büyük özlemi var, bir an önce barış gelsin istiyorlar. Ama önce Türkiye kamuoyu biraz gevşetilsin. Çok bilendik çünkü. Bülent Arınç’ın Paris suikastı için “çok üzüldüm” demesini çok önemli buldum bu yüzden. Sorunu insanileştirmemiz lazım bu aşamada. İnsanileştirdiğimiz ölçüde yol almamız daha kolay olacak. Ama siyasi malzeme yapılmaya devam edilirse çok kısa sürede çıkmaza girer. İki tarafın da bundan kaçınması lazım. Yeni bir barış dili kurgulamak gerekiyor. Barış dili de karşılıklı olarak birbirini suçlayarak olmuyor.
BU BİR DEMOKRATİKLEŞME SORUNU
Hükümetin mütemadiyen Kürtleri işaret ederek provokasyon uyarısı yapması, “görüşme masası devrilse ve bunu Kürtlerin üzerine yıksak” çabası olarak da yorumlanıyor. Siz ne dersiniz?
Böyle olmamasını dilerim. Ama işaretlerin hepsi bu yönde. Çok gerildim bu provokasyon lafından. Bir tane bir şey bile çıksa, bakın barış istemiyorlar gibi inanılmaz suçlamalarla Kürtlerin üstüne gidecekler gibi geliyor.
Tersini diliyoruz ama yeni bir hayal kırıklığının faturası ne olur?
Çok ağır olur. O zaman bölünürüz işte. Bakın, önemli olan Kürtlerin Türklerle bir arada yaşamak isteyeceği bir Türkiye yaratmak. Böyle bir ülke yaratırsanız kimse dağa gitmez, kimse ayrılmak istemez. Hele ki şimdi, hele ki Kuzey Irak ve Suriye’de bağımsız bir Kürdistan umudu yeşermişken. Eğer biz Türkiye Kürtlerine, Türkiye’de kalmak için bir sebep vermezsek, zaten bunun önünü kim tutabilir ki? Dolayısıyla bir tane daha hayal kırıklığını kaldırabilecek bir yapı kalmadı bu ülkede. Yani bu iş ya olacak ya da Türkiye’yi çok kötü günler bekleyecek.
Aslında bu bir demokratikleşme sorunu. Yani Kürt sorununu saklı tutarak söylüyorum, Türkiye’nin içinde olduğu konum, demokrasi ve temel haklar açısından bizi de mutlu etmiyor. O yüzden Kürt sorunun çözülmesi, Türkiye insanı için de çok gerekli. Önce bunu anlamak lazım. Çünkü “Kürtler için yasalar yapılıyor” diye bir algı da var. Öyle değil, hepimize lazım bu haklar.
BU SÜREÇ CHP İÇİN DE BİR SINAV OLACAK
CHP’nin desteğinin önemine vurgu yaptınız ancak CHP’nin bu desteği sunmada zorlanacağı görülüyor. Zira CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz” sözleri, CHP’deki çatlağı daha da derinleştirdi. Güler’in sözlerini ve CHP’deki çatışmayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun daha görüşmenin içeriğini bilmeden destek vermesini çok önemli görüyorum. Ama CHP’de tuhaf bir denge durumunu gözetmeye çalışıyor Kılıçdaroğlu ve her seferinde bocalıyor. Çünkü bir ulusalcı kanat var, bir de Kılıçdaroğulu’nun da temsil ettiğini düşündüğüm ilerici kanat var. Kılıçdaroğlu eğer ilerlemek istiyorsa, ulusalcı kanadı bertaraf etmeli. Atatürk ilkelerine sadık olmayı anlayabilirim ama 1923 şartlarında değil. O politikaları yenilemeniz lazım. CHP bunu öngöremiyorsa yine yüzde 10 oylara iner. Bu süreç gerçekten CHP için de sınav gibi olacak.
TÜRKİYE UYANDI ÇÜNKÜ ORTADOĞU’DA HER ŞEY DEĞİŞİYOR
AKP’nin “PKK’yı ezdik, masaya oturmaya mecbur kaldılar” söyleminin gerçeği yansıtmadığını söylediniz. Peki, ne oldu da düne kadar “ben olsaydım Öcalan’ı idam ederdim” diyen Başbakan, İmralı ile görüşme kapılarını açtı?
Çünkü konjonktür çok değişti. Ortadoğu’da tamamen değişiyor her şey. Mayıs ayında T24’teki yazımda “Kürt sorununda köprüden önce son çıkıştır” diye yazmıştım. 2013’te bu iş bitmezse Türkiye o zaman çözülür ve parçalanır demiştim. Neden? Çünkü Amerika, Kuzey Irak’ta enerji yatırımı yapmaya başladı. Ne vakit ki Amerikan doğal gaz, petrol gibi enerji firmaları bir bölgede yatırım yapar, bilin ki o bölgeye mutlak surette istikrar gereklidir.
İstikrarın gerekli olduğu yerde her türlü çatışma ortadan kaldırılacak. Exxon’un oraya yatırım yapması oradaki Kürt realitesini tanıması demektir. Hatta ilerde bir bağımsız Kürdistan kurulmasına icazet verdiği anlamına gelir. Ben dedim ki, Kasım ayı sonuna kadar bekleyelim, çünkü Amerika’da seçimler var. Şimdi bu konuyla ilgilenmeyecekler ama Obama bir kez daha seçilirse eli çok rahatlayacak, zaten son dört senesi, bir daha seçilme kaygısı yok ve istediği her şeyi çok rahat uygulayabilecek. Nitekim getirdiği savunma bakanına ve CIA başkanına bakın. Yani İsrail ve Ermeni lobisinin bu kadar karşı durmasına rağmen getirebildi.
Yine Suriye’nin durumuna bakın, çok yakında Esad’ın ne olacağı ortaya çıkacaktır. Altı ay kadar bir süre içinde belirlenecektir. Sınırımızın dibinde Kuzey Irak’ta Kürt Özerk Bölgesi var zaten. Yanı sıra Suriye’de Kürt bölgesi oluştu, o da özerk defacto olarak. Şimdi bunlar resmi statüko kazanırsa, o zaman Türkiye’deki Kürtleri nasıl tutarsınız? Çünkü sınır onlar için yapay bir çizgi. Keza PYD zaten Öcalan’ı önder olarak tanıyor. Dolayısıyla şimdi Türkiye uyandı.
Dışişleri Bakanının stratejik derinlik projesi iflas etti. Çünkü Araplar başlarına bir ağabey istemiyor. İlk defa kendi kaderlerini ellerine geçirmişlerken doğal olarak istemiyorlar. Türkiye’nin o kartı oynayamayacağı belli. Ama hangi kartı oynayabilir? Hep söylüyorum, Kürt sorunu Türkiye’nin Aşil topuğudur. Türkiye’yi vurmak isterseniz buradan vurursunuz. Dolayısıyla bu sorunu hallederek Ortadoğu’da lider ülke olabilir Türkiye. Esad devreden çıkıyor, Rusya ile ilişkiler kötü değil. İran’la belli bir çizgi üstünden gidiyoruz. Tabi İsrail faktörü var. Türkiye bunu o yüzden de istiyor. Yani İsrail karşısında Ortadoğu’da bir güç olarak çıkmak istiyor ve bunu başarabilir. Çünkü Ortadoğu halklarının gözünde Türkiye’nin popülaritesi her ne kadar eskiye oranla azaldıysa da, hala İsrail’e oranla çok daha yüksek. Kartları doğru oynarsa, Türkiye oradaki o karmaşadan avantajla çıkabilir.
Bu da Kürt sorununun çözümü ile mümkün olur diyorsunuz?
Kesinlikle ön şartı budur. Siz Kürt sorununun demokratik, barışçıl yöntemlerle, temel haklar ve özgürlükler çerçevesinde çözmezseniz o zaman size derler ki “sen önce kendi ülkene bak”, ki Maliki bunu dedi zaten. Bunda haklılık payı var. Bakın şimdi Paris’teki korkunç suikast için bir anda herkes Suriye olabilir, İran olabilir, İsrail olabilir, Rusya olabilir diyor. Bütün sınır komşularımız sayıldı. Çok kötü bir durum, bütün sınır komşularımız bizi vurabilecek diye düşünüyoruz.
Dolayısıyla sorulması gereken asıl sorulardan biri de, bütün bu ülkelerin nasıl olup da Türkiye’yi vurabilir duruma geldiği?
Evet. Yani sıfır sorun projesinden, bir anda bütün komşularımızla problemli bir ülke olduk. Burada bir yanlışlık var demek ki. Ne yapmak lazım? Oturup gözden geçirmek lazım bu politikaları. Ama onun öncesinde, vurulmak istemiyorsak Kürt sorununu halletmemiz lazım.
AKP GÖRÜŞMELERİ SIZDIRARAK KAMUOYU YOKLAMASI YAPTI
İmralı görüşmeleri kamuoyuna yansımadan önce ve yansıdıktan sonra AKP yanlısı basın, sürecin nasıl gelişeceğini yazmaya başladı, hatta mutabakat metinleri bile okuduk. Dünya örneklerinde de bu tür metinler “sızar” mı?
Dışarı sızar. Ama Türkiye’nin spesifik farkı şu. Sanırım burada özellikle sızdırıldı. Çünkü kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor. Hükümetin de bilgisi dâhilinde olabilir. Çünkü özellikle sert geçen bir 2012’den sonra böyle bir olasılık destek bulacak mı? Bu sorunun yanıtı önemli, çünkü 2014 hesaplanıyor. Eğer “olur mu öyle şey” diye millet galeyana gelseydi küt diye kapanacaktı bu süreç. Bence, bu yayınlarla bir kamuoyu yoklaması yapıldı seçimlere yönelik. Neyse ki, olumlu bir tepki geldi.
BİR SAVAŞ VARSA ORADA KAZANAN OLMAZ
Toplumsal kırılmaların tamirine dikkat çektiniz. 30 yıldır süren savaş, üzerimizde nasıl etkiler bıraktı, bırakıyor?
Savaş, terör, şiddet… yani kan aktığı zaman bu durum insanı insanlığından çıkaran bir veçheye bürünüyor. Biz son 30 yılda insanlığımızı unuttuk, karşı tarafın insan olduğunu unuttuk. Bu durum Türklerde daha fazla var çünkü onlar PKK ve uzantısı olarak Kürtleri çok canavarlaştırdılar ve “demonizasyon” dediğimiz şeytanlaştırma süreci başladı. Kürtlerde daha az vardı fakat son yıllarda Kürtlerde de Türklerle hiçbir şekilde bir arada yaşamak istemeyen çok fazla insan oluştuğunu duyuyorum. Zaten Ahmet Türk’ün, kaybettiğimiz Şerafettin Elçi’nin “barışı konuşmak için biz son nesiliz” demesi o yüzden önemli. İnsanların öldüğü yerde kimsenin zaferi olamaz diye düşünüyorum. Bir savaş varsa orda zafer asla olamaz, kazanan olur belki ama bir zafer yoktur.
TOPLUM SİYASİ PARTİLERİN ÇOK ÖNÜNDE
Bazı yazarlar, Başbakan’ın bu yeni süreçte de milliyetçi dilden, demonizasyondan vazgeçmemesini oy kaygısı olarak değerlendiriyor ve önemsemiyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Toplum bu dilden etkilenmiyor mu?
Başbakan’ın bu tür söylemlerine önem atfetmiyorum çünkü bir ay önce de idamı gündeme getirmişti. Başbakan “asardık, keserdik, taviz vermeyiz” vs ile milliyetçi oyları almaya çalışıyor. Bu çok açık... Ama bu, topluma zarar veriyor. Ben şöyle düşünüyorum, bu toplum siyasi partilerin çok önünde gidiyor. Çünkü gerek CHP olsun, gerek AKP olsun - MHP’yi koyuyorum bir kenara, onlar her zaman aynı çizgideler- bu partiler artık Kürt sorununun gelip dayandığı noktanın partiler üstü olduğunu hala algılayabilmiş değiller. Yani bu kadar polemik, bu kadar atışma, Kürt sorununu malzeme yaparak oy toplamaya çalışma, bunların Türkiye’ye büyük zarar verdiğini bu zamana kadar anlayamadılar. Süreci baltalayacak ifadelerden herkesin kaçınması lazım. Kürt tarafının da, Başbakan’ın da kaçınması lazım.
Özellikle Kürt tarafına söylemek istediğim şu var, Başbakan’ın bu tarz sivri açıklamalarının çok fazla üstüne gitmemek lazım, çünkü bunlar değişecektir. Başbakan şu an 2014’ü hesaplıyor. Eğer süreç düzgün ilerlerse, gerçekten çok yararına olacak Başbakan’ın.
TÜRKLER, KÜRTLERE ELİNİ UZATMALI
AKP cephesinden Paris suikastı benzeri cinayetlerin, provokasyonların örneğin Almanya adres gösterilerek, yaşanabileceği söyleniyor. Bundan ne anlamalıyız?
Çok provokasyon olacaktır daha. Bundan daha kötüsü bile olabilir. Sakin değerlendirmek lazım. Hükümet daha çok saldırabilir mesela. Burada Kürtlere daha fazla rol düşüyor aslında. Artık hükümetin de CHP’nin de nasıl tepkiler verdiğini üç aşağı beş yukarı biliyoruz. BDP bu gelen golleri nasıl savuşturacak? Bu konuda BDP’nin söylemine çok önemli rol düşüyor. Çünkü şöyle bir algı var, doğrudur demiyorum ama algı bu maalesef, sanki Kürtlerin ha bire bir şey ispatlaması gerekiyor. Sanki lütfediliyormuş gibi, “bakalım hak ediyorlar mı” söylemi.
BDP bu lütufkârlığa karşı çıkıyor haklı olarak…
Evet, ama sonuç itibariyle sonuna bakılıp bir süre idare edilebilir gibi geliyor. Taviz değil bu. Barış için siyasi bir manevradır.
Ama tabii sürecin bütün yükünü BDP’ye de yüklememek gerekiyor, ne dersiniz? Barış savunucularının, demokrasi güçlerinin de bu süreçte sorumlulukları artmıyor mu?
Onlar da çok önemli. Bu süreçte demokrasi güçleriyle BDP’nin temas kurması ve onlardan destek alması, özellikle de bunların Türk olması çok önemli. Çünkü Türkler elini uzatacak Kürtlere. Maalesef durum budur. Çünkü Kürtler onurlu bir barış için her zaman hazırdı. Temas ve Diyalog Grubu bu yüzden önemli. Bu tarz genişletilen köprüler kurulursa daha kolay aşılabilir bu süreç. Çünkü bu yara daha çok kanatılacak. Barış irademiz çok sınanacak. O yüzden, ne olursa olsun arkasında durmak zorundayız. Bu son süreç. Bunu başaramazsak sonra çok kan akar ve çok büyük yırtılma olur.
MAYA ARAKON
Yrd. Doç. Dr. Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi İİBF Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans ve yine Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü’nde yüksek lisans derecelerini aldı. İkinci Yüksek lisansını Fransa’da Robert Schuman Üniversitesi Siyasal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı. Doktora çalışmasını yine aynı üniversitede “Avrupa Birliği’nin güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı silahlı örgütler: IRA, ETA ve FLNC” üzerine yaptı. 2000–2002 yıllarında İktisadi Kalkınma Vakfı’nda AB üzerine çalıştı. 2002–2004 yılları arasında Kadir Has ve 2002–2011 yılları arasında da Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinde öğretim üyesi olarak çalıştı.
Söyleşi: Serpil İlgün - Evrensel
Foto: Özcan Yaman
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.