Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Kanla 7’de konuşuyor, “Tek yönlü uyguladığımız entegre bir stratejimiz var devlet olarak” diyor ve ekliyor: “Sınır ötesi operasyonlardan KCK operasyonlarına hepsi koordinasyon içinde, tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir.”
Başbakan’ın Başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Anadolu Ajansı’na mülakat veriyor. Genelkurmay Başkanı’nın bölgeyi iyi tanıdığını, mücadele konusunda yüksek bir kararlılık ve hassasiyet sergilediğini; emniyet teşkilatının geçmişe kıyasla daha büyük bir performans ortaya koyduğunu; MİT’in ve istihbarat kurumlarının doğrudan operasyona dönüşecek bilgi temininde daha etkili olduklarını söylüyor. Akdoğan, güvenlik birimleri arasındaki koordinasyon, eşgüdüm ve güvenin son dönemde artmasıyla terörle mücadelede başarı yüzdesinin yükseldiğini belirtiyor ve hükmünü veriyor:
“Bombardımanlar örgütün hareket kabiliyetini minimuma indiriyor, kırsaldaki nokta operasyonlar kötü arazi şartlarında oluşan Kandilcikleri ortadan kaldırıyor, şehirdeki milislere yönelik müdahaleler toplumsal provokasyonlara set çekiyor... PKK, terörü tırmandırarak çektiği kanlı restin altında kaldı.”
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Afyonkarahisar’da Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen Terörle Mücadele Değerlendirme ve Koordinasyon 45. Toplantısı’nda konuşuyor. Emniyet mensuplarına, dağdaki terörle mücadele etmenin kolay olduğunu söylüyor ve asıl tehlikeye odaklanmalarını salık veriyor:
“Terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil. Bir başka ayağı daha var. Bilimsel terör var... Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak. Hızını alamıyor. Terörle mücadelede görev almış askeri ve polisi, sanatına çalışmasına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyorlar. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor. Arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Londra’dır, Washington’dur, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur... Arka bahçede ayrık otuyla ayrık otları birbirine karışıyor. Bir kısmı faydalı, bir kısmı zehirli...”
Marangozun tercihi
Bu şahıslar, alelusul kabul edilebilecek ve söylediklerine “Canım ne var bunda, konuşmuş işte” diye kayıtsız kalınabilecek şahıslar değiller. Atalay, Başbakan olmadığında onun yerine hükümete başkanlık eden, yani Başbakan’ın kendi vekaletini teslim edecek kadar güvendiği bir isim. Akdoğan’ın birçok sıfatı var: O, hem Erdoğan’ın beyni, hem AKP’nin ideoloğu ve hem de partinin Kürt politikasının mimarı. Şahin, ta belediye başkanlık döneminden beri Erdoğan’ın yanında; belediyenin genel sekreter yardımcılığını, partinin genel sekreterliğini yapmış biri.
Her üçü de Erdoğan’ın siyasi yolculuğunda ona refakat etiler, her daim onun yanında durdular, en yakın çalışma arkadaşı oldular. Erdoğan herkesten iyi tanıyor onları, yeteneklerini ve zihin dünyalarını çok yakından biliyor. Yani bir marangoz hatası değiller; onlar Başbakan’ın tercih ettiği muteber isimler.
Peki, bu has adamlarının son dönem söylediklerine, hal ve tavırlarına baktığınızda ne görüyor, ne bekliyorsunuz? Bazı dostlarımız iyimserlik elini sürekli yükseltip “iyi şeyler olacak” beklentisine girebilir ama ben daha ziyade gözünü hırs bürümüş bir iktidar görüyorum.
Marangoz ustalık döneminde, demokratik adımlar atarak ve özgürlükleri güçlü kılarak sistemi dönüştürmekten vazgeçti. Bugün gelinen noktayı kendisi için yeterli olarak görüyor artık, güvenlik politikalarına hız veriyor ve sistemle bütünleşiyor. Bunun sonucu olarak, Kürt meselesinde sistemin verdiği tepkileri veriyor, izlediği politikaları tatbik ediyor.
Sistemin Kürt çözümü
Sistemin Kürt meselesinde bel bağladığı politikanın iki ayağı var. Dağda PKK’yi sıfırlamak ve ovada çatlak ses çıkmasını engellemek. AKP, bu politikaya sarılmış durumda ve mevcut İçişleri Bakanı da bunun için biçilmiş kaftan. Bakan 90’lı yılların “dağda tek bir terörist kalmayana kadar operasyon” şiarını gerçek hayata uygulamak için kendisini vakfetmiş durumda. “Biz milletten emir aldık” diyor Bakan “Şer örgütü PKK’nın kökünü kazıyacağız. Hiç kimse kalkıp bunların siyaset yapmasını da istemesin.” Kimse -mesela AKP içinde arayıp da bir türlü bulamadığımız, seslerini duyamadığımız Kürt vekillerkalkıp da bakana “Sen kimin kökünü kazıyorsun?” diye sormuyor. “Senin kökünü kazımaya ahdettiğin insanların aileleri, anneleri, babaları, kardeşleri, bu topraklarda yaşıyor” hatırlatmasında bulunmuyor.
Hükümete egemen olan zihniyet, siyaseti lanetliyor, suskun bir toplum yaratmayı arzuluyor. Atalay’ın “devlet/hükümet projesi” olduğunu itiraf ettiği KCK Operasyonlarıyla Kürt sivil siyasetinin altı oyuluyor. Üniversitelere öğrencilerin en masum protesto eylemlerine bile tahammül edilemiyor; şanslı öğrenciler resmî veya özel güvenlik tarafından darp edilmekle kurtuluyorlar ama şansız olanlar bir şekilde bir terör örgütüne bağlantılı hale getiriliyor ve hayatı karartılıyor. Düşünce üretmek, bunu ifade etmek ve kamuoyunu bu doğrultuda etkilemeye çalışmak suç olarak addediliyor ve bu giderek hükümet içinde doğallaşıyor.
Hükümet artık devletleştiğini düşünüyor, bunun için devleti kutsuyor ve devletin sözü dışında bir söze müsaade edilemeyeceğini Bakan’ının ağzından ilan ediyor: “Devlet düzendir, devlet hukuktur, devlet hiyerarşidir, devlet namustur, devlet özgürlüktür, eğitimdir, sağlıktır; devlet hayatın ta kendisidir.”
Dağda PKK’yi ortadan kaldırma veya en iyi ihtimalle diz çöktürme, ovada ise tüm muhalif sivil unsurların seslerini kesmeye yönelik bu politika özel bir iklim yaratıyor. Güvenlikçilerin, yasakçıların, hak ve özgürlük karşıtlarının borularının örttüğü bir iklim bu. Bu iklimde yapılan her operasyonla güvenlik güçleri daha fazla hava giriyor; havaya girdikçe de güvenlik güçlerinin uygulamaları giderek daha fazla sertlik barındırıyor, pervasızlaşıyor. Hak ve hürriyetlere saygı, masum insanları koruma gibi düşünceler siliniyor.
Hükümetin takip ettiği bu politikanın eninde sonunda bir yerde duvara toslayacağı, bir felakete yol açacağı ve ekmeğinin derdindeki insanların kanına gireceği belliydi. Uludere’de olan da budur. Uludere; demokrasi rayından çıkan devletin yaptığı bir katliamdır, başka da bir şey değildir. Ve korkarım hükümet bu politikasını devam ettirdikçe -ki Hüseyin Çelik’in katliamı “operasyon hatası” olarak normalleştirmeye çalışmasına ve Genelkurmay’ın nerdeyse “Vurduksa ne olmuş yani? Kurunun yanında elbet yaş da yanar” anlamına gelen açıklamasına bakıldığında devam ettireceğe benziyor- bu, son katliam da olmayacaktır.
Vahap Çoşkun
Dicle Üniversitesi
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.