Beyaz tülbentli kadınlar, şehrin arka sokaklarından birer küçük dere gibi akıp, otobüslere binip, otobüslerden dökülüp Taksim'de, yolların kesiştiği yerde oturdular. İstanbul'un atar ve toplardamarları olan iki yolun tam ortasındaydılar. Biz onlara bakmadığımız için onlar baktığımız yere geldiler. Beyaz tülbentli kadınlar, şehrin kalbine çöktüler.
YOLLARDAN YILLARDAN SONRA
Bu kadınlar çok uzaklardan geldiler. Şeyh Said'i doğurdukları zamandan başladılar yürümeye. Doğurdukları çocukları dağlara, ölüme göndererek devam ettiler yola. Oğulları ve kızları, sevdikleri ve kocaları hep öldürüldü bu kadınların. Sonra yürüdüler, yürüdüler bir savaşın içine girdiler. Boz dağların, çıplak tepelerin bahtsız topraklarına, onların çocuklarını öldürmek için Batı'dan gelen çocukların ölümlerini izlediler. Babalarının bir gece evden alınıp götürülmesini, getirilmemesini izlediler.
Diyarbakır Cezaevi'nde oğullarını görmek için köpek Co'nun karşısında hazır olda durmayı yuttular, Kürtçe yasak olduğu için çocuklarına diyecekleri sözleri yuttular. Yıllarca yutkundular bu kadınlar. Sonra bir ateş yaktı köylerini, apar topar İstanbul'a geldiler, gönderildiler. Adlarını ne zaman söyleseler hep ikinci kez tekrar etmek zorunda kalacakları bir şehre düştüler. Oysa Tarlabaşı'nda oturuyorlardı mesela; Taksim'in yanıbaşında. Oğullarını tekstil atölyelerine gönderdiler, kızlarını mendil satmaya.
Yıllar böyle geçti ve bugün gelip çattı. Beyaz tülbentli kadınlar, şehrin ara sokaklarından birer küçük dere gibi akıp Taksim Meydanı'nda biriktiler. Yıllar sonra, İstanbul'un göbeğinde Kürtçe slogan atabilmelerine kendileri de şaşarak bağırdılar:
"Biji aşiti!"
"Yaşasın barış!"
Devamı
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.