Hükümete yakınlığıyla bilinen iki isimden Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasıyla ilgili çarpıcı tespitler geldi. Star gazetesi yazarı Fehmi Koru, İlker Başbuğ'un tutukluğuyla ilgili Yaşar Büyükanıt'ın kilit isim olduğunu söyledi.
Fehmi Koru, Yaşar Büyükanıta "gerçekler nasıl olsa ortaya çıkar" diyerek gerçekleri’ kamuoyuyla paylaşmasını istedi. Hükümete yakınlığıyla bilinen bir diğer isim Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce ise yaptığı tespitlerle İlker Başbuğ'un daha uzun süre tutuklu kalacağının sinyallerini verdi. Ayrıca Gülerce, Başbuğ'un tutukluluğuyla ilgili MHP ve CHP'den gelen açıklamalara da değinerek partinin iki liderine göndermede bulundu.
Hüseyin Gülerce'nin o yazısı:
Önceki dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ'un tutuklanması, statüko zaptiyelerini yeniden ayağa kaldırdı. Gürleyip esiyorlar: "TSK yıpratılıyor, yargı yoluyla sivil bir vesayete sürükleniyoruz..."
Ergenekon'la özdeşleşen darbe iddiaları davaları başladığından beri, bu süreci engellemeye çalışan güçlü bir siyaset+medya direnmesi var. Davalar sulandırılmaya, bulandırılmaya, özünden saptırılmaya çalışılıyor. Savcılar, yargıçlar itibarsızlaştırılmak isteniyor. Temelde, AK Parti iktidarına tahammülsüzlük gösteren koro, hep birlikte Başbakan'ı ve hükümeti hedefe koyuyor. En fazla kullandıkları propaganda malzemesi de, TSK düşmanlığı yapılıyor... İlker Başbuğ da bunu bildiği için; "26. Genelkurmay Başkanı" olduğunu hatırlatarak "terör örgütü" ile irtibatlandırılmasının "korkunç"luğuna işaret ediyor.
Önce şunu söylemeliyiz. 26. Genelkurmay başkanlığı, bir aklanma gerekçesi olamıyor. Çünkü bu ülkede, seçilmiş hükümetleri darbe ile devirenlerin önde geleni, genelkurmay başkanlarıydı. 12 Mart darbesinde Memduh Tağmaç, 14. Genelkurmay başkanıydı. 12 Eylül darbesinde Kenan Evren, 17. Genelkurmay başkanıydı. 28 Şubat post modern darbesinde, İsmail Hakkı Karadayı, 22. Genelkurmay başkanıydı. "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen Hüseyin Kıvrıkoğlu, 23. Genelkurmay başkanıydı. 27 Nisan muhtırasını bizzat kendisinin yazdığını söyleyen ve Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını engellemeye çalışan Yaşar Büyükanıt, 25. Genelkurmay başkanıydı... Yani geçmişteki pek çok genelkurmay başkanının, iyi bir demokratik sicili yok fakat esaslı darbe-müdahale sicilleri var... Demokrasi sicili iyi olan Genelkurmay başkanlarının başına ne geldiğini de unutmayalım.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 6. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Demokrat Parti'nin ilk Genelkurmay başkanıdır. 6 Haziran 1950 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 10 Nisan 1954 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştu. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış bir komutandı. 11. dönem Demokrat Parti İstanbul milletvekili iken 27 Mayıs Darbesi sonrası tutuklandı. Tutuklamayı yapan subaylar tarafından hakaret ve küfürler edilerek dövüldü. Daha sonra Yassıada yargılamaları sırasında, kendisine yapılan işkencelerden dolayı vefat etti.
Rüştü Erdelhun, 10. Genelkurmay Başkanı'ydı. 2 Nisan 1921 tarihinde Anadolu'ya geçerek Milli Ordu'ya iltihak etmiş ve İstiklal Savaşı'na katılarak İstiklal Madalyası almış bir komutandı. 23 Ağustos 1958 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevi darbeyle son buldu. 27 Mayıs günü tutuklandı, "Yassıada Mahkemesi"nde yargılandı ve idama mahkûm edildi. Ancak bu hüküm daha sonra ömür boyu hapse çevrildi.
İttihat Terakki'den bu yana, silahlı kuvvetler içinde cuntacılık hiç bitmedi. Görevini yapmak isteyen, halkın seçtiği hükümetlerin demokrasilerde asıl olduğunu savunan subaylar, generaller, darbe dönemlerinde tasfiye edildi. Ordumuz, cunta mücadeleleri veren bir kısım muhterislerin, iktidar kavgası alanı haline getirildi. Türk Silahlı Kuvvetleri'ni; vesayet bitsin diyenler değil, bütün mesailerini, hükümetlerle uğraşmaya, siyasete müdahaleye ayıranlar yıprattılar...
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli yanlış yerde duruyorlar. Kamuoyunu manipüle edeceklerine, "Genelkurmay'da hükümet aleyhine kara propaganda siteleri kurmak, Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a küfrettirmek kimin haddine" diye çıkışmalıydılar...
Darbe davaları ile ilgili yargı sürecinde ABD'den, AB'den medet umanlara da bir hatırlatmada bulunalım. 2009 Türkiye ile ilgili AB ilerleme raporunda; devam etmekte olan Ergenekon davasının; "Türkiye için, demokratik kurumlarının düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne olan güveni güçlendirmek açısından bir fırsat olduğu" belirtilmiş ve üstüne basa basa; "bu süreçte, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, yargıyı baskı altına alan yorumlarda bulunmuştur." denilmişti...
İşte Fehmi Koru'nun o yazısı:
Başbuğ’un samimiyetine Büyükanıt’ın tanıklık etmesini bekliyorsun, nasıl olacak bu?” sorusuna cevapla geçti günüm. Hiç yüksünmeden her sorana dün burada girişini yaptığım düşüncelerimi anlattım.
Ülkemiz 28 Şubat’ın (1997) sarsıntısından uzaklaşmayı, askeri vesayetten kurtulmayı hiç kuşkusuz sivil kadroların akılcı stratejilerine borçlu. Ak Parti geçmişte yaşananları doğru okumuş özde demokrat kadrolardan oluşuyor; fazla acul da olmayan kadrolardan... Asker bugün görev alanına çekilmiş görünüyor ise, bu noktaya, büyük çapta siyasiler sayesinde gelindi.
Sürece askerlerin -daha doğrusu Genelkurmay başkanlarının- katkısını da unutmamak gerekiyor. Org. Hilmi Özkök ile başlayan 28 Şubat’tan uzaklaşma, Org. Necdet Özel ile kışlaya çekilmeyi getirdi. Arada en önemli askeri koltukta oturan diğerlerinin de bu süreçte değişik oranlarda katkısı bulunuyor.
Org. Yaşar Büyükanıt’ın “Ben yazdım” dediği ‘e-muhtıra’ ortada ve Org. İlker Başbuğ’un ‘boru’ ile ‘kâğıt parçası’ sözcüklerini kullandığı basın toplantıları belleklerde tazeyken, bu tespitim çoğunuza ters gelebilir. Ben yine de sonuca bakmayı yeğliyorum: Org. Özkök ve ardılları, kendilerinden öncekilerin “Bin yıl sürecek” iddiasıyla gerçekleştirdikleri post-modern darbenin etkisinden ülkenin uzaklaşmasını seyirle yetindiler.
En son olarak, Org. Işık Koşaner’in de, zamanından önce istifasını sunup Org. Özel’in yolunu açarak, sürece katkıda bulunduğu söylenebilir.
Yakın tarihe olağanüstü iyimser gözle bakış saysanız da esas tespitimi yazacağım: Yerine Org. Büyükanıt’ı bırakırken, Org. Özkök, bugünleri de planlamış olmalı...
Silâhlı Kuvvetler tepeden aşağıya emir-komuta zinciri yoluyla bağlanılan hiyerarşik bir yapı. Resmi durum bu olduğu halde ‘gerçek’ her dönemde farklı yaşanabiliyor. 27 Mayıs (1960) küçük bir cuntanın eseriydi; 12 Mart (1971) küçük bir cuntayı devre dışı bırakan hiyerarşik bir müdahale... 1960 darbesinden üç ay sonra bile Silâhlı Kuvvetler içerisinde yeni cunta oluşumları faaliyete geçmişti.
Hilmi Özkök’ün cuntasal örgütlenmelerin zehirleme ihtimaline karşı aylarca evden karargâha sefertası taşıdığını biliyoruz. Acaba Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’un durumu ondan farklı mıydı? Karargâhlarına hâkim miydiler? Görev sürelerinde yaptıkları çıkışlar kendi fikirleri miydi?
Yoksa...
‘Samimiyete tanıklık’ işte bu noktada devreye giriyor ve kilit isim de Org. Büyükanıt...
İsmail Hakkı Karadayı 28 Şubat döneminin Genelkurmay başkanıydı; Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ise “Bin yıl sürecek” diyen ardılıydı onun... Org. Büyükanıt o dönemlerin büyük bölümünü Ankara’da karargâhta geçirdi. Hem Org. Karadayı, Org. Kıvrıkoğlu dönemlerinde, hem de Org. Özkök döneminde neler yaşandığının en yakın tanığıdır.
Görevden ayrılırken geride nasıl bir Genelkurmay ve Silâhlı Kuvvetler tablosu bıraktığını bileceği için, Org. Başbuğ’un “Ben görevim boyunca anayasa ve yasalara sadık kaldım” savunmasına da tanıklık edebilir Org. Büyükanıt...
Nasıl mı? Konuşarak... Henüz suçlanmamış, sorgulanmamış, mahkeme önüne çıkarılmamış, iddia ve ithamlara muhatap edilmemişken bunu yapabilecek durumda İster güvendiği bir veya birkaç gazeteciye, ister bir TV programına çıkarak yapabilir bunu. Şahsen ben kendisine yardıma hazırım.
Askerler devlete hizmet için yetiştirilir; Org. Büyükanıt’ın devletine yapacağı en büyük hizmet bildiği ‘gerçekleri’ kamuoyuyla paylaşmak olabilir.
Gerçekler nasıl olsa ortaya çıkar zaten...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.