Taraf gazetesinden Serkan Ayazoğlu ve Ümit Aslanbay "Türkiye barışını arıyor" başlığı altında birçok ismin Kürt sorununa ilişkin görüşlerini aldı. Yazı dizisinin ikinci bölümünde Emekli Büyükelçi ve Taraf yazarı Akın Özçer, oyuncu Lale Mansur ve yazar Ahmet Ümit yer aldı.
Lale Mansur: Milliyetçi, ırkçı, tek tipçi ideoloji öyle bir şey ki, vicdanı temsil etmesi gereken sanatçılar arasında, barışa kuşku duyulması gereken bir şeymiş gibi bakanlar var.
Ahmet Ümit: 'Bir toprak parçası için ölmezsiniz, sevdiğiniz insanlar için ölürsünüz. Vatan dediğiniz şey insandır, yaşamın ta kendisidir. Oturup bunu konuşmak lazım' dedi.
Yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:
Akın Özçer: İspanya'da sorunlar nasıl çözüldü...
İspanya, Basklar; Türkiye ve Kürtler, benzerlikler ve farklılıklar nerede?
Hemen şuradan başlayalım. Paul Wilkinson, Profesör İhsan Bal’ın (AKP’li milletvekili) da doktora hocasıymış. 70’li yıllarda bir kitap çıkarmıştı: Siyasi Terörizm (Political Terrorism). Demokratik yollarla terörle mücadele modelini konu alıyor. İspanya bu modeli birebir uygulamış olan bir ülke. Wilkinson diyor ki, terörle demokratik yollardan mücadele etmek gerekir. Demokratik mücadele deyince ülkenim demokratik bir anayasası olması şart tabii.
İfade özgürlüğü olacak, her türlü fikrin terörle ilintisi olmadığı sürece dile getirilebileceği bir demokratik sistem olacak. Böyle bir ülkenin terörle nasıl mücadele etmesi gerekir? Bir kere terörün içinden çıktığı bölgedeki insan hak ve özgürlüklerine özellikle duyarlı olması gerekir. Yani ülkenin bütününden de daha hassas olması şarttır. İspanya bugün böyle bir ülke.
Türkiye ise bugünkü İspanya’nın çok gerisinde bulunuyor. Demokratik bir anayasası yok. Olmalı ki o bölgeye yönelik daha hassas politikalar oluşturalım. Yüzde 10 barajının sırf o bölgedeki partiye karşı konduğu bir ülkeden bahsediyoruz.
Türkiye’nin sorunu da bu. Doğru düzgün demokratik bir anayasası yok. Ama İspanya’nın öncelikle yaptığı şey anayasaydı; demokratik bir anayasa yaptı. İspanya’yı örnek verince hep itiraz ederler. Özerklikler sistemine dayanıyor diye. Böyle bir anayasanın ülkenin bölünmesini kolaylaştırdığını söylerler. Ama aslında İspanya’yı birarada tutan işte o anayasa.
İspanya dediğimiz zaman sadece özerkliği anlamamak lazım. Anayasanın üç özelliği var. Bir kere en geniş konsensüse dayalı demokratik bir anayasa. Yani bu anayasa mutlaka özerklikler sistemine dayanır, dayanmalıdır demek değil. İspanya’da özerklikler var ama Türkiye’de aynısını yapmak şart değil. Şart olan ifade ve örgütlenme özgürlüğü. Yani birileri “ayrılmak istiyorum” derse, “ayrılıkçı bilmem ne partisi” kurabilmeli. Orada Federalist partiler de, bağımsızlıkçı partiler de var. Anayasa Mahkemeleri de bu partileri kapatmıyor elbette. Kısacası bizde de anayasanın, siyasi partiler yasasının demokrasiye uygun şekilde değişmesi lazım.
Ama şimdi bunların ikisi de yok, nasıl çözüm olacak?
Evet ikisi de yok. İspanya’ya baktığımızda şunu görüyoruz. Terör örgütünün içinden çıktığı bölgede özellikle insan haklarına saygı var. İfade ve örgütlenme özgürlüğü tam olmalı ki, birileri “ben silahı elimden bırakmam” dediği zaman en başta oradaki adam ona “her şeyin siyasetini yapıyorsun, o zaman niye silah kullanıyorsun kardeşim” demeli.
Ahmet Ümit: Benim için vatan toprak değil insandır, candır, yaşamdır.
Devam eden müzakereleri nasıl buluyorsunuz? Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir an önce akan kanın durması, bu ülkenin sınırları içinde yaşayan bir tek insanın bile burnunun kanamaması için herkesin, her türlü tavizi vermesi gerekiyor. Geçici bir ateşkes değil, kalıcı bir barış için tavizler verilmeli. Bunun için de hem devletin hem de Kürt tarafının samimi olması gerekiyor. Samimiyet ve barışı isteyen bir içtenlikle masaya oturulursa akan kan durur. Benim için vatan toprak değil insandır, candır, yaşamdır. Bir toprak parçası için ölmezsiniz, anneniz, babanız, kardeşiniz, arkadaşınız, çocuğunuz, sevdiğiniz insanlar için ölürsünüz. Vatan dediğiniz şey insandır, yaşamın ta kendisidir. Oturup bunu konuşmak lazım. Meseleye insan yaşamı olarak baktığınız zaman vatan da daha anlamlı bir hale gelir. Bir toprak parçası için sürekli ölümler, ölümler, ölümler olursa bir süre sonra o toprak parçasının bir anlamın kalmaz. Aya neden vatan denilmiyor? Çünkü insan yaşamıyor. Barış sürecine çok temkinliyim. İç dinamiklerden çok dış dinamikler bu sürece müdahale ediyor. Paris’teki üç kadının öldürülmesini de bu anlamda değerlendiriyorum. Arkasında ne olursa olsun, o cinayetler bu barış süreci ile alakalı cinayetlerdir. Normal bir insanın barışa karşı olabileceğini düşünmüyorum.
Bir aydın bu süreçte ne gibi katkılar yapabilir?
Zaten başından beri bu işin içindeyiz. Ben romanlarımda barışı, Türk-Kürt çatışmalarını, Ermeni meselesini anlattım. Tüm romanlarımda bu vardır. Bir sanatçı en iyi bunu yapabilir. Daha önemlisi silahın hiçbir şekilde çözüm aracı olmadığı bir kültür yaratmak için romanlar yazabilir. İnsanları şiddetten uzak tutacak, şiddetim bir çözüm aracı olmadığını anlatacak romanlar yazması gerekir. Çünkü bu topraklar çok kültürlü topraklardır. Bu bir zenginliktir. Demokratik bir ortam yaratamazsanız bu zenginlik bir çatışma sebebi de olabilir.
Size göre barışın dili nasıldır, kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?
Biz romanlarımızı yazarken romanın dili bu sürecin dili olsa bu iş çözülür. Bir romancı, anlattığı karakterleri düşman olarak görmez. İyi ve kötü karakterler yaratır ama kötü karakteri de en az iyi karakter kadar sever. Çünkü o romanı oluşturan karakterler insanlardır. Ben bir romanda yazdığım bir katili bile dışlanması gereken biri olarak görmem. Bir insan olarak görürüm. Devletin, medyanın, siyasi partilerin bakış açısının şöyle olması gerekiyor. Karşımızda kim varsa onlar insandır. Bu insanların psikolojileri vardır. Bu insanların, katılmayacağınız politik görüşleri, benimsemediğiniz yöntemleri olabilir. Leşler, köpekler, alçaklar gibi diller barışa hizmet etmiyor, nefreti arttırıyor. Bizim ihtiyacımız hoşgörü. Öfkeden kurtulmak lazım; çünkü öfke bir düşünce biçimi değildir. Düşünce biçimi olmayan duygularla iş yapamazsınız. Ancak sakin duygularla bu işi yapabilirsiniz.
Daha önceden de başarıya ulaşmayan barış süreçleri yaşandı, sizce yapılmaması gereken hatalar nelerdir?
İki taraflı hatalar yapıldı. Örgüt barışa uymadı, büyük eylemler gerçekleştirildi, devletin de aynı şekilde görüşmelere uymadığı oldu. Samimiyet sıkıntısı yaşandı. Barış isteniyorsa iki tarafın da buna uyması gerekiyor. Daha öncesinde barış görüşmesi yapılırken bir yerlere baskınlar yapılıyor, bir yerlerde askerler öldürülüyordu. Barış görüşülüyorsa sadece barış konuşulur. Hem savaş hem barış olmaz. Örgütün de silahı bırakması gerekiyor. Bunun başka yolu yok.
Barışın önündeki en büyük engel nedir?
En büyük engel önyargıdır. Önyargı kendi etnik grubunu diğerinden üstün görmektir. Bu topraklarda yaşayan herkes, eşittir, özgürdür, herkesin öteki kadar hakkı olmalıdır. Eğer siz “onların böyle bir hakkı yok, ben daha üstünüm, özgürüm, etkinim” derseniz sorun devam eder. Bunun yerine insanların kendi kaderlerini belirleme, seçme hakkı olursa bu ülke daha güçlü olur. Bunu bir evlilik gibi düşünün. Zorla bir kadını veya erkeği evde tutuyorsunuz. Bu mümkün mü? Bunun gönüllü olması lazım. Bu bazı haklardan vazgeçmek, bazı özveriler de olabilir.
LALE MANSUR: Onlarla eşit değiliz diyenler düşünmeli
Müzakere ve barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müzakere süreciyle ilgili olarak tabii ki iyimser olmak istiyorum.
Size göre barışın dili nasıldır, kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?
Bir süre önce Onur Öymen’in dedikleriyle İzmir milletvekilin geçen haftaki akıl almaz lafları şuna işaret ediyor: Barış ihtimalinin karşısında durmanın, hadi vicdandan geçtik, sadece kendi siyasi geleceklerini düşünseler bile aptallık olduğunun gerçekten farkında değiller. Irkçılık kadar tarifi kolay ve belirgin bir kavramın bile tartışılması, özür dilemesi gerekenlerin özür bekleme küstahlığında bulunması, ana muhalefet partisinin Türkiye’nin gerçeklerinden ne kadar uzakta olanlarla dolu olduğunun belirtisi. Herkes (CHP İzmir milletvekili dahil) yarın kendi çocuğu bu savaşta ölebilecekmiş gibi davranıp konuşursa her şey farklı olurdu.
Bir aydın bu süreçte ne gibi katkılar yapabilir?
Milliyetçi, ırkçı, tek tipçi ideoloji öyle bir şey ki, sağlıklı bir toplumda ortak vicdanı temsil etmesi gereken sanatçılar arasında bile barışa kuşku duyulması gereken bir şeymiş gibi bakanlar var. Haydi diyelim ki, sizinle aynı dili konuşmayanları düşman biliyorsunuz, barış da “düşman”la yapılır.
Sizce yapılmaması gereken hatalar nelerdir?
Son günlerdeki gelişmelerle, her iki tarafın da provokasyonlara pabuç bırakmayacakları bir döneme girdiğimiz konusunda iyimserim. Ama bu kararlılığın devam etmesi gerek. Kürtlerle eşit olmayacaklarını hâlâ düşünenler varsa, geçmiş olsun, biraz yetişkin, okuma yazması ve hatta bir miktar vicdanı olan insanlar gibi düşünmenin vakti geldi. Yoksa siyasetin çöplüğüne bir bakın, kimler var orada...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.