Hükümet iki yılı aşkındır Suriye meselesiyle meşgul. Bu süre zarfında Suriye politikasıyla ilgili çıkış noktasındaki iddia ve politikaların birçoğu gerçekleşmedi. Üstüne üstlük devreye, başlangıçta hiç hesaba katılmayan Suriyeli Kürtler ve Rojava (Batı Kürdistan) meselesi girince, Ankara iyiden iyiye zorlanmaya başladı. Önceleri, Türkiye ve Irak Kürdistanı’ndaki ‘eski Kürt söylem ve politikası’, Suriye Kürdistanı için de denendi. Başta Suriye Kürtleri dikkate alınmadı, çünkü Suriye politikasını oluşturanlar bu politikayı sadece Müslüman Kardeşler ve Sünni eksen üzerine kurmuşlardı. Yakın zamanda PYD’nin kendini göstermesiyle birlikte Suriyeli Kürtler ‘uyarıldı’, ‘kırmızı çizgiler’ çizildi, ‘de facto duruma izin verilmeyeceği’ açıklandı. Ancak bu kez hem Türkiye içinde hem bölgede hem de Suriye’deki konjonktür ve dinamikler eskiye göre farklıydı. Süreç de hızlı işliyordu. Türkiye’de başlatılan barış sürecinin etkisi ile sınırın öte yanındaki Kürtlere yönelik bakış tamamen olmasa da görece değişti. İyi de oldu.
Batı Kürdistan bir gerçeklik
En başta Türkiye’deki barış sürecinin bu değişimdeki rolünü teslim etmek gerek. Barış süreci, Türkiye tarihinin en önemli projelerinden biri olmasının yanı sıra tarihin bu aşamasında Türkiye’yi Suriye Kürtleriyle bir araya getirmenin başlangıcına vesile oldu. Hükümet ve Öcalan, barış süreci için yola çıkarken, belki de bu noktaya bu kadar çabuk gelinebileceğini tahmin etmiyordu.
Rojava, Türkiye açısından bir gerçeklik artık. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürtlerin akrabalarının, soydaşlarının yaşadığı bu coğrafya, tıpkı Irak Kürdistanı gibi. Suriye’nin şu an içinde bulunduğu durum nedeniyle belki Irak’taki gibi anayasal bir çerçeve henüz yok. Ancak, Irak Kürtleriyle süreçleri farklı olmasına rağmen sonucun benzer olması kuvvetle muhtemel. Rojava Kürtleri bundan sonrasında geri adım atacak gibi değil. Bunun anlamı şu: PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye ziyaretindeki görüşmelerde de ele alındığı üzere Rojava Kürtleri, PYD ve 11 Kürt grubunun, ülkenin kuzeyindeki bölgelerde ‘geçici yönetim’ kurmaları karşılıklı olarak kabul edildi. Şu anki çerçeve savaş sırasında idari ve günlük işleri yürütmek, insani ve güvenlik faaliyetlerini denetlemek. PYD’nin oluşturduğu Halk Meclisleri Kürtlerin yanı sıra Arap, Hıristiyan, Süryani temsilcilerin de bulunduğu bir yapı. Bu yapı Rojava’da ileriye yönelik olarak idari düzenin altyapısını oluşturacak gibi. Esad rejiminin eski Suriyesi artık olmayacak. Savaş sonunda ortaya çıkacak yapıda Kürtler Suriye içinde ama özerk bir yapıdan geri adım atmayacaklar. Yani anayasal olarak Irak’taki gibi Araplar ve Kürtlerden oluşan bir ülke, cumhuriyet vb. bir yapı olma ihtimali yüksek. En azından bölgedeki yeni yapılanma, muhtemel gelişmeler bunu gösteriyor.
Türkiye’nin açmazı
Tabii ki bu kolay bir süreç değil. Gidişat hem Türkiye’deki barış sürecine hem de Suriye’de bir türlü yapılanamayan muhalefet ve Suriye rejiminin ‘direnci’ne bağlı. Burada en önemli konu, Suriye muhalefeti. Türkiye’nin açmazı da burada. Bir anlamda iki kesim arasında sıkıştığı söylenebilir. Önceleri Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içinde barınan, sonraları ÖSO’dan koparak kendi dini anlayışlarını hayata geçirmeye çalışan El Nursa gibi Türkiye’nin de son döneme kadar göz yumduğu El Kaideci unsurlar, hâlâ varlığını sürdürüyor. Bu unsurların artık Suriye’deki rejimi zorlamak yerine, rejimin denetimi dışındaki topraklarda kendi hükümranlığını oluşturmak, Suriye’nin özgürlüğünden çok şeriat üzerine kurulu toprak parçacıklarının peşinde koştuğu biliniyor. Türkiye’nin El Nusra’dan ne kadar rahatsız olduğu tartışılır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu her ne kadar “bu grupların Suriye’deki devrime en büyük zararı verdiğini ve haklı davaya ihanet ettiklerini” söylemiş olsa da, Türkiye’nin yakın zamana kadar bu gruba ne kadar ses çıkardığı da tartışılır. Çünkü Türkiye, genel anlamda PYD-El Nursa çatışmasına uzaktan bakarak ‘birbirlerini kırmalarını” beklemiş, ama geçen süre zarfında Ceylanpınar’a El Nursa yaralılarının taşınmasına göz yummuştu. PYD Serekaniye’yi El Nusra’dan alıp Ceylanpınar’ın karşısına bayrak asınca, sanki Türkiye durumun farkına yeni varmış gibi yaptı. Şimdi sıra PYD ve 11 Kürt partisinin oluşturduğu Suriye Ulusal Kürt Konseyi’nin Suriye muhalefetine katılmasında.
El Nusra seçenek olamaz
Ancak başından bu yana Suriye muhalefetinin Suriyeli Kürtleri kapsayan ve onlara haklarını tanıyan ya da tanıyacak olan bir deklarasyona imza atmış olmaması, ilerisi için de bir işaret veriyor. Kürtler bu anlamda Araplara güvenmiyor, bu noktada Esad rejiminin olup olmaması durumu değiştirmiyor.
Rojava konusunun hükümetle Abdullah Öcalan arasındaki görüşmelerde ele alındığı, hatta PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye ziyaretinin Öcalan’ın talebi üzerine gerçekleştiği de biliniyor. Bu açıdan Türkiye’deki barış süreciyle Rojava’daki durum hem doğrudan hem de Suriye’deki gidişata göre dolaylı olarak bağlantılı. Yani Türkiye’nin bir yandan barış sürecini sağlıklı bir biçimde yürütmesi, diğer yandan Suriye konusunda çok ciddi biçimde yeniden durum değerlendirmesi yapması, El Nusra’ya verdiği desteği yeniden gözden geçirmesi ve Suriyeli Kürtlerin Suriye muhalefetine dahil olabilmesi için çaba harcaması gerekiyor. Suriye’deki rejimin iki ay içinde yıkılacağını düşünerek yola çıkanlar, bölgeye yönelik bilgi, tecrübe eksikliklerini ve emperyal bakış açılarını yeniden gözden geçirmek, ayrıca Rojava Kürtleri ve PYD ile yeni bir çerçeve çizmek zorunda.
Suriye’nin tamamen yıkıldığı bir ortamda belki de Suriye Kürtleri, Türkiye’nin kendine gelmesini sağladı. Türkiye’nin geleceği Kürtlerle barış, komşuluk ve kardeşlik temelinde kurulur, El Nursa gibi örgütlerle değil. Son olarak bölgedeki gidişat gösterdi ki, Müslüman Kardeşler eksenli Sünni bir federasyon hayali yerine Kürtlerle kurulacak bir birliktelik daha gerçekçi.
Mete Çubukçu - Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.