Kürtlerin IŞİD’le savaşı, kesin olarak varlık-yokluk savaşıdır. 49 rehinenin serbest kalmasıyla birlikte Türkiye de bu savaşın hangi tarafında olduğunu net olarak ortaya koymak zorunda. AKP, rehineler üzerinden elinin-kolunun bağlı olduğuna dair söylemi berhava olduğuna göre, ya IŞİD’i veya uzun vadeli bir çözümü tercih edecek. IŞİD’le savaşmamak, Kürtlerle savaşmaktır.
49 personeli serbest bırakmasıyla birlikte Türkiye’nin IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası ittifaka dahil olmaması için bir gerekçesi kalmadı. Rehinelerin serbest bırakılmasına dair spekülasyonlar, “algı operasyonları” epey sürecek gibi. Ancak rehinelerin serbest bırakılması için IŞİD’in elini güçlendirecek herhangi bir vaatte bulunulup bulunulmadığı çok kısa süre içinde belli olacak. Türkiye rehineleri kurtardı mı, yoksa teslim mi aldı? Bu sorunun yanıtı, ABD’nin hazırlığını yaptığı müdahaleye Türkiye’nin önümüzdeki bir-iki hafta içinde dâhil olup olmamasıyla netleşecek.
Çözüm süreci dikkate alındığında, Türkiye’nin IŞİD’e destek vermemesi yetmez, IŞİD’le savaşması gerekir. Zira güçleri kıyaslanamaz olsa da, zihniyet itibariyle IŞİD, Kürtler açısından 1990’ların Türkiye destekli Hizbullah’ıdır. O yüzden de Öcalan ve Kürt hareketinin çözüm süreci konusundaki yeni müzakere başlığının da bu olması kaçınılmaz gibi görünüyor.
Öte yandan, IŞİD bertaraf edilse bile, Kürtlerin oluşturmayı hedefledikleri demokratik modernite temelli yeni sistemin muvaffakiyeti, başta Türkiye olmak üzere bölgesel güçlerin saldırılarını ihtimal dışı bırakacak bir barışa imza atmakla mümkündür. Oysa AKP, başından itibaren çözüm sürecini, Kürtlerin devlete ikna olma süreci olarak algılıyor ve her türlü hak talebini çözüm karşıtlığı olarak lanse ediyor.
Kürtlerin kendi dillerini öğrenmek için kurdukları okulları neredeyse tankla-topla kuşatan iktidar ya çözümü yanlış anlamış ya da Kürtleri. Örneğin TBMM başkanı Cemil Çiçek’e göre kafa kesmekten daha vahşice bir eylem var: “Okul yakmak”! TBMM Başkanı Çiçek, IŞİD’e karşı insanlık mücadelesi yürüten Kürtleri Batı’ya “aman bunlara kanmayın, bunlar her daim terörist” mealli köyün muhtarı edasıyla şikâyette bulunuyor: “Dün üç tane okul yaktılar. Bundan daha vahşice bir şey olabilir mi?”
Çiçek’in devam cümleleri bu kıyası IŞİD’le yaptığını gösteriyor: “PKK’nın, IŞİD’e karşı verdiği mücadeleden bahisle batı toplumlarına sempatik görünme çabaları var. Böyle bir illüzyona inşallah batı toplumları inanmaz.”
Çiçek’in beyanatı, her koşulda demokratik konfederalizmi temel stratejisi olarak belirleyen PKK ve tabanına karşı art niyetin bir devlet politikası olarak devam edeceğine işaret ediyor. Bu, Kürtlerin uzun savaşının muhataplarından birine de işaret ediyor.
Berxwedan jîyan e
Sanıldığının aksine, Kürtlerin bölgesel güçlerle savaşı, ne yazık ki bitişin değil, yeni bir başlangıcın eşiğinde gibi görünüyor. Önceki yüzyılın uzun savaşının karanlığını yırtarak 2000’lerin başında Ortadoğu sahnesinde daha güçlü olarak yerlerini alan Kürtlerin inşa etmeyi hedeflediği demokratik-konfederal ve antikapitalist sistem, sömürgeciliğe karşı yeni bir mücadele anlamına geliyor.
Bu mücadelenin yaratacağı bölgesel ve uluslararası korkunun İran, Irak, Suriye ve Türkiye devletlerinin terörünü yeniden alevlendirmesi şaşırtıcı olmaz. Dahası bu devletlerin çıkarlarıyla bazı emelleri paralel olan IŞİD türü vahşet örgütleri peyderpey ortaya çıkabilir, artabilir. Bu açıdan Kürtlerin, Abdullah Öcalan’la yürütülen müzakere sürecinden nihai bir çözüm beklerken, temel sloganlarını sürekli akılda tutması gerekeceğe benziyor: “Berxwedan jîyan e!” (Yaşamak direnmektir). Çünkü, demokratik modernite stratejisi yolu çetin, ama halkların tek kurtuluşu gibi görünen bir sistemi hedefliyor. Ortadoğu’nun göbeğinde, kapitalist modernist sisteme kafa tutan yeni bir sistem inşasına girişmek, direnişsiz bir yaşamın söz konusu olmadığını kabullenmekle mümkün olabilir. Diğer yandan Öcalan’ın Türkiye’yle varacağı mutabakat, tam da bu bağlamda uzun geleceği garanti altına alma ekseninde olmak durumunda. Türkiye, dört parçadaki Kürtler için uzun vadeli bir barışın teminatını vermediği sürece, “çözüm” söz konusu olmayacak.
Kobanê “tatbikatı”
Güney Kürdistan’da nispeten dizginlenen IŞİD’in var gücüyle yeniden Rojava’ya, Kobanê’ye yönelmesi karşısında şimdiden karamsarlığa kapılmak, gelecekteki uzun yolu daha da zorlu hale getirir. Zira, Kürtler açısından yeni ve belli ki epey uzun bir savaş dönemi, daha yeni başlıyor. Örneğin, Türkiye’nin IŞİD karşıtı uluslararası koalisyona girmeyerek açıkça desteklediği Kobanê’ye yönelik saldırının aslında sadece lokal bir “tatbikat”tan ibaret olduğunu, çok daha kapsamlı saldırıların tertiplenebileceğini akılda tutmak gerekiyor. Kobanê “tatbikatı” önümüzdeki yıllarda demokratik konfederal sistem inşasını daha da derinleştirmeyi hedefleyen PKK merkezli Kürt hareketlerinin IŞİD eliyle sınanması olarak okunabilir.
Tarih, harici veya sömürgeci güçlerin, yerli halkı “ikna” edemediği veya başkaldıramayacak noktaya getiremediği bölgelerde kalıcı olamayışlarının kayıtlarıyla dolu. Rojava bunun en yakın tarihli örneği. Kürtleri temel hedeflerinden arındırıp ÖSO’nun koltuk değneği yaptırmak için epey “diplomasi” yürütmüş olan taze başbakan Ahmet Davutoğlu’nun temel gayesi, Kürtleri yeni bir milliyetçi-İslamcı Arap diktatörlüğüne ikna etmekti.
Davutoğlu Barzani üzerinden Rojava’yı devrimci ideolojiden uzaklaştırmaya çabaladı. Ama Rojava halkı devrim yolundan dönmeye ikna edilemedi. Elbette “ikna” yöntemi sonuç almadı diye bölgesel güçlerin “B” ve “C” planlarından vazgeçmeleri söz konusu değildi.
Rojava’ya karşı “C Planı”
Sömürgeci zihniyetin “B planı” çoğunlukla ağır ambargoyla halkı yıldırma yöntemidir ki, üç yıldır Rojava’ya yapılan buydu. Rojava halkları Türkiye ve Güney Kürdistan’ın ambargosuna rağmen yeni Rojava/Suriye tahayyülüne sırt çevirmedi. Rojavalılar ne Türkiye’nin ne de Güney Kürdistan’ın “sıcak çorbasına” tenezzül etti.
Böyle olunca, IŞİD “C planı” olarak devreye girdi. IŞİD’in, Kürtleri, kurmaya çalıştıkları demokratik-özerk sistemden vazgeçirmeye çalışması, başta Türkiye olmak üzere bölgesel güçlerin de stratejisiyle örtüşüyor. Esas maksat dine değil, kapitalizme ikna olmuş bir sistemi alternatifsiz göstermek.
AKP de bu stratejinin öyle veya böyle destekleyicisi konumunda. Güney ve Batı Kürdistan’da IŞİD’in saldırdığı sivil halkın Kuzey Kürdistan’a geçişini zora sokarak bu desteğinin erişebileceği boyutları ortaya koyuyor. Eşitlikçi, seküler bir sistem tahayyülünün Rojava üzerinden tüm Ortadoğu’ya yayılması ihtimalini bertaraf etmek için kullanılabilecek en işlevsel silah IŞİD türü vahşet örgütleri. Bu açıdan IŞİD’le savaşmamak, Kürtlerle savaşmaktır.
Ya ittifak ya tekerrür!
Kürt sorununun temelini, Kürdistan’ın dört parça olarak bölüşülüp sömürülmesi oluşturuyor. Bu bölüşüm ve sömürü düzenine karşı dört parçada da Kürtler yüz yıldır çeşitli isyanlarla tepki gösterdiler. İsyanların çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun iki sebebi vardı; sömürgecilerin gaddarlığı ve Kürtlerin buna karşı güçlü bir ittifak oluşturamayışı. Şeyh Said’den, Ağrı İsyanı’ndan beri bu iki faktör öyle veya böyle dört parça Kürdistan’da halkın aleyhine işliyor.
Şu anda Kürtlerin iki farklı ideolojik hatta ilerleyen üç ayrı gücü var: PKK ve mobilize ettiği geniş halk kesimleri, Rojava’daki demokratik özerk yapının askerî ve siyasî yapıları ve devletleşme yolundaki Güney Kürdistan. Ancak, bu üç gücün de sınırları, ittifak kurabildikleri ölçüde genişleyecek. Aksi halde, bugün Kobanê, yarın Erbil, öbür gün Hakkâri, Diyarbakır, Mahabad, Urumiye; dört parçada Kürtler yeni vahşet örgütlerinin hedefi haline getirilecek. Böylece geçen yüzyıldaki dramatik deneyim tekerrür edecek.
2003’te Saddam’ın devrilmesiyle birlikte Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin anti-Kürt masasının bir ayağı kırılmıştı. AKP’nin mezhepçi ve yayılmacı siyaseti dolayısıyla İran ve Suriye’yle ilişkilerinin bozulması da Kürt karşıtı ittifakı berhava etmişti. Ancak şimdi, bu ittifakın yarattığı boşluğu, IŞİD türü vahşet örgütleri doldurmaya çalışıyor.
Geçen yüzyılda dört devletin anti-Kürt ittifakı, Kürtleri yüz yıllık bir zulme ve isyan döngüsüne hapsederken, vahşet örgütlerinin yaratacağı tesir çok daha buhranlı olacak, oluyor. Eskiden Kürtler varla yok arası bir noktada tutulmaya çalışılırken, şimdi kültürleriyle, siyasî anlayış ve hedefleriyle, dünya tahayyülleriyle birlikte tekrar yerin altına gömülmek isteniyor. Bu açıdan Kürtlerin IŞİD’le savaşı, kesin olarak varlık-yokluk savaşıdır. 49 rehinenin serbest kalmasıyla birlikte Türkiye de bu savaşın hangi tarafında olduğunu net olarak ortaya koymak zorunda. AKP, rehineler üzerinden elinin-kolunun bağlı olduğuna dair söylemi berhava olduğuna göre, ya IŞİD’i veya uzun vadeli bir çözümü tercih edecek. Tekrar edelim; IŞİD’e sessiz kalmak, IŞİD’le savaşmamak, Kürtlerle savaşmaktır. (İrfan Aktan - Zete)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.