Futbolcu piyasasında “Satışa çıkarılacak futbolcular…” yahut filanca futbolcu “satıldı” ifadesi son derece olağandır.
Ne ki, hiçbir köşe yazarı için “satıldı” yahut “satılık” denilmez.
Futbolcular için hem “transfer” hem de “satılık” kelimesi aynı anda tedavüldedir ama, köşe yazarları için sadece “transfer” ifadesi geçerli olabilir.
Şu futbolcu, şu kadar fiyata satıldı denilebilir; lakin “Bekir Coşkun şu kadara Habertürk'e satıldı…” denilemez.
“Bonservisi” sürgit elinde olduğundan dolayı köşe yazarını kimse satamaz. Gazetesi bir gün satılsa da, kendisi asla!
“Satılık kalem” bile yakışıksız bir ifade, kaldı ki bizzat köşe yazarı…
Bütün bunları, 28 Şubat döneminin kudretli medya patronlarından Dinç Bilgin'in bir ifadesi getirdi aklıma.
Hayır hayır, “köşe yazarları” ile “satılık” kelimesini hiç bir şekilde yan yana getirdiği yok; durduk yere günahını almayalım.
Günahını alsak canına minnet zaten; 28 Şubat sürecinde yaptığı “garnizon gazeteciliği” adına her fırsatta günah çıkarıyor!
Star gazetesinden Fadime Özkan'ın yaptığı söyleşide Star TV, Vatan ve Milliyet'in satılığa çıkarılması hakkındaki bir soruya şöyle cevap veriyor:
“Şimdi adam (Akın İpek) masa sandalye almıyor, marka alacak. Markalar da para kaybediyor. Değerleri nasıl hesaplanacak? Kar eden bir şeyi alırken karı çarparsınız bir çarpanla, değeri ortaya çıkar. Zarar eden bir şeyi eksiyle çarpınca, ne çıkacak? Demek ki her halükarda Aydın bey kar edecek. Zarar eden malı satınca ne geçecek eline?…”
Gazetelerin “marka” değerinin olduğunu söylemekle kalmıyor tabii.
Bu “markanın” oluşmasında (Mezkur söyleşinin başka bir yerinde Milliyet gazetesi örneğini vererek) köşe yazarlarının katkısını da dile getiriyor.
Bu da, 28 Şubat sürecindeki dava arkadaşı Zafer Mutlu'nun, “Ne gazeteciliği kardeşim! Biz burada dükkan açtık, para kazanıyoruz!..” ifadesini fena halde çağrıştırıyor!
Nihayetinde bir “maldan” söz ediyor; “malın” değerinin nasıl hesap edileceğinden, “zarar eden malı” satınca elde edilen kârdan…
İmdi, bu “mallardan” Vatan gazetesini ele alalım ve bu “mala” değer katan köşe yazarlarına bakalım.
Haydi Reha Muhtar'ı tenzih edelim, Ruhat Mengi'yi de mazur sayalım.
Peki şu adamları ne yapalım?
İsmet Özel'i AK Parti hayranı zannedecek kadar izlediğini anlamaktan aciz Mustafa Mutlu'yu…
“İdris Küçükömer'in kofti keskisi, Fethullah Gülen'in paracı vaazı, Cemil Meriç'in puslu pusulası, Orhan Pamuk'un klip figüranlığı vız gelir tırıs gider. / Laiklikten kıymık koparamazlar…” şeklindeki yüzyılın en meczup ifadesinin altına imza atan Necati Doğru'yu…
“Kozmik oda” gibi son dönemlerde yapılan operasyonları “Asıl amaç Türkiye'yi bir din devletine dönüştürmektir…” diye değerlendiren Can Ataklı'yı…
Din devleti kurulunca da, halîfe-i rûy-i zemin hazretleri Murat Belge, şeyhülislam Ahmet Altan olacak herhalde.
Hey Allah'ım ya, nasıl bir kafa bu; alsan alınmaz, satsan satılmaz!
Türkiye'ye “şeriat” gelmeyeceğini hasta yatağından gören İlhan Selçuk'tan bile geri kalan bu adamlar Vatan gazetesinin “marka” değerine ne katıyorlar acaba?
Dinç Bilgin'in “Zarar eden bir şeyi eksiyle çarpınca, ne çıkacak?” sözünden mülhem, gazetelerini eksiyle çarpmaya yarıyorlar, diyeceğim.
Ama…
Zihinleri öylesine çarpılmış ki; “çarpma” işlemi bile kafayı yer!
Salih Tuna / Yeni Şafak
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.