PKK Şemdinli ve Gaziantep saldırısı ile 1990’ların stratejisine döndüğünü gösterdi. Bu strateji, kırsalda alan hakimiyetine dayalı saldırı ile büyük kentlerde sivillere yönelik şiddet /terör eylemlerini içeriyor. 1990’larla bugün arasındaki fark, PKK ’nın o günlerdeki Bağımsız Kürdistan fikrinin aksine şiddet uygulayarak, hâlâ bir güç olarak ayakta kaldığını göstermeye çalışıp “devleti” görüşme masasına döndürmeye çalışması. “Görüşme masası”, Türkiye ’nin geleceği açısından her zaman önemli olmakla birlikte bunu şiddet uygulayarak zorlamanın ters teptiği ve siyaseten taraflar arasındaki uçurumu büyüttüğü, daha da önemlisi sokaktaki zihni kopuşu hızlandırdığı biliniyor. PKK ’nın 1990’lardan bu yana silah kullanmak dışında, sürekli değiştirmek ihtiyacı hissettiği stratejisi, esas olarak kendi varoluş kaygısından kaynaklanıyor. Yani silahlı bir örgüt olarak ayakta kalmak, kadrolarını ayakta tutabilmek için şiddetin olmazsa olmaz olduğunu düşünüyor. Franz Fanon’un düşüncesinin genetiği hala yerinde.
Özellikle Abdullah Öcalan’ın oluşturduğu bu stratejide, belli zamanlarda kafa karışıklığının bir sonucu olmakla birlikte, pratikte değişen iç ve dış konjonktürün etkisi de var. Tabii ki her şey tek taraflı değil. PKK ’yı besleyen süreci de unutmamak gerekiyor. Yıllar içinde asker/sivil devlete hakim olan anlayış çerçevesinde Kürt politikasını oluşturanların net adımlar atmaması sonucu, palyatif çözümler sorunun derinleşmesine ve PKK ’nın gücünün kırılamamasına neden oldu. Türkiye’de Kürt sorununun ve bu sorunun bir sonucu olan PKK , şiddet /terör yöntemi kullanan, siyasallaşmış, sadece militanları değil ciddi bir tabanı da olan silahlı Kürt hareketidir. Bu nedenle sorunu, sadece terör meselesi olarak ele almak, askeri ve polisiye tedbirlerle çözmeye çalışmak bugünü kurtarmadığı gibi, Türkiye ’nin yarınını da tehlikeye atıyor.
Seyirci kalmamak
PKK özellikle Şemdinli saldırısı, CHP’li Hüseyin Aygün ’ün kaçırılması, PKK militanları ile BDP ’lilerin karşılaşması, karakol saldırıları ile hâlâ etkili olduğunu kanıtlama peşinde. Bir yanda da güvenlik kuvvetlerinin zafiyet içinde olduğunu göstermeye çalışıyor, “kenarda oturup olan biteni seyretmeyeceğim” demek istiyor. Tabii ki tüm bu süreçte devletin ve bu politikayı oluşturan danışmanların sadece güvenlik eksenli yaklaşımı tercih etmesi, KCK operasyonları ile siyaset alanını kapatmasıyla PKK ’ya darbe vurma planı işliyor gözükmüyor. Son 28 yıla bakıldığında zaten işlemesi de beklenemez.
Mutabakat yerine
Bu sürecin işlemesi bir yana, iki tarafın da uyguladığı yanlış politikalar, süreci daha da keskinleştirip şovenist yaklaşımların ekmeğine yağ sürerken, sıradan insanlar arasındaki “nefret” tohumlarını giderek büyütüyor. Çünkü devlet PKK ’yı kırsalda, dağda askeri tedbirlerle bitirmeye çalışıp genel anlamda toplumun dikkatinden kaçırmaya çalışırken, PKK Şemdinli benzeri saldırılarla yetinmeyip şiddeti şehirlere taşıyarak ve sorunu mevzi durumdan çıkarıp Türkiye’nin tümüne taşıyor. Dolayısıyla iki yanlış bir doğru etmeyeceği gibi, her iki taraf da bildik yöntemlerle yanlış bir stratejinin peşinde Türkiye ’yi fasit bir şiddet sarmalı içinde döndürüyor. Ama ne yıllardır uygulanan askeri tedbirler ne de PKK ’nın Gaziantep türü terör eylemleri, varolan sorunun çözümüne hizmet ediyor. Tüm bu süreçte hükümetin açılım sürecini durdurması bir yana, işi sadece askeri tedbirlerle çözmeye çalışması da sonuçsuz kalmaya mahkum gibi.
Hükümet, PKK terörü ile Kürt sorununu ayrıştırmak iddiasının arkasını doldurmuyor, atılan kısmi adımlar sorunu çözmüyor. Bu noktada Meclis Başkanı Cemil Çiçek ’in 11 maddelik Ulusal Mutabakat Metni’ni tartışmak gerekiyor. Öncellikle bu işi “mutabakat” çerçevesinden çıkarıp “Kürt sorununun demokratik çözümü” demek daha doğru ve cesur bir yaklaşım. Bazı maddeler utangaç bir biçimde yazılmış, metinde Kürt sözcüğü geçmiyor. Bask modeli denilirken İspanya Anayasasında demokratik yollardan “ayrılık ” istemeyi bile talep etmenin bir hak olarak ele alındığı unutuluyor. Sözün özü, iş sadece “terörü” bitirmekle olmuyor.
Öcalan’ın tecriti
Kürt sorunu ve bu sorunun bir parçası olan PKK , sadece askeri yöntemlerle çözülemez. Eğer çözülseydi bugüne kadar başarılırdı. Keza PKK şiddeti ve terörü de hiçbir yere varmıyor. Ayrıca Abdullah Öcalan ’ın tecrit edilmesi, bu konuda bir işe yaramış gibi görünmüyor. Zaten süreç daha keskinleşirse Öcalan’ın devreye girmesi ya da devreye sokulması yeniden gündeme gelecektir.
PKK süreci kullanıyor
PKK ’yı sadece dış güçlerin konjonktürel olarak kullandığı bir örgüt gibi yansıtmak da yılların alışkanlığı. Kısmen doğru olsa da PKK çevresindeki gelişmelere ve oluşumlara göre hareket edebilen, bu değişiklikleri kendi lehine çevirebilen bir esneklik içinde. İran , Irak , Suriye ’deki gelişmeler çerçevesinde kendi politikasını oluşturabilecek kadar Ortadoğu ’nun “kirli” siyasetini bilecek tecrübeye sahip. Bu açıdan son saldırıları Suriye ’nin direktifleri ve yönlendirmesi ile yaptığını iddia etmek, olan biteni hafife almak anlamına geliyor. Suriye tabii ki kendisine düşman olan bir ülkeye karşı her türlü kozunu oynayacaktır. Ama PKK ’nın, Şemdinli’den başlayarak yaptığı eylemlerinin emrinin Suriye ’den geliyor olduğu iddiası, naiflik. PKK , Türkiye ’nin Suriye politikasını kendi lehine kullanmak için her fırsatı kullanacaktır. Ama Suriye ’de, ‘Pandora’nın kutusu’nun açılmasına doğrudan katkıda bulunan Türkiye ’nin, olabilecekleri hesaplamaması da, yine bu konudaki vizyonun sınırlı olduğunun göstergesi. Türkiye bundan böyle, kimin yaptığından bağımsız olarak, maalesef bu tür saldırılara açık hale gelmiş durumda.
Kürt sorunu çözümü bir yana, bu kan gölünü durdurmak ve bir an önce silahları susturmak için sadece askeri çözümden sonuç çıkmadığını bilmek gerek. Çünkü bu kez durum farklı noktalara gidiyor. Üstelik içeride ciddi sorunu olan Türkiye ’nin doğrudan ve bizzat dahil olduğu Ortadoğu ’yu da göz önüne alırsak...
Mete Çubukçu - Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.