Said-i Kurdi’nin, Seyyid Abdulkadir ve İsmail Hakkı Babanzadenin ifadelerinde olduğu gibi, gündeme gelen yazışmalar ve raporlarda, Kürtlerin kendilerinin de baskı gördükleri dönemde, Osmanlı’ya karşı Ermeni halkı korudukları, devlet politikasının bir aracı haline getirilmek istendiğinde de karşı koydukları görülmektedir. Hasan Yıldızın dikkat çektiği noktayı onun kitabına havale ederek, Bağlaşık güçlerin Kürt karşıtı politikaları, bazen açık bazen kapalı devam ederken, barış görüşmelerinde Kürt temsilcisi olan Şerif Paşa’nın Ermenilerle aynı masaya oturması bir kısım Kürtleri güvensizliğe iter.
Her ne kadar konferans boyunca bu iki ulusun temsilcileri emperyalist oyunlar sonucu birlik olmaktan çok karşı karşıya gelmişlerse de, o günün psikolojik ortamında sürdürülen propagandalar altında, olgular tam tersi bir görünüm almıştır. Sultan Abdulhamid'in ustaca politikaları sonucu kurulan Hamidiye Alaylarının iç güvenlik unsuru olarak başta Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlarla karşı karşıya getirilmesi sonucu Kürtler toplumunda devletin korunması kaygısından çok, Hıristiyan-Müslüman çelişkisi kendisini güçlü bir şekilde göstermiştir.
Kürt aydınları, Hamidiye alaylarının bir kısım Ermenilere karşı olan olumsuz davranışları, Osmanlı tarafından Aşiretlere müdahale edilmemesi suçluların yargılanmaması gibi politik tavrının sebebi, Avrupa ve diğer güçlerin, sorunu Kürtler üzerine yığmayı planladıklarını da fark ettiler. Bu noktada Saîdê Kurdî’nin, Hamidiye Alaylarının yasallaştırılması talebi, Kürtler üzerinde uygulanmak istenen bu keşmekeşlik politikalarını boşa çıkarmayı amaçlamaktadır.
İsmail Hakkı Babanzade’nin vurguladığı ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir noktada Osmanlının alayların işledikleri suçlara karşı hiçbir yasal işlem yapmamasıdır, “Çünkü eski hükümet çeşitli zulüm ve baskılar yapar, ülkeyi yıkıntıya ve bayındır yerleri yabana çevirirdi, yağmacılığı teşvik eder ve öldürülmeyi kışkırtırdı. Sonra da işin içinden sözde temiz ve erdemli bir biçimde sıyrılarak isteyerek, bütün cinayetleri “Kürdlerin vahşetine, Kürdlerin bağnazlığına, Kürdlerin kana susamışlığına, Kürdlerin kötü huylarına” yüklerdi. Dünya basını ise, hükümet ile milleti eşkıya çetesi “meşrutiyet öncesi hükümetin emrindeki yönetici kadro ” ile soyulup soğana çevrilen zavallı mazlumları karıştırarak, Osmanlı Hükümetinden söz ederken, Türkler, Kürdistan ilinden söz ederken Kürdler diyerek, feryat ve şikâyetleri ayyuka çıkardı ve milletin suçsuz günahsız fertlerini iftiralar tufanı altında boğardı. Hükümet ise susardı, susmak işine gelirdi. Susan çobanı kurt olan bir sürünün işinin sonu, zaten başka ne olabilir! Kürdler üzerine atılan ağır iftiralardan biri, Ermenilere sözde eskiden beri düşmanlıklarının bulunması ve sözde öteden beri Ermenilerin can düşmanı olmalarıdır.”
Sadece bir kısım aşiretler bölgelerindeki Hıristiyan halk üzerinde yaptırım uygulamasına izin verilmiş bu tür uygulamalara ses çıkartılmamıştır. Böylece Hıristiyan halkın tepkileri devlete değil birinci planda Kürt beyliklerine karşı çekilmiş oluyordu. Bu olumsuzluk Abdülhamit döneminde açık biçimde görülmektedir. Kürt beyliklerinin bu zayıf görüntüleriyle bile devam etmesine olanak verilmemiştir.
Yukarıda verdiğimiz belge ve sonrası da, Kürt Ermeni ilişkisinin de farklı bir boyutta gelişeceğinin de belirtisi olması açısından önemlidir. Nitekim birçok belge Kürt Ermeni ilişkisi olumlu yönden ilerlediğini göstermektedir.
“Dâhiliye Nezareti, Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti,Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerine, Mahrem Şifre. “Ermenilerin bazı mahallerde müstai’d-i iğfal olan Kürtlerle birleşerek Hükümete karşı hareket etmek ihtimali mevcut ve mahsus bulunduğundan vilayet dahilinde bu suretle bir faaliyet ve hareket ihtimali olup olmadığının acilen bildirilmesi. (9 Mart 1915)
Bab-ı Ali-Dahiliye Nezareti-Emniyeti Umumiye Müdüriyeti- Van valisi Cevdet Bey’e
“Ermenilerin esasen müsatid-i iğfal bulunan Kürtlerle tevhid-i harekat ve fa’aliyet etmeleri muhtemel ve Bedirhanî Kamil ve tasdiri maciyanın? Müşterek beyannameleri de bu ihtimali mü’eyyid bulunduğundan fevkal-ade müteyakkız bulunulması ( Silik) Hüseyin Paşa ile bu kabilden bazı rü’esanın yakinen takib-i ahval ve harekâtıyla daiyi iştibah bir keşişleri memur edildiği takdirde derhal tevkif ve teb’idleri ve bu husustaki mütala’anızın bil-etraf iş’arı. Nazır. (14 Mart 1915)
Belgede Osmanlı hükümeti, adı gecen Kamil Bedirhan ile Hüseyin paşayı takip ve gerekirse yakalanması için emir verilmektedir. Kamil Bedirhan Ermenilerle olan olumlu diyaloğu özellikle kaleme aldığı yazılarda Kürt Ermeni ilişkileri bir düzelme görülür. Ermeniler ile Kürtler arasındaki ilişkilerde önemli bir rol oynamış olan Kamil bey, Fransa'nın Kafkasya Askeri Ataşesi Albay Chardigny'nin aracılığıyla 28 Ocak 1918'de Tiflis'te, Ermeni Milli Komitesi Başkanı Aharonyan ile görüşürler, Kürtler ile Ermenilerin ortak hareket etmeleri konusunda karar alınır.
Belgede ismi geçen “Hüseyin paşa” ise, Kürt Teavün ve Terakki gazetesinin 9. Sayısında kale aldığı, “Kürtler ve Ermeniler” adlı makalesinin kısaltılmış hali şu şekildedir.
“ Kürdlerle Ermenilerin özgürlük sayesinde barış ve uzlaşmayla birlik olarak refah ve mutluluğa kavuşmuş olduklarını görmek, bu ülkede ve devleti cidden sevenlerce en çok arzu olunacak bir durumdur. Tersine olan durum yani aralarında uyuşmazlık ve nifak varlığını ve birbirinin zararında yarar aramaya çalıştıklarını görmenin de, aynı şekilde devlet ve millet dostlarınca pek fazla üzüntü ve kedere neden olacak bir madde olduğuna kuşku yoktur. Çünkü bu iki halkın madi ve ekonomik yararı birbirine o kadar bağlıdır ki, birinin zararı herhalde öbürünü zararlı kılar, yarar sağlaması da öbürünü öylece yararlanmış kılar.
Ahlaki ve bedeni niteliklerce iki halk birbirinin aynı olduğu gibi, yaşam ve görgü biçiminde de birbirinden farkları yoktur. Hatta Kürdlerin dünyaca bilinip kabul edilen konukseverlik ve namusluluk gibi yiğitlik duyguları, Ermenilerde de vardır. Gelip geçenlerin ve yolcuların Kürt ağa ve beylerinin evlerinde gördükleri ikram, tümüyle Ermeni büyüklerinin evlerinde de görülmekte olduğu gibi, oralardan büyük olarak İstanbul’a gelmiş olan Ermeni zengin ve önde gelenlerinin, hala buralarda bile o gibi ahlak güzelliklerini korumakta oldukları gözümüzün önündedir.
Özetçesi, gerek Kürdlerin ve gerek Ermenilerin iyi ahlak ve güzel gidişlerinin birbirinin benzeri olduğu, İslam şeriatına hakkıyla bağlı olan Kürdlerin parlak şeriata aykırı durumlardan eskiden beri tümüyle sakınmış ve İslam şeriatı gereğince Ermenilerin haklarına her bakımdan saygı göstermiş oldukları, Ermenilerin de bağnazlığı çekici, huzur ve rahatlığı ortadan kaldırıcı bazı münafıkların aldatmacalarına kapılmadıkları ve aralarında hiçbir engel ve güçlük bulunmayarak tam bir refah ve uyuşmayla yaşadıkları, soruşturma ve tartışma konusu değildir. İsa’nın Miladının 2600 yıl öncesinden beri, yani tarihin bakışının erebildiği dönemden bu ana kadar Kürdistan’da tam bir birlik ve sevgiyle yaşamış olan Kürdlerle Ermeniler arasında iddia edilen nifak ve husumet var olmuş olsaydı, birinin diğerini bu kadar uzun bir zaman içinde herhalde imha etmesi gerekirdi.
Bugün coğrafyalarda görülen toprak parçalarının ve ülkelerin tarihine başvurulsun. Bunların ne kadar halklar tarafından ard arda miras aldığı ve her yeni geleni var olanı en kısa zamanda nasıl imha edip ortadan kaldırıldığı görülür. Bu genel durumdan ayrı ve müstesna bir toprak parçası varsa, o da Kürdistan’dır. Çünkü Ermeniler o toprak parçasının eski sakinleri oldukları gibi, bugün tarihçe kanıtlı olarak bilinmektedir ki Medyalıların halefleri olan Kürdler de o toprak parçasının asli olan eski sakinlerindendirler. Bu iki eski halkın istilaları zamanında Kürdler Ermenilere, Ermeniler de Kürdlere eski tarihte benzeri olmayan biçimde sahip çıkıp korumuşlar ve birbirinin soy ve özgürlüğünü tanıyıp varlıklarını karşılıklı olarak güvenceye almışlardır.
Ermeniler Hıristiyanlığı kabul ettiklerinde, Kürdlerde İslam’ın doğuşuyla şereflendiklerinde, aralarında meydana gelen din ayrılığı, eski uyuşmalarını zerre kadar bozmadı. Her iki halkın yetiştirdiği erdemli ve yüce adamların yol gösterici telkinleri, eski sevgilerinin sürdürülmesini ve ulusal mutluluklarının devamını sağlayarak, hiçbir toprak parçasına ve yöreye nasip olmayan bir dostluk ve uyuşmayla zamanlar ve yüzyıllar geçirdiklerine tarih tanıktır. Ayrıca 300 haneli bir Kürd köyünde 10 hane Ermeni’nin ve yine 300 haneli bir Ermeni köyünde 10 hane Kürdün eskiden beri sakin olması ve dağ doruklarında ve yüksek yerlerinde birçok kilise ve manastırın bulunması, bu sevgilerine belirgin bir kanıttır.
Zamanımıza kadar Kürd ağa ve beylerinin İstanbul’daki yardımcıları ve buralara gelen ve düşün garibanın işleri, burada bulunan ve hala tek tük evlat ve torunları var olan tanınmış eski Ermeni büyüklerinin aracılığıyla görüle geldiği gibi, burada bulunan Ermenilerin oralardaki akraba ve yakınlarının işleri de onların tavsiyesiyle Kürdler tarafından omuzlanıp korunurdu. Bunu görmüş ve denemiş birçok Ermeni, hala burada yaşamaktadır.
Gerçek durum bu merkezde olduğu ve Ermenilerle Kürdler arasında soy ve milliyetçe asla kin ve düşmanlık olmadığı halde, nasılsa bir süredir ülkenin her tarafına yayılan kötü yönetim gibi bir takım yeni nedenlerin etkisiyle, bu iyi geçinmede bir çeşit bozukluk meydana gelmişti. Bunun bir nedeni de oralarda uygarlığın gereğine uygun okulların açılmaması ve bu iki halkın çocuklarına aynı eğitim kaynağından feyiz ve tevriye verilmemiş olmasıdır…..”
Klasik Osmanlı politikası olan sınırlarının korunması prensibinden hareket edilerek kurulan bu askeri birlikler ellerine geçirdikleri inisyatif ile Kürt toplumu içindeki çelişkileri de alevlendirmişlerdir. Bu alayların bulunduğu Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Urfa vilayetlerinde açıkça ‘iç savaş’ yaşanmıştır. Hem yasal olmadıkları için sorunlu oldukları gibi diğer Sünni Kürt aşiretlerine karşı, hem de öteden beri aralarında derin çelişkilerin bulunduğu Alevi Kürt aşiretlerine karşı tavırlı davranan bu alaylar, Kürt ulusal birliğinin oluşamamasında rol oynamışlardır. Örneğin 4 alaya sahip Cibran aşiretiyle Alevi Hormek ve Lolan aşiretleri arasındaki savaş yıllarca sürmüştür.
Hamidiye alayları, arkalarına aldıkları siyasal destekle en sakin yerleşim alanlarını bile savaş alanına çevirmişlerdir. Ruslar, Ermeniler veya diğer Hıristiyan halkla savaşın olmadığı dönemlerde, Abdulhamid mantığıyla aşiretler birbirine düşürülür ya da bu tür çelişkilerin ön plana çıkmasına göz yumulmuştur. Bu ve benzeri politikalar Osmanlının, önceleri göze çarpmayan, ilk etepta tepki çekmeyen Kürtler’in gittikçe Osmanlıya daha çok bağımlı hale getirilmelerinde ve “özgür ve iç otonomilerin”i kaybetmelerinde aranmalıdır. Bu çalkantılı yıllar aynı zamanda Osmanlıların aşiretler üzerinde oynadığı yıllar olmuştur. Bir aşiretin üzerine diğerinin gönderilmesi, istenmeyen veya güçlenme eğilimi gösteren bir beyliğin yerine rakip bir aşiret reisinin desteklenmesi sık sık rastlanan olaylar haline gelmiştir. Kürdistan'da toplumsal yapının paramparça edildiği ve bu parçalanmışlık üzerinde yüzlerce otoritenin oluşturulduğu gerçeği bize bu noktada Osmanlının ne derece bu politikada başarılı olduğunu göstermektedir.
Osmanlı son dönemini yaşarken Hamidiye alaylarını oluşturan aşiretlerin önemli bir bölümü, kendilerinden hiç beklenmeyecek bir tavırla Kürt milli istemleriyle hareket etmeye başlarlar. Hamidiye Alayları komutanlığını üstlenen Cibranlı Albay Halit bu tür şahsiyetler arasında en ön sıralarda yer almaktadır. Cibran aşireti ve daha güneyde Milli aşireti gelişen İttihatçı ve Kemalist harekete karşı tepkisini milli duygularla ortaya koyarlarken, alayların baskısına uğrayan halk bu kez de karşı akıma, yani Kemalistlere taraf olmuştur.
Sadece Alevi Kürt aşiretleri değil, baskılardan nasibini almış Sünni Kürt aşiretleri de ulusal istemlere kulaklarını tıkarlar, Kemalist harekete destek olurlar. Kendilerine özgü coğrafik nedenle bu baskılardan kurtulan Dersim ve Koçgiri Alevi aşiretleri hem Kemalist hareketten, hem de Sünni kökenli Kürt ulusal istemlerinden uzak dururlar. Varto’da bulunan Hormek ve Lolan aşiretleri, üzerlerindeki alay baskısı kalktığında, ulusal sorunu hissedemeyecek kadar hantallaşmış ve yorulmuş durumdaydılar. Bunun gibi bir dizi aşiret ve köylü, baskı ortamının yarattığı ağır travmaların ardından gelen yeni dönemi kurtuluş olarak görmekteydi. Hamidiye Alayları Komutanı Cibranlı Halit Bey, Hamidiyecilikten ulusallığa doğru yöneldiğinde önce kendi bölgesinde tepkilerle karşılaşmıştır. Yıllarca Hamidiye olarak Alevi Kürtlere karşı devlet desteğiyle baskılar uygulamasının izlerini silmek mümkün olmamıştır. Cibranlı Halit bu tür bir yakınlaşma için samimi olsa da, aynı ulus içindeki bu kopuşu engelleyememiştir. Yıllarca uygulanan Osmanlı politikaları sonucu toplumsal yapıda yer eden travmalar, kopuşun ve güvensizliğin nedenlerini açıklamaktadır. Böylece Abdulhamid izlediği politikada bir kez daha haklı çıkıyordu. Ancak bu kez O'nun politik kurnazlıklarının sonucu ortaya çıkan kazançları kullanan - bir anlamda O'na karşı da savaş veren - Kemalistler oluyordu. Aynı bölgede aynı havayı koklayan, aynı toprağı paylaşan insanlar 'koruyucu' devletin yarattığı bölücülükten kurtulamamışlardır.
Alevi Kürtler, Hamidiye Alaylarının ulusalcılığına güvenmemekteydiler. İşte Kürt milli hareketinde modern önderliğin varlığı kendisini en çok bu şartlarda hissettirmiştir. Böylece Kürt aşiretleri egemenlik kurup siyasallaşmış bir merkezi yapı ortaya çıkaramamıştır. Bu amaçla yaptığı bütün girişimler karşısında "koruyuculuk" maskesi altında Osmanlı zorunu görmüştür. Köylü veya aşiret üyesi bu beylerin zoruyla karşılaştığında kendisine nispi haklar sağlayan bu “koruyuculuğa” sarılarak karşı durmaya çalışmıştır. Koruyuculuk sistemi altında yaratılan Hamidiye alaylarının büyük kısmı zaten toplumun önder durumda olan kesimlerinden oluşmaktaydı. Dolaysıyla bu katmanların Kürt milliyetçiliğini sorununu kendileri için bir prensip haline getirmeleri mümkün olamamıştır.
Bu konuya dair daha fazla bilgi ve kaynakları “Dördüncü bakış; Kürt milliyetçiliğine Saîdê Kurdî örnekliği” adlı çalışmamızda detaylı bulma imkanına sahip olacaksınız.
Hüseyin Siyabend Aytemur
Email: @huseynsiyabend
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.