Çevik: Hükümetin ‘Açılım’ konusunda işi zor!
Nûbihar dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik ile söyleşimizin ilk bölümünde ağırlıkla Nûbihar’ın öyküsünü konuştuk. Bu bölümde ise daha çok TRT Şeş ile ‘Açılım’ tartışmalarına yer verdik.
- Nûbihar’ın ilkelerini belirttiniz. Uzlaşmacı bir yapınızın yanı sıra ilkeli bir duruşunuz olduğunu söylediniz. Ama şunu da biliyoruz; bir kültür ve edebiyat dergisi çıkarıyorsunuz. Normal şartlarda baktığınız zaman siyasi-politik bir dergi değil. Buna nazaran 18 yıllık bir geçmişiniz var. Bu geçmişinizde herhangi bir baskı, herhangi bir kapatma gibi bir durumla karşılaştınız mı?
- Biz, yazdığımız yazılardan tutun, yayınladığımız makalelere kadar, her şeye özellikle dikkat ettik. Bir işin, kalıcı ve sürekli olabilmesi için bazı şeyleri o an söylemiyorsun, söylemek istemiyorsun, gerek de görmüyorsun. Yani işin kalıcı olması açsından biz yazdığımız yazıların söylemlerine dikkat ediyoruz. İlerde bizim için bir sıkıntı oluşturur mu yaptığımız çalışmayla ilgili diye. Bunu bir basitlik olarak da değerlendirmemek lazım bana göre. İşin kalıcılığı açısından, bu işi nasıl daha ileriye götürürüm diyerekten bazı konularda dikkatli olmak gerekir. Dediğiniz gibi dergimizin kültürel olması hasebiyle, dergiyle ilgili, herhangi bir toplatmayla ve kapama davasıyla karşılaşmadık. Fakat derginin sürekli takip edildiğini biliyorum. Derginin özelliğinden, özellikle bir takım kişiler tarafından, devlet kurumları tarafından takip edildiğini biliyorum. Bu anlamda dergiyle ilgili herhangi hukuki bir takip olmadı ama dediğim gibi bölgede dergiyi çantasında taşıyan, dergiyi dağıtırken, bir bayiye bırakırken, dergiyi okurken takip edilen, hakarete uğrayan, tartaklanan arkadaşlarımız oldu. Yani niye onu okuyorsunuz, onu okumayın gibisinden baskılar yapıldı. Kitaplarla ilgili olarak da, birkaç tane kitabımız takibata uğradı. Bundan dolayı ceza da yedik. Örneğin bahsettiğim sempozyumla ilgili kitaptan dolayı ceza yedik.
- Yani o kadar özen göstermenize rağmen yine de ceza yediniz.
- Resmi olmasa da, bölgede resmi görevliler tarafından yapılan uygulamaların yanı sıra birkaç kitabımızdan ceza yedik. Şu an öyle bir şey yok ama bahsettiğimiz süreç içerisinde bazı haksız uygulamalarla karşılaştık.
- Konuyu biraz değiştirelim istiyorum. İsterseniz direk sorayım. Çünkü Kürtler arasında bunun çokça dedikodusu yapıldı. Bu konu nedeniyle rahatsız olduğunuzu da biliyorum. TRT Şeş’le ilgili olarak sizi biraz da ben rahatsız edeyim. TRT Şeş’i Nûbihar mı kurdu?
- Yoo biz kurmadık.
- Öyle diyorlar ama Kürtler arasında.
- Nûbihar’ın TRT Şeş’in kurulmasına herhangi bir katkısı yok. TRT Şeş kurulurken, o işin başında olan insanlar gelip bizimle de görüştüler. Bizimle görüştükleri gibi birçok insanla da görüştüler. Piyasada Kürt meselesi ile ilgili yazı yazan, çizen, yayınevi sahibi, yazar, çizer, anlamında birçok insanla görüştüler. Biz, o dönemde de bu işin, ciddi bir şekilde yapılırsa, Kürtlerin hassasiyet gösterdiği meselelerde hassas olurlarsa, bu işi ciddiyetle yaparlarsa iyi bir şey olacağını söyledik. Halen de onu söylüyoruz ama Nûbihar’la ilgili, Nûbihar’da daha önce çalışmış, yazmış çizmiş birkaç arkadaş şimdi TRT’de çalışıyor. Bu durumu TRT Şeş’i Nûbihar kurdu diye algılamak çok yanlış olur. Nihayetinde Kürtçe yayıncılık yaptığınız zaman, Kürtçe yayıncılık yapan insanlar da sınırlı insanlar, belirli insanlar, bu alanda çalışan insanlar belli insanlardır. Böyle bir iş yapıldığı zaman ya bizden ya başkasından ya da başka bir gruptan eleman alacaklar. Gidip başka yerden adam getirecek halleri yok. 90’lı yıllardan beri Türkiye’de bu işi yaptığımız için, bu işle ilgilenen insanlar bu işin iskeletini oluşturur ister istemez. TRT 6’i kuracak insanlar elbet Kürtçeyi bilen, Kürtçe yazıp çizen insanlar olacak. Onlar da nereden olacak? Ya Nûbihar’dan olacak, ya başka bir yerden veya başka bir yayınevinden, ya da bir dergi çevresinden olacak. Daha önce birlikte çalıştığımız arkadaşlar var. Şimdi orada çalışıyorlar. Nihayetinde 18 yıllık süreç içerisinde bizde çalışan, yazan bir çok insan oldu. Bu insanlardan birkaç kişinin TRT Şeş’e gitmesinden yola çıkarak, olay Nûbihar üzerinden yürüyor gibi algılamak yanlış olur. Şunu da biliyoruz: Bir televizyon sadece geçmişte Nûbihar’da çalışmış insanlar üzerinden gitmez ki. O televizyonun birçok çalışanı var.
- Geçmişte sizinle çalışıp bugün TRT Şeş’te olan arkadaşlarınızı yadsımıyorum. Sonuçta birileri bu işi yapacak. Bunların Kürt diline hizmet etmiş insanlar olması, bu bilinçle iş yapması, çok daha iyi. Peki şuraya gelelim: Böyle bir ihtiyaç da yok muydu? Türkiye’de Kürtçe Televizyon kurulması gerekli değil miydi? Eksi ve artılarıyla bakacak olursak TRT Şeş’i nasıl değerlendirmek gerekir?
- Biliyoruz ki TRT 6’in perde arkasında bir çok insan var, onlarla da bizim alakamız yok, hatta önemli bir kısmını tanımıyoruz bile. Gelelim TRT Şeş konusuna. TRT Şeş’in Cumhuriyet tarihi içindeki önemini kesinlikle küçümsememek lazım. Böyle bir televizyonun devlet tarafından kurulmuş olması son derece önemlidir. On sene önceye kadar senin dilini kültürünü, millet olduğunu, Kürt diye bir milletin varlığını inkar eden bir anlayış, bir devlet geleneği arıyor size diyor ki, “sizin dilinizle bir televizyon kuruyorum” ve kuruyor. Bunun masrafını bizzat kendisi karşılıyor, eleman istihdam ediyor. Senin dilinle sana yayın yapıyor. Cumhuriyet sonrası Türkiye tarihini iyi bilen insanlar bunun nasıl büyük bir olay olduğunu bilir. Bir kere televizyonun böyle bir etkisi var. Senin dilinle seni inkar eden bir anlayış, bir televizyon kuruyor, o televizyon yirmi dört saat yayın yapıyor, Kürtçe konuşuyor ve bu seni inkar edenlerle...
- Deyim yerindeyse inkâr politikasının iflasıdır.
- Tabi ki öyledir. Ama bu televizyonun kuruluşuyla Kürtlerin Türkiye’deki sorunları bitmiyor. Yani sadece bu yayınla sorun bitmiyor. Türkiye’de eğitimle ilgili sorunlar var, kültürel başka çalışmalar var. Şu anki televizyonun yasal bir güvencesi yok. Kanuni olarak, kanunun hangi maddesine göre kurulmuş belli değil. Yarın bir değişiklik olur ve “bu televizyon reklâm almıyor, biz bu televizyonu kapatıyoruz, ödenek ayıramadık” derseler, ne yapılabilir? Belki siyaseten yapmazlar bunu. Televizyonu kapatamazlar belki; Türkiye’ye dışarıdan getireceği siyasi risklerde vardır, bu yüzden yapmazlar diyorum, ama yasal dayanağı olmadığı için isterse böyle bir karar alabilirler.
- Radikal bir parti gelirse…
- Belki o da yapmayabilir. Çünkü Türkiye’de bir devlet geleneği var. Yani devletin yaptığı şeyleri sonradan gelen partiler de büyük oranda sahipleniyor. Ama onu işlevsiz hale getirebilir. İçeriğini değiştirebilir, yayın politikasında bir takım değişiklikler yapabilir. Bu nedenle televizyonun bir an önce yasal bir güvenceye kavuşturulması lazım.
- TRT Şeş bütün sorunları gidermedi. Devlet, TRT Şeş ile sadece dille ilgili bir politika değişikliğine gitti. Şu anda hükümetin daha kapsamlı olduğu iddia edilen bir açılım politikası var. Bu açılım politikasının kısa, orta ve uzun vadeli projelere ayrıldığı belirtiliyor. TRT Şeş sanırım bu politikanın birinci ayağıydı. İsterseniz biraz da açılım politikasından bahsedelim.
- Hükümetin açılım politikasına baktığımız zaman işlerinin zor olduğunu görüyoruz. Türkiye’de belli bir zihniyet ve anlayışı değiştirmek sanıldığı kadar kolay değil. Açılımla ilgili olarak, bu işi yapma konusunda, bu işi sürdürme babında çok iyi niyetli insanlar görülüyor hükümetin içerisinde. Ama bu işin yapılmasını istemeyen, bu işi nasıl engelleyebilirim zihniyetinde olan insanlar da görülüyor ki, bunlar Ak Parti’nin içinde de var. En azından Başbakan ve Ak Parti’nin önde gelen kadroları, “Biz bunu çözmek istiyoruz, yapmak istiyoruz...” diyorlar. Bu da alışılmış bir şey değil Türkiye’de. “Bu meseleyi çözmek istiyorum” deyip sivil toplum örgütleriyle görüşen, kararlı demeçler veren Başbakan’ın “Bu işi sonuna kadar götüreceğiz, yapacağız” söylemleri bir kere önemli şeyler. Bunun sonuna kadar götürülmesi lazım. Fakat diğer partileri bir yana bıraksak bile, ki diğer partilerde zaten muhalifler çok, kendi partilerinin içinde de işleri sıkıntılı.
- Muhalefetin bir karşı duruşu var. Özellikle CHP ve MHP’nin çok sert ve ihanetle suçlayan bir tutumu var. Aslında bunlar da çok önemli değil. Belki CHP ve MHP’nin çok fazla bir etkisi olmayacak, sadece muhalefet edecekler. Ak Parti içindeki muhalefet de Erdoğan’ın karizmasıyla bir noktada duruyorlar. Ama sanırım Ak Parti’nin, eski DTP şu anki BDP ile bir uzlaşma yapması lazım ki bu açılım iyi noktada sonuçlansın veya başarılı olsun.
- Tabi Ak Parti’nin burada bir handikabı var. DTP ile ilişkisine gelmeden önce bir şey söyleyeyim; Türkiye’de Kürt meselesi Türk kesimi tarafından çok hassas bir mesele olarak kabul ediliyor. Yani Kürtlere yönelik herhangi bir açılım veya bir iyileştirme anında bir partinin oylarının azalmasına sebep oluyor. Yani Kürtlere yönelik her hangi bir çalışma hemen tepki doğuruyor. Mesela bu açılımdan dolayı da Ak Parti oylarında bir azalma olduğu söyleniyor ki, bu doğrudur. Bu konuda, açılımdan dolayı Ak Parti oy kaybetmiş durumda. MHP ve CHP’nin çatışmacı anlayışından kaynaklanan sert muhalefetleri var. Bu sert muhalefet Ak Parti’ye oy kaybettiriyor. Buna rağmen, bu sorunların bir çözüme kavuşturulmasıyla paralel olarak ileride içyapının düzelmesi durumunda, Ak Parti’nin oylarının önümüzdeki seçimde olmasa bile sonraki seçimlerde artacağı da kesindir.
- Kürtler açılım sürecine yeterince ortak edildi mi sizce?
- Değil, işte ona geleceğim. Ak Parti’nin buradaki handikabı bu zaten. Sorunu çözmeye yönelik bir çaba içinde olduğunuzu söylüyorsunuz. Ama burada Kürtleri hiçbir şekilde muhatap almıyorsunuz ya da Kürtlerle konuşmuyorsunuz veya “Kürtler ne istiyor?” diye sormuyorsunuz. “Ben sizinle görüşmeden, sizi ciddiye almadan bu sorunu çözerim,” anlayışı son derece yanlış. Şimdi sen bu sorunu 25-30 senedir birileriyle yaşamışsın. Diyorsun ki; “Ben bu sorunu çözeceğim ama sizi hiç takmadan yapacağım bunu; hatta sizi de tasfiye edeceğim.” Bunu dediğiniz zaman sorun çözülmez. Düşman bellediğiniz, karşı durduğunuz veya direk çatıştığınız insanları, kurumları muhatap almasanız bile birileri ile oturup konuşabilirsiniz. Bu yasal bir partinin yetkilileri olabilir. Bu olmasa bile akil adamlar dediğimiz farklı kesimlerden gelen, Kürt kamuoyunca da Türk kamuoyunca da saygınlığı olan belli bir takım kişiler olabilir. Ne yazık ki Ak Parti’nin şu anda yaptığı şey, bu değil; onların bir ayağı hep geride kalıyor, hep zayıf kalıyor.
- Sanki bu politika değişikliği Habur’dan girişlerden sonra oldu gibi geliyor bana. Daha önce DTP ve Ahmet Türk ile görüşmeleri vardı. Habur’dan sonra o bağlantı kesildi gibi.
- Habur’daki o görüntülerden sonra muhalif partiler bunu çok kullandılar. Hala’da kullanıyorlar. Ama Habur’da bir meydan okumadan ziyade, 25 senedir sıkıntı çekmiş, köyü yanmış, köyünü terk etmiş, çoluk çocuğu ölmüş, dağa gitmiş birtakım insanların aslında barış gelecek diye yaptıkları bir sevinç vardı. Aslında o sevinci kendileri de yeterince anlatamadı. DTP de anlatamadı bunu. Türkiye’deki kamuoyu da bunu bir kalkışma, bir zafer olarak algıladı. Öyle değildi aslında. O Kürtlerin barışa kavuşma, sükûnete kavuşma gibi bir sevincin dışa yansımasıydı. Türkiye kamuoyu bu meseleyi devlete karşı bir başkaldırı olarak algıladı. Bu Ak Parti üzerinde de etkili oldu tabi. Bu süreçten sonra hükümet de açılımda yavaşladı. Bu son dönemlerdeki girişimleri de söylemek lazım. Mesela Başbakan’ın sanatçılarla yazarlarla...
-Nûbihar’dan davet edilen oldu mu?
- Benim bildiğim kadarıyla şu ana kadar kimse davet edilmedi. Bilmiyorum belki yazarlarla ilgili, ya da bir takım çevrelerle yapılacak toplantıya çağırırlar. Dediğim gibi bir ayağı eksik kaldı bu açılımın. Sanatçılarla, yazarlarla ve toplumun diğer farklı kesimleriyle açılımla ilgili Başbakan’ın bir toplantı yapacağı söyleniyor. Bu toplantı geniş tutulup, ciddi anlamda katkı sunacak kişiler çağrılırsa olumludur diye düşünüyorum.
- Sanatçılara baktığımızda toplumun geniş kesiminden çağrılan bir heyet olduğunu görüyoruz. Çok da yabana atılır bir çağrı değil. Mesela MKM sanatçılarından Rojda çağrılanlardan biri. Gerçi o çağrıyı reddetti, toplantıya katılmayacağını söyledi, ama çağrılması yine de önemli. Ama diğer taraftan bir bakıyorsunuz Demet Akalın gibi medyatik bir sanatçı da çağrılmış.
- Sanatçılarla, yazarlarla, Türkiye’deki değişik kesimlerle, söz sahibi insanlarla oturup bu meseleyi konuşacağı izlenimini vermesi olumlu. Yani bu başka türlü de olmaz.
- Diğerleriyle de devam etmesi gerekirdi aynı şekilde.
- Elbette. Bu bir toplantıyla da bitirilmemeli, devam etmeli. Uzun süreli bir iş. Avrupa’da bu tür sorunları yaşamış bir İngiltere, bir İspanya ve buna benzer ülkelerde de sorun birden bire çözülmüyor ki.
- Dindar bir çevre bilindiğiniz için sormak istiyorum. Türkiye’de bazılarına göre 20 milyona yakın Alevi de yaşıyor. Hükümet yedi tane Alevi Çalıştayı yaptı. Bu Alevi Çalıştay’larından sonra bir rapor yayınlandı. O süreci takip ettiniz mi? Sürece dönük ilginiz nasıldı?
- Basından izlediğim kadarıyla tabi... Bu da çok önemli bir şey. Çünkü Türkiye sadece Kürtlerle sorun yaşamamış ki. Alevilerle sorun yaşamış, gayrimüslimlerle sorun yaşamış, Rejim bunların hepsiyle sorunlarını çözmelidir. Mesela Roman vatandaşlarla da toplantılar yapıldı. Açılımı sadece Kürt açılımı şeklinde değerlendirmek de doğru bir şey değildir. Belki hükümet buradan da yanlış yaptığını anladı ve adını sonra Demokratik Açılım’a dönüştürdü. Açılıma topyekûn bakmak lazım; toplumun içerisindeki insanların devletle, sistemle ne kadar sorunu varsa onları çözme girişimi olarak bakmak lazım. Alevi Çalıştayı da bunun içinde bir pakettir. Gayri Müslimlerle ilgili şey de bunun içindedir. Türkiye’de sistemin, rejimin kiminle bir sorunu varsa bu sorunu bir şekilde çözmesi gerekiyor ki Alevi Açılımını da böyle algılamak gerekir.
- Ak Parti sistem içerisindeki direnişi aşabilir mi?
- Sistem fazla direnemez buna. Yani Türkiye, ya kendi kabuğuna çekilecek bir üçüncü dünya ülkesi olacak ya da Avrupa ve Amerika ile beraber oturacağım, bunlarla anlaşmalar yapacağım, bunların bulunduğu ligdeki bir ülke olacağım diyecek; bir ülke başka türlü davranamaz. Kendi iç sorunlarını çözmemiş bir ülke güçlüler liginde bulunamaz. Kendi sorunlarını çözen bir ülke rahatlıkla Avrupa’da, Amerika’da, dünyanın saygın ülkeleri içerisinde yer alabilir. Türkiye’de bu şekilde düşünen, olayı bu şekilde gören bir çok insan var. Rejimin, değişmeden olduğu gibi kalmasını isteyen insanların bulunduğu bir Türkiye’nin güç kaybettiğini görüyoruz ki bu ileride daha da belirgin bir şekilde görünecek.
- Şöyle bir iddia var: hükümette Ak Parti değil de CHP’de olmuş olsaydı süreç bu şekliyle başlayacaktı diye bir bakış açısı var.
- Bu kadar hızlı olmasa da olacaktı diye düşünüyorum. Türkiye, Avrupa’yla Amerika’yla belli anlaşmalar imzalamışsa, gidip Çin’le, Rusya’yla ya da başka bir ülkeyle yeni bir politikaya yönelmesi, yani politika değişikliğine gitmesi çok kolay bir şey değil.
- Yani bir hükümet politikası değil bir devlet politikası...
- Tabi ki bir devlet politikası. Tersi sistemin, kurulu düzenin allak bullak olması demektir. Yani kim olursa olsun, hızlı da olsa yavaş da olsa bu açılım mecburen yapılacaktı. Sen uluslararası anlaşmalar imzalamışsın, onlarla oturup kalkmışsın, bunların şartlarını yerine getirmen gerekiyor. Başka bir hükümet olsaydı bile bu süreç yaşanacaktı; ama belki bu kadar kararlı olunmazdı, daha ağır aksak olurdu. Bu bir devlet politikasıdır, diye düşünüyorum. Ama bu devlet politikasının oluşmasında Ak Parti’nin payı da büyüktür.
- Bize bu fırsatı verdiğiniz, söyleşiye zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
- Ben de teşekkür ederim.
Süleyman Çevik'le Söyleşi (1. bölüm)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.