PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakarak Kürt hareketinin “rutin siyaset”e intisap etmesi ihtimali Türkiye solunda bir South Park sessizliğiyle karşılandı. Zira bu “barış” solun bir rüyadan “gerçek değilmiş” hayal kırıklığıyla ve moral çöküntüsüyle uyanmasına benziyordu. PKK, Türkiye’nin adeta tüm kalelerini teslim almış gibi algılanan AKP’ye karşı tek bir sıklet merkezi oluşturabilen “toplumsal muhalefet” odağı görünüyordu. PKK’ya ve Kürt hareketine bu ayrıcalıklı payeyi veren ise oy oranından öte, “silah”ı idi.
Burada “silah” sadece zor gücünü değil aynı zamanda başka bir metafizik düzleminde bir siyaseti ve miti simgelemektedir. Şehit kültüyle, kutsallığıyla, inancıyla, sıkılmış yumruklarıyla yoğrulmuş “başka bir siyasetin mümkünatı”nı ifade ediyordu. “Ekolojik siyaset”, demokratik özerklik ve KCK anayasasının ütopyası da bu alternatif siyasetin büyüselliğinin yan unsurlarıydı. Tüm bunlar “sıradan siyaset”e karşı bir eskatolojik (kurtuluşçu) siyaseti muştuluyordu. “Gerçek siyaset”le bir bağ kurmama lüksünün türevleri ve fantezileriydi. Dağda birileri olduğu sürece, “gerçek siyaset”le cebelleşmekten kaçınmak mümkün oluyordu.
Humeyni’nin İslam devrimi sonrası yaşanan ekonomik sıkıntılara ve maaşların düşüklüğüne ilişkin “devrimi karpuz fiyatları için yapmadık” sözüyle İslam devrimine yüklediği, dünyevi kaygıları aşan maneviyatı Türkiye’de sol PKK ve Kürt siyasetinde bulmaktaydı. PKK da ne karpuz fiyatları, ne de ıvır zıvır dil hakları, yerel yönetimler şartı için silaha sarılmıştı. Mesela Ertuğrul Kürkçü’ye göre Türkiye solunun “Kürdistan halkı ve devrimcileriyle kurduğu ittifak” yani ortak “barış mücadeleleri”, “hükümetin bölgesel egemenlik ve tek parti diktatörlüğü ihtiraslarıyla mücadelenin en önemli kaldıraçlarından biri”dir.
“Kürt sorunu” da sadece bir etnik sorun ya da vatandaşlık hakları sorunu değildi. Yani kendi içinde tanımlı ve başlayan ve biten bir sorundan ibaret değildi. Global sistemi çözecek ve dönüştürecek bir maneviyatla yoğrulmuştu. PKK, BDP, KCK başka bir siyaset tahayyülünün, rüyanın taşıyıcılarıydı. İşte tam da bu sebeplerle sol bu barış sürecine tamamen sessiz kalmak durumunda kaldı. Aslında gazetelere yansıdığından öğrendiğimiz kadarıyla, İmralı ve Kandil-devlet pazarlıklarında devletin atacağı yasal adımlar ve düzenlemeler PKK’nın silah bırakması için makul bulunmuştu. Menkıbeleri sanal alemde twitten twite anlatılan “bedenlerini ölüme yatıranlar”ın dil hakları, yerel yönetimler yasası değişiklikleri için bunu yaptıklarına inanmak zor. Sabahat Tuncel’in “yaşam idolü” olarak gördüğü “Zilan yoldaşın canını ortaya koyarak sisteme karşı vücudunu bomba yapıp patlatmasını” dil haklarıyla, yerel yönetim reformuyla ilişkilendirmek güç ve yürek burkucu.
Temel başarısı ve kendini tüm kendi önceli Kürt oluşumlarından ayrıştıran özelliği Kürt siyasetini Orta Doğu uluslararası denklemine sokması olan PKK ise elbette siyaset ve yüksek siyaset yapmaktadır. İran’dan umduğu desteği bulamayan ve Suriye’de Esad’dan ayrışmak durumunda PKK reelpolitik kaygılarla hareket etmektedir. Aynı şekilde, Kürtlerin de solun hayallerini canlı tutmaktan başka öncelikleri ve kaygıları vardır. Kürt olmaktan kaynaklanan sorunlarının aşılması ya da en azından iyileştirilmesi gibi. Ve elbette Kürtler başkalarının fantezileri uğruna ölme makineleri değildiler, artık sıkılmışlardır.
Kürt hareketi solu kullanmıştı, sol ise Kürt hareketini. Bu müttefiklerin birbirleriyle sinerji oluşturan ama apayrı gündemleri ve öncelikleri vardı. Belki bu ittifak iki tarafa birbirlerine karşı dürüst olsaydı çok daha önce bitebilirdi. Mesela Kürt hareketi, bu harekatın Irak Kürdistan’ın önünü açacağı için işgale sessiz kaldığında bitebilirdi. Ama bu karşılıklı çıkar ittifakı bu uyuşmazlıkları görmemeyi mümkün kılmıştı. Ancak; uzun süre görmezden gelinenler bu süreçte hiç beklenmedik bir acımasızlıkla aşikar oldu.
Bu süreç, eğer öngörüldüğü gibi işlerse, bir metafiziğin çöküşü anlamına geliyor. Sosyalizmi bitiren ve onu sadece “sol” hale getiren “devrim miti”nin, devrim eskatolojisinin çöküşüydü. Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanmıştı. 12 Eylül’ün yıkımının uzun süre bir reelpolitik ricat olduğu düşünüldü. Ancak 12 Eylül tenkilinin ardından Özal ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü söz konusu olanın devrim mitinin tuzla buz olduğunu açığa çıkardı. Artık devrim olmadığı için sosyalizm değil sol vardı. Ancak son illüzyon, bir “kaçış alanı” sağlayan Kürt meselesi üzerinden canlı tutulabilmişti. Solun kendi kaybettiği devrim mitini, PKK’nın şaşılacak derecede etkin bir şekilde yeşertmesi, kitlelerle yoğun duygusal bir iletişim kurması ve kendi kitlesel önderliğini benimsetmesi hayranlık vericiydi. Aslında, Öcalan, Mahir Çayan’ın “suni denge” teorisini şaşırtıcı bir başarıyla tatbik etmişti. Mahir Çayan belki Türkiye için haksız çıkmıştı ama Kürdistan için hiç de haksız görünmüyordu.
Eğer umulduğu şekilde bir barış sağlanabilirse, sol ile Kürt hareketi arasındaki ittifak birden tuzla buz olabilir. Ancak bir illüzyonun çöküşü sola bir şer ama onunla beraber bin hayır getirebilir. Solun PKK ile kurduğu ilişkinin sola maliyetleri de listelenebilir. Solun Kürt siyasetine angaje durumu solu bir çok bakımdan marjinalleştirmişti ve kendi mahallesinin dışına seslenme ve karşılık bulma imkanını söndürmüştü. Bu ittifakın maliyetleri olan, sendikal etkinliğin daralması, CHP’nin mutsuz ve sola kayan seçmeniyle tüm irtibatını yitirmesi, Alevi desteğini kaybetmesi gibi yüklerden arınabilir. Ve elbette kendi kendini dolduran cafcaflı sloganların içinin boşaldığı bir ortamda solun nasıl kendi kendini dar bir alana hapsettiği tartışılabilir. Eğer süreç beklendiği gibi işlerse, sol bir rüya ve mit olarak bitecek, ama aynı zamanda reel siyasi dünyada da belki de kendine bir alan açabilecektir. Bugüne kadar marjinal sayılan talepler, tavırlar şiddetten arınmış bir ülkede solun sıkıştığı alanın daha ötesinde sahici bir akis bulabilir. Feminizm, ekoloji hatta LGBT bahislerinin çok daha merkezde olduğu Avrupa soluna yakın bir hareket kendine bir çıkış bulabilir.
DOĞAN GÜRPINAR/ İLKAN DALKUÇ - Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.