Prof. Abbas Vali 1949 İran, Mahabad doğumlu. İngiltere’de okudu, akademisyenliğe geçti.
2005’te Erbil Ünivesitesi’ni kurdu. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi.
Gazeteci Mete Çubukçu, Boğaziçi Üniversetisi Uluslarararsı İlişkiler bölümü öğretim üyesi Prof. Vali ile konuştu.
Geçtiğimiz yüzyılda, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Sykes- Picot anlaşması sonrası bölge büyük güçler tarafından yeniden şekillendirildi. Ama o döneme baktığımızda, Kürtlerin o plan ya da haritaya dahil edilmediğini görüyoruz…
Bence bunun birden fazla sebebi var. Birincisi, elbette, Kürtlere hiçbir zaman otonom temsil şansı verilmemiş olması. Daima ikincil bir gücün onları temsil etmesine mecbur bırakılmışlardı.
Ayrıca Kürt sorunu ve Kürtlerin taleplerini her zaman Ermenilerle birlikte ele alma eğilimi bulunuyordu. Bu da Kürt konusu veya Kürt sorununu temsil için gereken siyasi özerklikten mahrum bırakan bir durumdu.
Aynı zamanda barış sürecinin yaratıcıları, ulusal bağımsızlık fikrine çok fazla bağlıydılar ve bağımsız olmayan yapıları, bağımsız olmayan kimlikleri deyim yerindeyse kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde belirli birer oluşum meydana getirmelerine yönelik yatırım yapılacak, geçerli birer güç olarak görmüyordu.
Bence Kürtlerin kendilerinin de bu tür bir içsel birlik anlayışı yoktu ve siyasi güç açısından diyebilirim ki bir araya gelip birleşik bir cephe oluşturarak kendilerini ortak kararlaştırılmış bir program çerçevesinde temsil edecekleri ortak bir cephe kuracak siyasi gücü bulamadılar.
Şunu da eklemek istiyorum: O dönemde Kürdistan’daki siyasi çevreler kısmen olgunlaşmamıştı. Uzun bir süre boyunca demokratik haklar için mücadele sürecine girmemişlerdi ve henüz emekleme dönemindeydiler. Ama durumu sadece uluslararası ve bölgesel etkenlere bağlamak yanlış olur. Bence bu açıdan, Kürt toplumunun kendi içinde de sorunlar bulunuyordu.
Kürdistan bir demokrasi adası
Sonrasında da bölgedeki dört ülkede yaşamaya başladılar. Son 10 yılda, uluslararası sahnede, bölgesel düzeyde Kürtlerin bir yükselişinden söz edebilir miyiz ?
Evet. Birinci ve İkinci Körfez Savaşı gibi olaylar meydana geldiğinde görüldü ki günümüz Ortadoğu’sundaki devlet oluşumlarının tarihi çerçevesi haline gelen bu siyasi çerçeve işe yaramıyordu. Bunun sonucunda da İkinci Körfez Savaşı, ardından Saddam rejiminin çöküşü ve şimdi de IŞİD’in ortaya çıkışı ve de Suriye’de genel anlamda karşımıza çıkan kriz bu tarihi çerçevenin tamamen iş görmez durumda ve uygulanabilirlikten uzak olduğunu gözler önüne sermiş oldu.
Bu bölgeye dayatılmış siyasi bir çerçeveydi. Irak ve Suriye gibi egemen devletler olarak düşünülen yapılar, aslında başarısız olmuş devletlerdi.
Bu başarısızlık, Kürtleri siyasi sahne veya arenanın ön saflarına iten bir gelişme oldu. Bu, Saddam’ın çöküşünden sonra gerçekleşti ve Kürtlerin Irak’ın içinde bir nevi güvenlik adası kurduğuna tanık olduk. Burasının bazı açılardan bir demokrasi ve demokratik haklar adası olduğunu da söyleyebilirim. Elbette eksikleri var. Ama Ortadoğu’nun diğer bölgeleriyle kıyaslandığında burası bir demokrasi adası.
Barbarlara karşı savaşan tek güç
Ya Suriye?
Suriye devletinin başarısızlığının doğurduğu kriz ve krizin bölgeye yayılmasının ve uluslararası düzeye taşınmasının ardından Kürt toplumu bir kez daha laik bir dil kullanan, laik siyasi hedefler talep eden ve laik bir gelecek için mücadele eden tek toplum olarak görünüyor. Üstelik deyim yerindeyse tamamen siyasi ve dini açıdan aşırı eğilimleri bulunan güçlerin hakim olduğu bir bölgede.
Bu açıdan bakınca, Suriye’de gördüğümüz şu oluyor: 20 milyonluk nüfusun içinde 2 milyonluk küçük bir toplum, demokratik hakları için laik bir mücadeleye girmiş durumda ve dünyanın en gözü dönmüş ve barbar güçlerinden biriyle mücadele ediyor.
Dahası, Ortadoğu’nun başarısız olmuş iki ülkesi yani Suriye ve Irak’a bakacak olursanız Kürtler gerçekten sahada bulunup savaşan tek güç durumunda. Üstelik sadece kendi milli amaçları için değil, bölgesel bir laiklik ve demokrasi amacıyla mücadele ediyorlar. Yani uluslararası bir amaç için savaşıyorlar denebilir.
Kobani direniş metaforuna dönüştü
Kobani neden bu kadar öne çıktı ne dersiniz?
Kürtlerin hedefleri bölgesel ve uluslararası çıkarlarla birbirine geçmiş durumda. İşte bu yüzden, daha iki yıl öncesine kadar kimsenin adını bile duymadığı, Kobani gibi küçük bir yer, bir direniş metaforuna dönüşmüş durumda. ‘Direniş metaforu’ diyorum çünkü sadece bir simge olma noktasını aşmış durumda.
Bu da şu demek oluyor: Dünyanın her yerinde, baskıcı güce karşı mücadelede yer almak isteyen herkes deyim yerindeyse cehalet ve baskıya karşı, sömürüye karşı direnmek isteyen herkes şu veya bu şekilde kendini bu metaforla özdeşleştiriyor ve buraya kendi anlamlarını yüklüyorlar. İşte bu yüzden çok önemli bir hal aldı.
Amaçları deyim yerindeyse bir nevi direniş metaforuna, bir baskı karşıtı metafora, hakimiyet karşıtı bir metafora dönüştüğü için böylesine bir uluslararası boyut kazandı. Dünyadaki pek çok güç kendini buna yakın görüyor. Bu sayede de Amerika Birleşik Devletleri başta isteksiz olmasına rağmen, zaman ilerledikçe Kobani’ye hava saldırılarıyla destek vermeye daha gönüllü bir tavra büründü.
“Neden Kobani? Neden Humus’u ya da Hama’yı düşünmüyoruz?” “Neden Halep’i konuşmuyoruz? Neden Felluce’yi düşünmüyorsunuz?” diyenler var. Evet, doğru söylüyorlar. Ama işin aslı bu yerlerin hiçbiri Kobani’nin oynadığı rolü oynamadı. Kobani’nin bu metafora dönüşmesinin sebebi, bir direniş ortaya koyması.
Bu direniş sadece belli bir toplumun direnişinden ibaret de değil. Burada yeni bir amacı hedefleyen bir topluluk var. Deyim yerindeyse yeni bir şey ortaya çıkarmak istiyorlar. Katılabilir veya karşı çıkabilirsiniz ama bu yeni şey, demokratik hakların belli bir yorumu şeklinde karşılık bulmuş gibi görünüyor diyebiliriz.
Bence Ortadoğu’da zarlar bu şekilde atılmış durumda. Siyasi değişiklikler bu şekilde gerçekleşti. Sykes-Picot’nun iflası bu şekilde su yüzüne çıktı. Bu şekilde sözüm ona egemen Irak, Suriye ve belli bir oranda Ürdün ve Suudi Arabistan ülkelerinin görevlerinde başarısız oldukları gözler önüne serildi. Bu durum da Kürtleri, iddiaları olan siyasi bir güç olarak öne çıkardı ve şu ana kadar, iddialarına son derece makul bir yaklaşım sergilediklerini göstermeyi başardılar.
Türkiye tam merkezde ama…
Türkiye’yi bu tabloda onları nereye koyuyorsunuz?
Türkiye’nin bütün bunların merkezinde yer aldığını düşünüyorum. Türk hükümeti gerçekte bunu istesin ya da istemesin, bu hükümet ya da başka bir hükümet söz konusu olsun; Türkiye bu sürecin tam merkezinde yer alıyor. Zira Türkiye bütün Ortadoğu’daki en büyük Kürt nüfusa sahip ülke.
Hükümet son 10 yılda, bir Kürt meselesi olduğunu kabul ederek, deyim yerindeyse büyük bir ilerleme kaydetti. Ama şahsi fikrim mevcut durumun Türk hükümetine, Ortadoğu’da lider bir güç haline gelmek için tarihi bir fırsat sunduğu yönünde. Yine de, bence Türk hükümeti eski yöntemlere saplanarak, bu fırsatı elinden kaçırıyor.
Yüzde yüz çözüm demiyorum… Kürt liderlerle makul bir çözüme varabilseydi… “Temel konularda anlaşmaya vardık, buradayız” diyebilseydi ve Kürt liderleri de “Evet, temel noktalarda anlaştık” diyebilseydi, “Artık ayrıntılar üzerinde çalışmaya başlıyoruz” denebilseydi…
Böyle bir şey olsaydı, şöyle önemli bir sonuç doğardı: Türkiye, Ortadoğu’daki gelişmelerde çok önemli bir söz hakkı kazanmış olurdu. Bu durumda Türkiye belki de Suriye’deki Kürt sorunun siyasi açıdan hamisi haline gelebilirdi. Bu mümkündü. Çünkü Türkiye’deki Kürt sorunu bir kere çözüldüğü zaman, Suriye Kürtleri gibi küçük bir topluluğun Türkiye’nin toprak bütünlüğünü veya egemenliğini tehdit etmesi gibi bir durum asla söz konusu olamazdı.
Türkiye bölgeyi yanlış okuyor
Her ülkenin kendi Kürt meselesi ve belki de kendi Kürt çözümü var. Öte yandan, son gelişmeler nedeniyle, bölgedeki Kürt meselesinin, meselenin çözümü açısından tüm taraflar için bağlantılı hale geldi gibi. Yani konunun artık ulusal boyuttan çıkıp daha uluslararası bir meseleye dönüştüğünü düşünüyor musunuz?
Bana sorarsanız, Türkiye temel taşı. Türkiye, Irak Kürdistanı’ndan çok daha önemli. Eğer Türkiye’deki Kürt meselesi demokratik bir çözüme ulaşırsa, bu bütün bölge için çok önemli ve olumlu sonuçlar doğurur.
Dediğim gibi, bu durum Suriye Kürtlerinin de bir çıkış, hatta diyebilirim ki Türk devleti gibi siyasi bir hami bulmasının önünü açabilirdi. Böylece Türkiye’ye bel bağlayarak, Kürtlerin burada başardıkları şeylerin aynılarını başarabilirlerdi.
Bence durum ciddi anlamda yanlış okunuyor. Ortada ciddi bir yanlış yorumlama var. Şahsen çözümün bir etkisi olacağına inanıyorum. Ama bu etki olumlu, demokratik ve bölgede daha geniş anlamda istikrar ve refah oluşumuna yönelik bir etki olacaktır.
Kürtlerin ABD’ye bel bağlaması hata olur
Suriye’de devam eden savaşın nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz ama yine de Suriye Kürtlerinin ve de Irak Kürtlerinin geleceklerini nasıl gördüğünüzü öğrenmek istiyorum. Ortada birçok komplo teorisi dolaşıyor. Bazı çevreler Birleşik Devletlerin bölgeyi yeniden şekillendirmek istediğini, bazı ülkeleri bölüp büyük Kürdistan’ı kurmak istediğini dile getiriyor?
Birleşik Devletler’in bölgeyi yeniden şekillendirmek istediğini sanmıyorum. Bence İngiltere de buna yanaşmaz. Ama bence durum bölgeyi kurtarmak için yeniden şekillendirmeye mecbur kalmaları ihtimalini doğuracak şekilde gelişti.
Bölgeyi yeniden şekillendirmek, bu ülkelerin temel, uzun vadeli, tarihsel stratejik amaçları değil. Ama bölge parçalara bölünecek duruma gelirse, bu parçalardan bazılarını kurtarmaya yönelik yeni bir strateji benimsemek zorunda kalabileceklerini düşünüyorum.
Kürtlerin, Birleşik Devletler veya Avrupa’nın önlerine koyacağı şeyi olduğu gibi kabul edip buna bel bağlaması, Kürtler açısından hata olur. Çünkü sonuçta Kürtler bölgenin durumuyla bölgesel güçleri de düşünmek zorunda.
Şimdi bölgedeki Kürtler için şu veya bu şekilde bir çözümü ele alalım… Suriye ve Irak konusunu dile getirdiniz… Diyebilirim ki iki grubun kaderi de son derece belirsiz. Tamamıyla dürüst olmam gerekirse, iki grubun kaderi de belirsiz. Kaderleri tamamen, bu karmaşanın ardından bölgede ortaya çıkacak yeni güç dengelerine bağlı.
Bu güç dengelerinin içinde de Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa gibi uluslararası güçlerin yanı sıra, başta İran ve Türkiye gibi bölgesel güçler rol oynayacak. Bu bağlamda Suudi Arabistan ve Körfez bölgesindeki zengin Arap ülkelerinin de sözü olacak.
Bence Kürtlerin, kendi çıkarlarını üç çevreye de açıkça dile getirebilmelerini sağlayacak bir amaca yönelik çalışmaları gerekiyor. Bu üç çevreyle Kürt çevresi, bölgesel çevre ve uluslararası çevreler şeklinde tanımlayabiliriz. Kürtler bu üç çevrenin üçünde birden dile getirilebilecek amaçların peşinde koşmalı. (diken.com.tr)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.