Sürgün hayatıyla ilgili açıklamalarda bulunan Perwer, geçtiğimiz yılın başında Bülent Arınç'la yaptığı görüşmeyle ilgili de önemli açıklamalarda bulundu. Arınç'ın da aslının Kürt olduğunu belirten Perwer, Arınç'ın kendisine "Gel, Mevlanamız ol!" dediğini söyledi.
İşte o röportajdan kısa bir alıntı..
ESAD BENİ ŞAM'A DAVET ETTİ
Sürgünün kaçıncı yılındasınız? Sürgünlüğünüze ilişkin neler söylemek istersiniz?
Doğrusu bir açıdan önemsemiyorum çünkü dünya herkesindir. Şüphesiz insanın kendi toprağı, ülkesi her yerden daha sıcak gelir. Tabii özgür olursan... Baskıya uğramazsan güzel gelir. Bu kadar yıl dışarıda kaldım, pek çok güzellik yaşadım ancak sonuçta mülteciyim. İyi ve güzel şeyler yaptım, yaşadım, gördüm. Sevdiğim çok şey oldu. Onları yüreğimde övdüm. Yalnız da değilim. Benim gibi çok kimse var. Esasında yoksulluktan dolayı çıkanlar da aynı sebeple bağlıdır. Eğer ülkesinde karnını doyurabilse, özgür olsa niye ülkesini terk etsin. Bugün de hükümetler beni davet ediyor. Yalnız Türkiye değil, Suriye de davet ediyor. 2004'te Beşşar Esad beni davet etti. "Gel, Kürt meselesinin nasıl halledileceğini konuşalım" diye. Beni Şam'a davet etti. Gitmek istemedim. Hem diktatör olduğu için hem de ben ne konuşursam konuşayım bir başka yöne çekerler diye. Herhalde derlerdi Şivan kendini sattı ya da para aldı!..
Neden öyle düşünüyorsunuz?
Görmedin mi? Bir buçuk yıl kadar önce Bülent Arınç'la görüştüğümde beni nasıl da ağır suçladılar. Oysa sadece sohbet etmiştik.
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE" BİR AN ÖNCE KALDIRILMALI
Neler konuşmuştunuz?
Adamcağız beni 15 dakikalığına görmek istemişti. Ben de kabul ettim. Görmeye gittim. Ne de olsa devletin hizmetinde biri. Devlet adamı. Hükümette. Görüşüp kendisine görüş ve önerilerimi söyledim. Şimdiye kadar niyetlerine destek verdiğimi, referandumda evet dediğimi, doğru bulduğum politikalarını övdüğümü ancak artık savaşın bitirilmesi gerektiğini söyledim. Kürtlere karşı savaşın bitirilmesi gerektiğini söyledim. Diğer taraftan Kürdistan dağlarına yazılan 'Ne Mutlu Türküm Diyene'nin bir an önce kaldırılmasını söyledim. Kürtlerin onurlu bir halk olduklarını, 20-25 milyonluk bir halkın bu çağda kabulünün imkânsız olduğunu söyledim.
ÇOCUKLAR TAŞ DA ATABİLİR KAFA DA KIRABİLİR
Peki, o ne dedi?
Dedi ki: "Doğrudur. O sözler eski döneme ait sözler. Aşılacak". Kürt halkı üzerinde baskının olduğunu söyledim. Bu zulmün sonu gelmeli dedim. Alenen Kürt çocuklarının kolları kırılıyor. Artık bu zalimliğe son vermek, polislerin terbiye edilmesi gerekir dedim. Ancak o zaman çözüm gelir. Kaldı ki çocuklar taş da atabilir, kafa da kırabilirler. Hoşgörüyle bakmak gerekir. Sonra nerede hangi Türk, nerede hangi Kürt var konuştuk. Sohbet iki saat sürdü. Daha da bırakmadı. Dedim ki sen de Siirt'ten gelmişsin, aslın Kürt'tür ve adının anlamı da 'Bilind-Yüksek'tir dedim.
"GEL MEVLANAMIZ OL"
Tepkisi ne oldu?
Hiç, hoşnutsuz bir şey söylemedi. "Olabilir, olabilir... Ben oradan geliyorum" dedi. "Ayrıca bugün artık sistem olarak herkesi kucaklamak istiyoruz" diye ekledi. Kürtlerin çok hizmet ettiğini söyledim. Büyük bir cemaat olduğumuzu, demokratlar gibi komünistlerimizin de olduğunu belirtip "Bugün meselenin çözümüne eğilip çözüm üretmeliyiz" dedim. Karşılıklı tahammül etmemiz gerektiğini, birbirimizi sevmemiz gerektiğini söyledim. Öyle bir sistem olmalı ki hepimizi kucaklamalı. Basın da ona sorunca, o da ülkemi özlediğimi, dönmek istediğimi söylemişti. Ancak benim ona dediğime ve gerçekte neler konuşulduğuna bakılmadan beni adeta taşladılar. Oysa bana esas olarak söylediği, "Keşke memlekete gelip Mevlanamız olsan! Gel, Mevlanamız ol!" idi. Ama mevcut durumda Mevlana da gelse afaroz ederler. Türkiye'de sadece Kürtler değil herkes asimilasyona tabii tutuldu. Yıllarca kültürel asimilasyon'un yanında topluma tek tipçi ideolojik asimilasyon dayatıldı ve bu 80 sene boyunca devlet politikası olarak uygulandı. Sonuçlarını devletin tüm kademelerinde ve hayatın her alanında halen hissetmek mümkün. Bunun sonucu olarak toplumda öyle bir nefret kültürü oluşturulmuş ki meselelere aklı selim yaklaşmak ve farklılıklara tolerans göstermek giderek zorlaşmakta.
Peki, hükümetten yeni mesajlar alıyor musunuz?
Hayat sürüyor. Biz de meselenin içindeyiz. Hâlâ da benden isteniyor. Benim dönüşüm çok isteniyor. Fakat binlerce insanın tutuklandığı bir dönemde, baskının ayyuka çıktığı bir dönemde dönüşüm gerçekleşmez.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.