Hu, dağdaki arkadaş işittin mi
HUU, dağdaki arkadaş, duydun mu?
Buradaki coşku, birlik beraberlik heyecanı, çığlıkları o dağlarda da yankılanıyor mu?
“Cumhuriyet” Gazetesi’nin son iki günkü manşetlerini size okudular mı?
Tartışmaları izliyor musunuz?
Bak benden söylemesi.
Burada havalar değişti. Fena halde değişti.
Kötü adam diye kala kala vallahi bir sen kaldın bir de ben.
Biliyorsun, ben döneğim.
Anında vazgeçtim, birlikte yaşamaya karar verdim!
Söz bir daha Miloseviççilik oynamayacağım, Hitlerciliği ağzıma almayacağım, “Irkçılık” mı dedin? Türk kelimesini ağzıma alırsam namerdim!
Aman kardeşim, sana tavsiyem, sen de at artık elindeki o silahı.
O mayınları söker misin, yoksa haritasını devlet yetkililerine mi teslim edersin bilmem, ama sen de hemen bir şeyler yap.
“Bölücülük” artık buralarda pek geçer akçe değil. Şimdi moda, “birlik-beraberlik” türküleri söylemek.
Herkes aynı tonda, aynı nakaratlarla moda şarkıyı söylüyor:
“İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız.”
Buralarda artık eli silahlı, beli kuşaklı dolaşan adama pek itibar etmiyorlar.
Bak Hasip kardeşimiz bile kaplan kesildi, dağa taşa “Birlik beraberlik” sloganları yazıyor.
Şimdi işin ciddi yanına gelelim mi...
* * *
İşin en ciddi yanı bu zaten.
Dünkü Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetine bakarsanız, bütün siyasi partiler aynı duyguyu haykırıyor.
“Biz ayrılamayız.”
O zaman ben de aynı soruyu tekrarlayayım.
Öyleyse askerimiz, polisimiz hâlâ neden öldürülüyor? Neden hâlâ çöp tenekelerine, otobüs duraklarına, alışveriş merkezlerine bombalar konuyor, sivil insanlar katlediliyor?
Neden?
Dağdaki “Kimyasal Ali’lere” bunu kim söyleyecek?
Hasip Kaplan değil mi? Sırrı Sakık, Ahmet Türk, Leyla Zana, partinin başkanı, yöneticileri...
Bana yüklenmek, Hitler, Miloseviç demek yerine, bir zahmet gidip o dağdakilere buradaki havayı anlatsanız.
Cumhuriyet Gazetesi’ne söylediklerinizi, aynen dağdakilere de tekrarlasanız.
Çok iyi olur.
Herkes biliyor ki, o silah sustuğu an, her şey çok daha açık konuşulabilecek.
Ya susturamazsanız?
Sözünüz orada duruyor. Google’da her bastığınızda o söz gelecek:
“Biz ayrılamayız.”
O zaman ne olacağız? Habil’le Kabil mi? Yani birbirinin boğazını sıkmaya devam eden iki kardeş.
* * *
Ben bu işte epey dayak yedim.
Ne Hitler’liğim kaldı, ne Miloseviç’liğim.
Ne ırkçılığımı bıraktılar, ne bir şeyimi.
Hiç önemli değil. Anlayan, hem de çok iyi anlayan gerçek aydınlar da çıktı.
Ama en önemlisi, hepimiz birbirimize haykırdık:
“Biz ayrılamayız.”
Öyleyse ayrılmayalım, iyi geçinelim.
Birbirimizi kıracak şeylerden kaçınalım.
Bakın işe en kötü ihtimalden başladığımız zaman, nasıl birden mantıklı hale geliyoruz.
Bugüne kadar hiç böylesine coşkulu bir birlik ve beraberlik beyanına tanık olmadık.
* * *
Bu olayın hepimize gösterdiği asıl gerçek başka.
- Biz bugüne kadar “Kürt açılımı” denince, sadece “Kürtlere verilecek haklar” konusunu düşünüyorduk. Şimdi gördük ki, bu iş “iki taraflı”.
Yani açılımda yönetilmesi gereken bir de “Türk tarafı” var.
Daha açıkça yazayım.
Türk toplumu “Kürt açılımı” yaparken, Kürtler de “birlikte yaşama adabının ve kültürünün” gereklerini yerine getirmelidirler.
Artık kimse bize o eski masalı okumasın.
“Kürtler hep ezildi, onların milliyetçiliğe hakkı var, Türklerin ‘ezen’ millet olarak bazı şeylere katlanması gerekir” şeklinde özetlenen o “gerekçe” işi kolaylaştırmıyor, tam aksine zorlaştırıyor.
- Sorduğum bir soruya, toplumun bütün kesimlerince verilen cevap; gerçek sivil ve demokrat anayasanın ilk maddesini kendiliğinden yazdı:
“Türkiye Cumhuriyeti, tek ve bölünmez bir bütündür. Anayasanın bu maddesi değiştirilemez.”
Anlaştık mı?
Hadi şimdi hep birlikte dağa.
Oraya gideceğiz ve “Kimyasal Ali’lerin” elinden silahı alacağız.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.