“İlk gece hakkı” dolayımında tarihyazımı, yöntem ve kaynakların kullanımı: Taner Akçam’a cevap (2)
Kerem Fincancı
Taner Akçam’ın iddia ettiği “ilk gece hakkı” pratiğinin, zorunlu olarak, Birinci Cihan Harbi’nden önceki döneme tekabül etmesi icab eder. Dahası, Akçam’ın “Kürt ağalar” ve “Kürt bölgeleri” kullanımı, olayın münferit olmadığı, aksine yaygın olduğu ve ‘teamül’ haline geldiği gibi bir sonucu imlemektedir. Zaten, tepkilere verdiği cevabi yazısında da Akçam, “bunun günlük kültürün bir parçası olarak konuşulan, türlü şekillerde ifade edilen bir bilgi olduğu”nu tekrarlamaktadır. Pekâlâ, sormak lazım. Böylesine yaygın ve “günlük kültürün bir parçası” olduğu ileri sürülen bir bilginin/olgunun başta Osmanlı arşiv belgeleri olmak üzere Rus, Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan arşivlerinde/yazışmalarında, seyyahların gezi raporlarında/kitaplarında, konsolos raporlarında, Ermeni Patrikhanesi kayıtlarında, Rusya ve Avrupa basınında yer alması gerekmez miydi? Daha da mühimi, Kürtlerin son iki asırda tecrübe ettikleri, savaş, ayaklanma, başkaldırı, kalkışma, kıyam, isyan, göç, sürgün, zorbalık, ‘imkânsız aşklar’ dâhil gündelik hayatın neredeyse tüm alanlarıyla ilgili yaşanmışlıkları, Kürt toplumunda sözlü tarihin en güçlü kaynakları ve taşıyıcıları olan dengbêjlerin kilam ve stranlarında haykırılması gerekmez miydi?
Mevzuyu biraz daha detaylandırmak gerekirse, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bilhassa 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’nden sonra Osmanlı’nın Doğu vilayetlerinde Kürtlerle Ermeniler arasında sayısız arazi ve mülk anlaşmazlığının, bekâr/evli kadın kaçırma vakalarının ve baskınların vukua geldiği ve bu hadiselerin/davaların yerel/merkezi idareye ve dış basına yansıdığı malumun ilanıdır. Neredeyse olağan hale gelen saldırı, çatışma ve baskınların neden olduğu güvensizlik atmosferinin 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’na “(…) Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karşı huzur ve emniyetlerini temin” edilmesi şeklinde bir maddenin yer almasıyla neticelendiği de, Türkiye’de lise ve üzeri eğitim almış tüm bireylerin yakından aşina olduğu bir gerçektir. Arazi ve diğer mülklerin zorla gaspı, Ermeni düğünlerinin basılması ve kız/kadın kaçırma hadiselerinin/davalarının yukarıda sıraladığım kayıtlarda yer alması, buna karşılık “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen “ilk gece hakkı”nın yer almaması neyle ve nasıl izah edilebilir?
Kuşku yok ki, tarih araştırmalarında arşivler, vazgeçilmez ana/birincil kaynakları barındıran kurumlardır. Bu durum, pek tabii olarak Osmanlı Arşivleri için de geçerlidir. Osmanlı Arşivleri’nde imparatorluktaki topluluklar hakkında çok çeşitli belgelerin mevcut olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, geç dönem Osmanlı arşivinde çalışan tarihçilerin/araştırmacıların, imparatorluğun hudutları dâhilinde bekâr/evli kadın kaçırma ve zina ile ilgili çok sayıda belgenin mevcut olduğu bilgisine vakıftır. Sözü edilen fiillere nazaran daha az ve daha dar bir lokalitede olmak üzere ensest ve tebadül-i zevcatla ilgili kayıtların yer aldığı kaynakların da olduğuna vakıftır arşivde çalışanlar. Ensest ve tebadül-i zevcatla ilgili vereceğim iki örnek, meramımı açıklar sanırım. Her iki örnek de 1890’ların Sason’undan. Konuyla ilgili ilk örnek dönemin Siirt mutasarrıfı M. Safi Paşa’nın 1890 yılında hazırladığı raporda yer almaktadır. Safi Paşa, Sason’daki dört aşiret hakkında bilgi verirken şunları aktarmaktadır: “Hususiyle içlerinde (…) nevahisi halkı, nikâhları kendilerince aziz bildikleri ve devletlû İsmail Hakkı Paşa hazretlerinin kırdırdığı taşın yerine yirmi ve daha ziyade para bırakmakla akdeylemekte ve karılarını yekdiğeri ile değiştirmektedirler. İçlerinde emr-i mesnunu [sünneti] icra eden yoktur. Aralarına hoca gitse tard edip kabul etmezler. Bunlar cebelden çıkıp bir mahale gitmediklerinden ve kimse ile ihtilat edip görüşmediklerinden dünyadan bi-haberdirler. Sason’daki eski manastır ile yemin etmekte ve ekser-i umurda manastır-ı mezkûr papazının nesahihine tevfik-i hareketle adeta Ermenilere temessül ve çok yaşamak için evlatlarına Ermeni ismi takmaktadırlar. Başlarında umumiyete karib Ermeni takkeli ve elbise ise Ermeni elbisesidir. Bunların lisanı Arapça ve muvahheren öğrendikleri Ermenice olup Kürtçe hemen nadir bilirler. Bunlar evlad-ı fatihandan ve bu havali ahalisini İslam’a ithal edenlerin evladı oldukları bazılarının yedlerinde görülen berat ve fermanlarda Abbasîlerden oldukları anlaşılmıştır. Şimdi ise bu hale girmeleri cidden vehbi azim-i esef-i caliptir. Bu hal devam ederse gitgide İslam’dan eser kalmaz” (BOA, Y.PRK.UM. 19/64, 14 Kasım 1890). İkinci örnek de, 1897’de Sason’u ziyaret eden Heyet-i Teftişe Azası Cemal Bey’in hazırladığı layihada karşımıza çıkmaktadır. Layihada Sason’da bir aşiret arasında “zevcelerini birbirlerine mübadele ile vermek usul-ı gayri meşruası[nın] cari ol[duğu]” kaydı yer almaktadır (BOA, Y.PRK.KOM.9/73, 21 Mayıs 1898). M. Safi Paşa’nın birinci örnekte yer verdiği aşiretlerin soyunun Abbasilere dayandığı ve bölgeyi Müslümanlaştırmak için buraya geldikleri ancak sonradan dil, kültür ve yaşam tarzı olarak Ermenilere benzedikleri gerçeğine vurgu yapması calib-i dikkattir. Bu bilgi aynı zamanda, Ermenilerin Kürt beyleri tarafından köle/cariye olarak görüldüğü şeklindeki genel kanıyı, bir nebze de olsa, yıkmaktadır.
Bunların dışında Ermeni cemaatinin kendi içerisinde yaşadığı zina, ensest ve ıskat-ı cenin [kürtaj] ile ilgili vakaların ve soruşturmaların da Patrikhane kayıtlarında azımsanmayacak sayıda yer aldığını not etmeliyim. Konu hakkında kısa bir süre önce Patrikhane Arşivi’ne dayalı olarak ve hususen Konya Akşehir’de vukua gelmiş bir olaydan hareketle yapılan bir çalışma, Patrikhane’nin Ermeni cemaati mensuplarından zina, ensest ve kürtaj gibi hadiselerle ilgili çok sayıda bireysel/toplu dilekçe ve telgraf aldığını, buna bağlı olarak da Ermeni temsilcilerine çok sayıda rapor hazırlattığını ve sorgulama yaptığını ortaya koymaktadır (Suciyan, 2021). Aralarında Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu yerleşim birimlerinin de bulunduğu çok sayıda vilayet, kaza, kasaba ve köylerdeki bir kısım Ermeni’nin Patrikhane’ye gönderdiği dilekçe ve telgraflarda, hadiseler hakkında Ermeni temsilciler tarafından hazırlanan raporlarda ve en nihayetinde yapılan sorgulamalarda “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen “ilk gece hakkı”yla ilgili herhangi bir bilginin yer almaması akla ziyan değil midir? Dahası, Ermeni Kilisesi kanunlarına göre zina suçtur ve bu suçu işleyenlere, duruma göre “belli süreler cemaate girememe, bazen hayat boyu kutsanmış ekmekten alamama ve Kilise içindeki Pazar ayinlerine katılamama” şeklinde cezalar verildiği (Suciyan, 2017) gerçeği dikkate alındığında “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen “ilk gece hakkı”nın çok sayıda Ermeni kadınının zinayla suçlanması, cezalandırılması ve dolayısıyla toplumdan dışlanması anlamına gelmez mi? Yine, aynı şekilde olayın failleri olduğu söylenen Kürt beylerinin/ağalarının, kültürel de olsa Müslüman oldukları gerçeği göz ardı edilmektedir. Kültürel Müslüman olsalar dahi ağaların/beylerin işledikleri fiilin İslam şeriatında ‘zina’ olarak adlandırılacağını hatırlatan ve onları böyle zül bir fiili gerçekleştirmekten alıkoymaya çabalayan bir âlim, şeyh ve molla yok muydu? İlave olarak, Kürt beylerinin/ağalarının sahip oldukları söylenen “ilk gece hakkı” fiilinin başta beylerin/ağaların eş/ler/i, çocukları, ailesi, akrabaları ve içerisinde yaşadığı toplum tarafından en hafif tabirle ayıplanması ve kınanması icab etmez miydi? Dahası, “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen böyle bir fiilin adli ve idari mercilere şikâyet edilmesi, basına yansıması, seyyah ve konsolos raporlarında yer alması, dengbêjlerin stran ve kilamlarında yaşaması ve en nihayetinde içerisinde vukua geldiği toplumda infial yaratması gerekmez miydi? Bu sorulara akl-ı selimle verilecek yanıtlar, mevzuyu açık bir biçimde anlaşılır kılacaktır şüphesiz.
Tarih araştırmaları için vazgeçilmez ana/birincil kaynak türlerinden biri de seyahatnamelerdir. 19. yüzyılı ‘seyyahlar yüzyılı’ şeklinde ifade edersek, yanılmış olmayız herhalde. Çünkü sözü edilen yüzyılda yüzlerce seyyah yerkürenin farklı coğrafyalarındaki topluluklar hakkında yüzlerce cilt kitap yazdı. Bu yazılan kitapların bir kısmı da Osmanlı ve içerisindeki topluluklarla ilgili başka yerlerde bulunmayan bilgiler ihtiva etmektedir. Buradan hareketle, 1819-1914 arasında Osmanlı Kürdistanı ve Ermenistanı’nı gezip dolaşan kırk bir seyyahın hiçbirinin -Akçam’ın iddiasının aksine Lynch’te de bu bilgi yer almaz- bu kadar yaygın olduğu ileri sürülen bir ‘geleneğin’, travel reportslarda yer alması gerekmez mi? Mezkûr kırk bir seyyahın Osmanlı Kürdistanı ve Ermenistanı’ndaki insanların fizyogonomisinden düşünce biçimlerine, folklorundan beslenme alışkanlıklarına, mensup oldukları inançtan etnisiteye, aşiret örgütlenmesinden iktisadi iştigallerine, iklim ve coğrafyanın yapısından konuştukları diyalektlere, doğum, evlenme, ölüm ve bayram merasimlerine/ritüellerine, her iki halkın siyasi ilişkilerinden kirve olmalarına, Kürt ve Ermeni kadınların toplumsal rollerinden misafir odalarının dizaynına değin elliyi aşkın cilt kitap yazıp bölgedeki yaygın olduğu iddia edilen bir teamülden/pratikten bahsetmemeleri hangi akılla izah edilebilir? Bir de seyyahların ekserisinin sahip olduğu oryantalist düşüncede geniş yer kaplayan ‘Şark insanı’, ‘Şark kadını’, ‘harem’ ve ‘cinsellik’ gibi mevzular göz önünde bulundurulduğunda, “ilk gece hakkı” gibi bir olgunun neden seyyahların ilgisini çekmediğini ve kitaplarında yer almadığını insan soramadan edemiyor doğrusu. Bahsettiğim kaynakların tamamı, Akçam’ın ifadesiyle, “internet üzerinden kolaylıkla ulaşılabilecek” kaynaklar olduğu halde neden bakılmadığını anlayabilmiş değilim. İsteyenler şu linkten sözü edilen kaynaklara ulaşabilirler (https://www.jelleverheij.net/19th-century-travel-reports-intro/Bibliography-of-travel-reports.html).
Kürt çalışmaları yapanların vakıf olduğu üzere, Kürtlerin en mühim sözlü kaynakları dengbêjlerdir. Burada dengbêjlerin kilam ve stranlarında yer alan ve doğrudan ‘kadına sahip olma ve cinsellik’ temalarını işleyen ikisi de ağıt tarzında yorumlanan iki örneği paylaşmam, “ilk gece hakkı” etrafında sürdürülen tartışmalardaki kişisel meramımı yeterince açıklar kanaatindeyim. Bunlardan ilki, Ermeni kızı Gülizar’ın Musa Bey tarafından zorla alıkonulmasını ve kişisel direnişini Gülizar’ın ağzından anlatan Gulo’ya Bafille [Ermeni Gülizar] veya Gulê û Haci Mûsa Beg [Gülizar ve Hacı Musa Bey] ismiyle kayıtlara geçen strandır. Hikâyeyi merak edenler kadın bir dengbêj olan Gazin’in sesinden dinleyebilirler (https://www.youtube.com/watch?v=WiuV1Fj4ECI). Özünde bir kız kaçırma olayı olan[2] Gülizar olayının dönemin yerel ve merkezi idaresini uzunca bir süre meşgul ettiği, Avrupa basınında çarşaf çarşaf yazıların yer aldığı ve en nihayetinde toplumda büyük bir infial yarattığı gerçeği, toplumun değer yargılarıyla uyuşmayan hadiselerin hiçbir şekilde hasıraltı edilmeyeceği gerçeğini somut bir biçimde gözler önüne sermektedir. Örneklerden ikincisi ise Îbo Begê Parsînî isimli bir Kürt aşiret reisi ve ailesinin dramını anlatan Îbo Begê Parsînî adıyla kayıtlara geçen strandır. Özetle, Rus işgaliyle birlikte yıllardır Îbo Begê Parsînî’nin evinde hizmetçi olarak çalışan Haçik isimli bir Ermeni gencinin bölgedeki Rus komutanlarla birlikte reisin eşine, gelinine ve kızına ‘sahip olma’ isteği ve sonrasında Îbo Begê Parsînî’nin önce ailedeki üç kadını, akabinde ise Haçik’i, Rus komutanı ve yaveri öldürmesi ve en sonunda da kendi canına kıyması ağıt şeklinde dile getiriliyor. Dileyenler, bahse konu hikayeyi Kürtlerin Homeros’u Şakiro’nun dilinden dinleyebilir (https://www.youtube.com/watch?v=Pw3RDECPZv0&list=RDPw3RDECPZv0&index=1). (Devam edecek)
[1] Bu ifademden, olayı olumladığım veyahut küçümsediğim anlamı çıkarılmamalıdır. Bahse konu dönemde görece yaygın olan kız/kadın kaçırma vakalarının dahi bir şekilde başta dengbêjlerin kilam/stranları olmak üzere sözlü anlatılara konu olduğu göz önünde bulundurulduğunda “günlük kültürün bir parçası” olduğu iddia edilen “ilk gece hakkı”nın yer almaması, hiçbir şekilde ve gerekçeyle izah edilemez zinhar.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.