BDP'li milletvekillerinin "terör" suçlamasıyla yargı önüne çıkarılmaları için dokunulmazlıklarının kaldırılması çağrıları iktidar partisinin üst düzey yetkilileri tarafından dillendirilmeye başlandı.
Şimdi, Kürt siyasi hareketinin parlamentodan dışlanması durumunda Türkiye'de 1990'ların ilk yıllarında çatışmalarla faili meçhullerin yoğunlaştığı dönemin yeniden yaşanacağı endişeleri giderek yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Uluslararası Kriz Grubu'nun son raporuna göre, son 14 ayda PKK'lılarla güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarda 700'den fazla kişi öldü.
Hayatını kaybedenlere, pazar günü Karlova'da vurulan 8 polis ve Bingöl'de salı günü konvoylarına düzenlenen saldırıda can veren 10 izinli asker ile son operasyonlarda öldürülen çok sayıda PKK'lı da eklendi.
Ancak kısa sayılabilecek bir süre öncesine kadar, hükümetin Kürtçe eğitim gibi konularda düzenlemeler yapacağı ve örgütün silah bırakmayı gündemine alacağı beklentisi vardı.
Gazeteci-yazar Avni Özgürel, hükümetin bu yılın başında "Kürt meselesi mutabakatı" açıklayacağını ve PKK'nın silah bırakacağını yazmıştı.
BBC Türkçe'ye konuşan Özgürel, bu konudaki iyimserliğini koruduğunu belirttikten sonra, sürecin tersine dönmesinde etkili olduğunu düşündüğü etkenleri sıralıyor:
''Uluslararası gelişmeler, istihbarat örgütlerinin müdahil olma gayretleri, Türkiye'nin İsrail ile arasının açık olması.''
Özgürel, bu yıl ortasında Irak'taki Kandil dağında bulunan PKK karargahında örgütün fiili lideri Murat Karayılan ile görüşmüştü.
Suriye, İran ve Mısır gibi bölge ülkelerindeki gelişmelerin, "PKK için belki de tarihinde ilk defa bu kadar avantaj sahibi olabileceği bir tablo ortaya çıkardığına" vurgu yapan Özgürel, örgütün bölgeden dış destek aldığını öne sürerken, şiddeti tırmanmasına neden olan faktörlere "Türkiye'de son 3 yıldır ciddi noktaya varmış olan demokratikleşme, atılım, açılım ya da yeniden yapılanma diye isimlendirdiğimiz süreçte öne çıkan engellerin bir türlü aşılamamış olmasını da eklemek lazım" diyor.
Kırılma noktası: Oslo görüşmeleri
Birçok gözlemciye göreyse, Norveç'in Oslo kentinde bazı örgüt liderleriyle Türk hükümetini temsil eden istihbarat görevlileri arasında sürdürülen görüşmelerin kesilmesi, kırılma noktasını oluşturuyor.
Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu bu görüşü savunanlar arasında.
Türk medyasında sızdırılan kayıtlara ve yaygın kanaate göre 14 Temmuz'da PKK'lıların Silvan'da 13 askeri öldürmesiyle kesilen görüşmelerin başarısızlığı konusunda "spekülasyonlar olduğunu ve herkesin birbirini suçladığını" söylüyor.
Sonrasındaki kanlı eylem ve çatışmaları Bedirhanoğlu, "psikolojik üstünlük ve alan hakimiyeti mücadelesi" olarak tanımlıyor.
GÜNSİAD Başkanı, "devletin yaygın tutuklamalar ve askeri operasyonlarla" PKK'yı çökertmeye çabaladığını, "denklemin dışında kalmak istemeyen" örgütün ise varlığını güçlendirmek için ses getirecek eylemlere yöneldiğini söylüyor.
Kürt yazar ve çevirmen Muhsin Kızılkaya da, kış aylarında sürdürülen operasyonların, yaz aylarındaki kanlı olayların habercisi olduğu görüşünde ve "Örgütün bilinen saklanma yerlerine nokta baskınlar düzenlendi. Bitlis'te 15 kadın gerilla öldürüldü. Başka yerlerde de öyle." diyor.
Kızılkaya, örgütün Şemdinli ve Beytüşşebap'ta ordu birlikleriyle "neredeyse cephe savaşına girecek mahiyette" saldırılar düzenlediğni, ancak her iki tarafın da büyük kayıplar verdiğini söylüyor.
Kızılkaya, PKK liderlerinden Duran Kalkan'ın yazılarına gönderme yaparak, örgütün aslında Oslo görüşmeleri sürerken bu stratejiyi hazırladığını belirtiyor.
Kızılkaya'ya göre, örgütü idare eden kadroların bir kısmı, İmralı'da hapis yatan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "devletle anlaşarak barış konseyi kurma" önerisini bu şekilde geri çeviriyor.
Kızılkaya, "Örgüte şunu söylüyordu: 'Ya devrim yapın ya da bu işten vazgeçin. Bu stratejiyle devrim yapamayacağınıza göre, bu yaptığınız doğru bir şey değildir.' Yani, örgütün önemli kısmı kendini Öcalan'a ispatlama derdine de düşmüş durumda." diyor.
Süreç içerisinde BDP'nin ve Demokratik Toplum Kongresi'nin de "dağ karşısında" etkisizleştiğini belirten Kızılkaya, durumu şöyle özetliyor: "Abdullah Öcalan devrede olsaydı belki bu kadar kan dökülmezdi. Devre dışı kalmış olması da, devletin stratejisi olduğu halde, örgütün işine gelen bir durum oldu."
GÜNSİAD Başkanı Bedirhanoğlu da 1,5 yıldır örgütle ilişki kanalları kapalı olan Öcalan'ın "çatışmaların sonlandırılması için girişimleri olabileceğini" düşünüyor.
Bedirhanoğlu bugünlerde, çeşitli kesimlerden 20 civarında gazeteci ve aydını "Temas ve Diyalog Grubu" adıyla bir araya getirmeye çalışıyor.
Öncelikleri, AKP ve BDP yöneticileriyle görüşmek. "Kamuoyuna yansımasını istemediğimiz görüşmelerimiz de olabilir" diyor. Gündemlerinde, daha sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den randevu istemek de yer alıyor.
Dokunulmazlık kaldırılır mı?
Fakat, Türkiye'deki siyasi ortam, bu tür girişimler için pek de elverişli görünmüyor. Meclis 1 Ekim'de açılacak ve bazı AKP'lilere bakılırsa, gündeme ilk gelecek konulardan biri, BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılarak yargı önüne çıkarılması.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi, geçtiğimiz günlerde "Terör suçu işlemiş hangi milletvekili varsa, terörle iç içe olmuş, kucaklaşmış milletvekili varsa, milletvekili sıfatına bürünmüş olan varsa bunların örtüleri kaldırılacak, yargı hesabını soracak" görüşünü dile getirmişti.
Gazeteci yazar Avni Özgürel ise dokunulmazlık dosyalarının apar topar gündeme geleceğine kesin gözüyle bakmıyor. Ama yargıdan meclise bu yönde bir talep gelmesi halinde, AKP'nin ve diğer partilerin buna "direnemeyeceklerini" öngörüyor.
"Zihin sükuneti ve sağduyuya" ihtiyaç olduğunu vurgulayan Özgürel, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın seçeneklerinin daraldığını dile getiriyor ve şöyle sürdürüyor:
"Şiddet her gün gazetelerin birinci sayfasını işgal ettikçe, televizyon bültenlerinde şehit haberleri, çatışmalarda hayatını kaybeden askerlerin cenazeleriyle ilgili haberler yayımlandıkça Türk hükümetinin barış, uzlaşma, açılım, demokratikleşme adına atabileceği adımlar son derece sınırlı."
Avni Özgürel'in umudunu korumasını sağlayan şey, şimdiye kadar atılan demokratikleşme adımlarından geriye gidilmeyecek olması.
Yazar Muhsin Kızılkaya'nın "iyiye işaret" saydığı tespiti ise şöyle:
"Türk kamuoyunda demokratlar, liberaller, aklı başında herkes, AK Parti içindeki birçok insan, stratejileri oluşturan birçok insan da, dokunulmazlıkların kaldırılmasının yaraya merhem olmayacağı konusunda hemfikir. Hükümetin OHAL çağrılarına mesafeli durması da iyiye işaret."
Ölen insan sayısının '90'lı yıllardan pek de farklı olmadığına işaret eden Kızılkaya, ayrımı şöyle belirliyor: "Kürt muhalefetine karşı devletin tavrı, faili meçhul cinayetler gibi bir stratejiydi. Yani insanlar sokak ortasında ensesinden vurularak öldürülüyordu. Bunun yerini tutuklamalar aldı."
Peki ya birkaç milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılırsa?
"Durumun '90'lardan pek fazla farkı kalmaz" diyor Muhsin Kızılkaya ve ekliyor:
"Her iki taraf da şerbetli. Ölenlerin yakınları da, o çocukları ölüme gönderenlerden hesap sorma vaziyetinde değil. Ölümler milliyetçi hezeyanları körüklüyor. Savaşa alışma durumu, her şeyi kanıksama var. Haftada 20-30 kişinin öldüğü ülkede hâlâ şenlikler düzenlenebiliyor, hâlâ düğünler var, hayat olağan seyrinde. Bütün bu ölümler doğalmış gibi bir hava var. Televizyonlar kapandıktan sonra insanlar gündelik hayatlarına devam edebiliyor."
Engin Esen - BBC Türkçe
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.